Tur Süresi Meal Ve Tefsiri 1-20
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 49 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “etTûr” kelimesinden almıştır. Tûr, dağ demektir. Burada Hz. Mûsâ’ya ilk vahyin geldiği, Sina Yarımadası’nın güneyindeki Sina dağı kastedilmektedir. Sûrede başlıca, ahiret hâlleri, kâfirlerin karşılaşacakları ceza, mü’minlerin mükâfatları konu edilmekte ve müşriklerin Hz. Peygamber hakkındaki batıl iddiaları reddedilmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada elli ikinci, iniş sırasına göre yetmiş altıncı sûredir. Secde sûresinden sonra, Mülk sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
30.Ayetin sebebi nüzulu hakkın da Muhammed İbni İshak ın kendi isnadıyla İbni Abbas dan naklen zikrettiği haber de:
Darunnedve de Yevmi Zahme de toplandıkların da Hz Muhammedi önceki şairler gibi birisidir.Öyleyse onu hapsedip bağlamak ve orada kendiliğin den helak olmasını sağlayın diye karar alınması üzerinenazil olmuştur.
Konusu
Yemin ifadeleriyle hesap gününün kaçınılmaz bir gerçek olduğuna vurgu yapılarak başlayan sûrede, inkârcıların âhiret hayatıyla yüz yüze gelince karşılaşacakları durum, ardından cennete lâyık görülecek takvâ ehlinin mükâfatları tasvir edilmekte; Resûl-i Ekrem’in gerçek peygamber olduğunu kanıtlayan delillere yer verilerek (Kur’an’ın benzerini kendilerinin de ortaya koyabilecekleri iddiasında bulunanlara bu hususta meydan okunmak ve onlara çarpıcı sorular yöneltilmek suretiyle) Resûlullah’a karşı ileri sürülen asılsız iddialar çürütülmektedir.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
”Bismillahirrahmanirrahim”; Rahman Ve Rahim Olan Allahın adıyla..
وَالطُّورِۙ ﴿١﴾
1: Yemîn olsun T ¯ur’a,
Tefsir
Müfessirlerin büyük çoğunluğu, 1. âyette geçen tûr kelimesini –Kur’an’daki kullanımlarını dikkate alarak– Hz. Mûsâ’ya peygamberlik görevinin tebliğ edildiği kutlu dağ (Sînâ dağı) anlamıyla açıklamışlardır. Bununla genel olarak dağların kastedildiği kanaatini taşıyanlar da vardır (İbn Atıyye, V, 185). Bazı müfessirler ise bu kelimenin kök anlamlarından olan “uçma” mânasıyla bağ kurarak “gayb âleminden duyular âlemine uçup gelenler (ilhamlar, bilgiler, melekler)” yorumunu yapmışlardır (Beyzâvî, VI, 88).
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ ﴿٢﴾
2: Satır satır yazılmış o kitaba,
Tefsir
2 ve 3. âyetlerde söz konusu edilen “kitap”la ilgili olarak yapılan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Hz. Mûsâ’ya verilen kitap, b) Kur’an-ı Kerîm, c) Hz. Muhammed’den önce indirilmiş ilâhî kitaplar, d) Yaratılmışlarla ilgili bütün bilgilerin kayıtlı bulunduğu levh-i mahfûz, e) Meleklerin göreviyle ilgili olarak levh-i mahfûzdan istinsah edilmiş kısımlar,f) Haşir günü insanların dünyada yapıp ettiklerini ayrıntılı olarak görecekleri amel defterleri (Zemahşerî, IV, 33; İbn Atıyye, V, 185; Râzî, XXVIII, 239). 3. âyette geçen rakk kelimesi “sahîfe, varak” mânasına gelir; daha çok hayvan (özellikle ceylan) derisinden yapılmış ince deri için kullanılır. Burada “kitap” kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in kastedildiği yorumunu yapanlar, sûrenin indiği sıralarda Kur’an’ın bu şekilde yazılmaya başlandığı veya –tamamı açısından– ileride yazılacağına işaret bulunduğu yorumunu yaparlar. “Açık ve yayılmış” anlamına gelen menşûr kelimesiyle ilgili olarak Râzî şu ilginç yorumu yapar: Burada kitabın açıklık özelliğine işaret vardır; zira dürülü, kapalı kitapta ne bulunduğunu kimse bilemez; şu halde burada söz konusu olan kitap dürülü yazılardan yani levh-i mahfûzdan farklıdır; bunun anlamı “O size açıktır, onu inceleyip üzerinde düşünmenize kimse engel olamaz” demektir (XXVIII, 240).
ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ ﴿٣﴾
3: Açılıp yayılmış ince deri üzerine.
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ ﴿٤﴾
4: Beyt-i Ma‘mûr’a,
Tefsir
4. âyetteki “el-beyt’ül-ma‘mûr” tamlaması hakkında başlıca üç yorum vardır: a) Semada bulunan bir evin, bir mescidin adıdır; ilgili rivayetlerde bunun yedinci semâda, Kâbe’nin izdüşümüne denk gelen bir yerde, arşın hizasında bulunduğu, durâh diye de anıldığı, meleklerin ziyaretiyle şenlendiği belirtilir. Dördüncü ve altıncı semada veya semanın ve yerin her bir katında bir beytülma‘mûr bulunduğu yönünde de nakiller vardır. Yine rivayetlerde yer alan bilgilere göre her gün oraya çok sayıda melek girer, Allah’ı takdis ve tesbih ederler; çıkanlar artık asla (kıyamete kadar) oraya dönmezler (bk. Taberî, XXVII, 16-18; Zemahşerî, IV, 33; İbn Atıyye, V, 186). Şu var ki bu rivayetlerin âyetteki tamlamayı izah amacı taşıdığı açık değildir (İbn Âşûr, XXVII, 39). b) Kâbe’nin adıdır. Bu yorumda mâmur kelimesinin, “gelen gideni çok olan, ziyaretçileriyle şenlenen ve bakımlı olan yer” mânaları esas alınmıştır (Zemahşerî, IV, 33). Bu yorumu destekleyen bir rivayete göre Allah Teâlâ onu her yıl belirli sayıda ziyaretçi ile mâmur kılar, insanların sayısı bundan eksikse meleklerle tamamlar. c) Müminin kalbi kastedilmiştir. Kalp, kişinin Allah’ı tanıması ve O’na tam bir teslimiyet göstermesiyle mâmur olur (Beyzâvî, VI, 89; ayrıca bk. Abdurrahman Küçük, “Beytülma‘mûr”, DİA, VI, 94-95)
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ ﴿٥﴾
5: O pek yüksek olan gök kubbeye,
Tefsir
Hemen bütün müfessirler, 5. âyette geçen ve “yüksek, yükseltilmiş tavan” anlamına gelen es-sakf el-merfû‘ tamlamasıyla semânın kastedildiğini belirtirler; Enbiyâ sûresinin 32. âyeti de bu mânayı destekler niteliktedir. Bu konudaki bir rivayete dayanarak bazı müfessirler, bununla (cennetin tavanı olan) arşın kastedildiği yorumunu yapmışlardır (Şevkânî, V, 110; Elmalılı, VII, 4551-4552).
Diğer bazı tefsirler de Sakf-ı merfû‘: Yükseltilmiş tavan demektir. Bununla gökyüzü kastedilir. Nitekim bir âyet-i kerîmede bu husus açıklığa kavuşturulur: “Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık.” (Enbiyâ 21/32)
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ ﴿٦﴾
6: Kıyâmet günü alev alev yakılıp tutuşturulan denize ki;
Tefsir
6. âyetteki el-bahru’l-mescûr tamlamasında geçen bahr kelimesi “deniz” anlamına gelir; bunun sıfatı olarak zikredilen mescûr kelimesi ise farklı mânalara gelmektedir. Bu mânalardan hareketle söz konusu tamlama için yapılan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Kızdırılmış, alevlenmiş: Kelimenin Tekvîr sûresinin 6. âyetindeki kullanımı ışığında, kıyametin kopması sırasında –muhtemelen jeolojik bir patlamayla– denizlerin aşırı ısınması kastedilmiş olabilir (Gafir 40/72’de de fiil –edilgen haliyle– “yakılma” mânasına kullanılmıştır). b) Dolgun, taşkın: Denizlerin sularla dolu olması veya okyanuslar kastedilmiş olabilir. c) Boş: Kıyamet sırasında denizlerin boşalması kastedilmiş olabilir. d) Tutulmuş, hapsedilmiş: Denizlerin, dünyanın düzenini altüst edecek taşmalar yapmasının engellenmesine işaret olabilir (Taberî, XXVII, 18-19; İbn Atıyye, V, 186). e) Karışık, karışkan: Suyu birbirine veya tatlısı acısına karışan denizler mânası kastedilmiş olabilir (Şevkânî, V, 110). f) Tûr’dan söz edilmesi dikkate alınarak, Firavun’un boğulduğu denizin kastedildiği de düşünülebilir (İbn Âşûr, XXVII, 39-40; Elmalılı, VII, 4552). Ayrıca burada, semâda arşın altında bulunan bir denize (Taberî, XXVII, 20) veya cehenneme (İbn Atıyye, V, 187) yemin edildiği yönünde rivayetler de bulunmaktadır. Taberî kelimenin “yakma” ve “dolma” şeklinde iki temel mânası bulunduğunu, bunlardan ilkinin dünya hayatındaki denizlere uymadığını, dolayısıyla “dolu deniz” mânası verilmesinin isabetli olacağını belirtir (XXVII, 19-20). Ancak buradaki denizin “kıyamet koparken ısınan ve kaynayan deniz” olarak anlaşılmasına da bir engel bulunmadığından meâlde “kaynayan deniz” anlamı tercih edilmiştir.
İbn Âşûr burada üzerine yemin edilenlerle yeminin amacı arasındaki bağı özetle şöyle açıklar: İlk altı âyette üzerine yemin edilenler Hz. Mûsâ’nın Firavun’a gönderilmesiyle ilgili hususlardır. Yeminin konusu ise peygamberlerin uyarılarının esasını oluşturan ilâhî azabın mutlaka geleceği gerçeğidir. Firavun ve adamlarının helâki de bu gerçeği inkâr edip Mûsâ’yı yalancılıkla itham etmeleri sebebiyle olmuştur (XXVII, 36; Râzî’nin burada zikredilen üç mekân [Tûr dağı, deniz ve Kâbe] ile üç peygamber [Hz. Mûsâ, Hz. Yûnus ve Hz. Muhammed] arasında bağ kuran tevili için bk. XXVIII, 239-240).
اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌۙ ﴿٧﴾
7: Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır!
مَا لَهُ مِنْ دَافِعٍۙ ﴿٨﴾
8: Onu önleyebilecek hiçbir güç yoktur.
Tefsir
Allah Teâlâ beş şey üzerine yemin ederek peygamberlerin haber verdiği kıyâmetin ve âhiret azabının mutlaka vuku bulacağını, hiç kimsenin bunu engellemeye güç yetiremeyeceğini bildirmektedir. Üzerlerine yemin edilen varlıklar şunlardır:
✺ Tûr: Tûrun asıl mânası dağ demektir. Buradaki Tûr’dan maksat, Hz. Mûsâ’nın peygamberlikle şereflendiği ve Cenâb-ı Hak ile konuştuğu özel dağın adıdır. Dilimizde Tûr Dağı olarak meşhur olmuştur.
✺ Kitâb-ı Mestûr: Uzun zaman muhafaza edilebilmesi için ince derilere özellikle ceylan derisine yazılmış kitap. Bundan maksat Tevrat, İncil ve Zebûr gibi önceki ilâhî kitaplar olabileceği gibi, müfessirlerin çoğunluğunun beyânına göre Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu ifade, henüz inmeye başlamış olan Allah kelamının ilk günden itibaren büyük bir itina ile yazılıp kayda geçirilmeye başlandığını ve bunun neticede başı sonu belli bir kitap haline geleceğini haber vermektedir.
✺ Beyt-i Ma‘mûr: Gelen gideni çok olan, ziyaretçileriyle şenlenen ve bakımlı olan “Ma‘mûr Ev” demektir. Bundan maksat hac, umre ve diğer ziyaretlerle hiçbir zaman boş kalmayan; maddeten ve mânen dâimâ imar edilen Beytullâh yâni Kâbe’dir. Bu evin Kâbe hizasında gökte bulunan bir ev olması da mümkündür.
Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Mirâc’da yedinci kat göğe çıktığımızda Beyt-i Ma‘mûr’u gördüm ve onu Cebrâil’e sordum, bana şu bilgiyi verdi: «Burası Beyt-i Ma‘mûr’dur. Orada hergün yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan çıkan melek artık bir daha geri dönmez.»” (Buhârî, Bed’ü’l-halk 6; Müslim, İman 265)
Ayrıca bu evden maksadın “mü’minin kalbi” olma ihtimali de vardır. Çünkü o iman, mârifetullah, muhabbetullah, takvâ, tevekkül ve teslimiyetle mâmûr hâle gelir.
✺ Bahr-i mescûr: “Bahr” deniz demektir. “Mescûr” ise birden çok mâna ifade eden bir hususiyete sahiptir. Bu kelimenin “kızdırılmış, alevlendirilmiş, kaynatılmış” ve “dolgun, taşkın” olmak üzere iki önemli anlamı vardır.
Birincisine göre, kıyametin son derece dehşeti sebebiyle ısınan ve hararetin şiddetiyle kızdırılıp alevlenen denizlere yemin edilir. Nitekim: “Denizler ateşlenip kaynatıldığı zaman” (Tekvîr 81/6) âyeti bu mânaya işaret eder. Görüldüğü üzere burada bir sobanın veya fırının yakılmasını ifade eden bir fiil kullanılmıştır ki, okyanusların durumunu anlatmaktadır. Tabanlarında magma tabakasından ince bir kabukla ayrılmış bulunan okyanuslar, alttan ısıtılan dev bir kâseye benzetilebilir. Nitekim okyanus tabanlarında sıradağlar şeklinde uzanan volkanik kayalar denizaltı depremleri ve yanardağ patlamalarıyla meydana gelmiştir. Denizlerde bu faaliyetler devam etmekte olup 1000 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda magma sızıntılarının suları kaynatması gibi olaylar sık sık gözlenmektedir. Belki de kıyâmet esnasında okyanusların altındaki, magma tabakasıyla aralarında bulunan bu ince perde kaldırılacak, büyük bir hararetle okyanuslardaki sular kaynatılacaktır.
Kelimenin “dolgun, taşkın, taşmak” mânasına göre ise şu an sularla dolu olan denizlere, okyanuslara yemin edildiği anlaşılmakta ve bu mâna diğer bir açıdan okyanusların durumunu tasvir etmektedir. Zira okyanuslarda depolanmış olan su miktarı karalara taşacak düzeyde olmasına rağmen, önemli miktarda su, hâlen kutuplarda buzul hâlinde saklandığı için, bugünkü su seviyesi korunmaktadır. İklimlerdeki değişikliklerin yıllık 4-5 derece civarında bir ısınmaya yol açması durumunda bu buzulların eriyeceği ve deniz seviyesinin yüz metre kadar yükselerek karalara taşacağı hesaplanmaktadır. (bk. Kandemir ve arkadaşları, II, 1799)
İşte yeminle üzerlerine dikkat çekilen ve her biri ilâhî kudretin büyük bir tecellisi olan bu varlıklar, kendilerini var eden Allah’ın, âhiretle alakalı tüm va’dlerini yerine getirmeye elbette güç sahibi olduğunun, dolayısıyla Allah’ın azabının mutlaka vuku bulacağının ve onu kimsenin engellemeye muktedir olamayacağının açık delilleridir.
Bu âyetlerin kalbe ne dehşette tesir ettiğine Hz. Ömer’ın şu hâli güzel bir misaldir:
Bir gün Hz. Ömer, bir evin önünden geçerken, hâne sahibinin, evin dışından duyulacak kadar yüksek bir sesle Tûr sûresini okuduğunu işitti. Adam:
“Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Onu önleyebilecek hiçbir güç yoktur” (Tûr 52/7-8) âyet-i kerîmesine gelince, heybetinden dünyanın titrediği Ömer (r.a.) bineğinden indi, bir müddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu âyetin îkâzındaki şiddetin tesiriyle evinde bir müddet hasta yattı. (İbn Recep el-Hanbeli, et-Tahvîf mine’n-nâr, Dımaşk, 1979, s. 30)
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْرًاۙ ﴿٩﴾
9: O gün gökler müthiş bir sarsıntıyla sarsılıp çalkalanacak!
وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْرًاۜ ﴿١٠﴾
10: O heybetli dağlar yerlerinden sökülüp süratle yürütülecek!
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ ﴿١١﴾
11: İşte o gün, hayattayken dinî gerçekleri yalanlayanların vay hâline!
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ ﴿١٢﴾
12: Onlar ki daldıkları bataklıkta oynayıp duruyor, âhiret hesâbını hiç akıllarına getirmiyorlar.
يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّاۜ ﴿١٣﴾
13: O gün onlar cehennem ateşine şiddetli bir itilişle itilip kakılacaklar!
هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿١٤﴾
14: Kendilerine şöyle seslenilecek: “Vaktiyle yalanlayıp durduğunuz ateş işte budur!”
اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ ﴿١٥﴾
15: “Peki söyleyin bakalım, Kur’an’a sihir dediğiniz gibi, bu da mı bir sihir? Yoksa siz hâlâ ateşi görmüyor musunuz?”
اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٦﴾
16: “Yanıp kavrulmak için girin şimdi oraya! Artık ateşin acısına ister dayanın, ister dayanmayın; sizin için değişen bir şey olmayacaktır! Çünkü sadece yaptıklarınızın cezasını çekiyorsunuz!”
Tefsir
Kıyâmet günü göklerin ve yerin düzeni bozulup alt üst olacaktır. Gökyüzü eski fütursuz atlas gibi halini kaybedecek, dağılıp parçalanacak, ileri geri tekrar tekrar hareket ederek kaynaşacaktır. Dalgalar halinde birbirine girip çalkalanacaktır. Dağları sapasağlam tutan yeryüzünün o tutuşu gevşeyecek, böylece dağlar da köklerinden sökülerek uçuşup giden dağınık bulutlar gibi boşlukta uçuşacaklardır. Dünyadayken kıyamet, âhiret, cennet ve cehennemle alakalı haberleri alay konusu yapan, sırf onlarla eğlenmek için söz ebeliği eden yalancılar o gün cehenneme atılacaklardır. Fakat bu da sıradan bir atılma değil, “şiddetle, kaba bir şekilde, alçaltıcı ve onur kırıcı bir halde” olacaktır. Cehennem bekçileri onların ellerini boyunlarına bağlayacak, perçemlerini de ayakları ile bir araya getirip yüzüstü cehenneme doğru itecek, boyunlarından da şiddetle çekip götüreceklerdir. Cehennem ateşine varıncaya kadar böyle devam edeceklerdir. Onları cehenneme doğru sürükleyip ateş ile karşı karşıya getirdiklerinde ise, hasret ve pişmanlıklarını daha da artırmak için: “Bu da mı sihir? Siz bu ateşi haber veren vahye daha önce bir sihir, bir aldatma diyordunuz. Şimdi bunun böyle fiilen gerçekleşmesi de sihir mi? Dünyada ilâhî hakîkatlere kör davrandığınız gibi, burada da gözünüz görmüyor mu yoksa?” diyecekler ve onları, sabretseler de sabretmeseler de asla değişikliğe uğramayacak ebedî azaba sürükleyeceklerdir.Ömer Çelik
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ ﴿١٧﴾
17: Gönülleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olup O’na itaatsizlikten sakınan ve O’nun emirlerini büyük bir itinâ ile yerine getirmeye çalışanlar, cennetlerde ve nimet içindedirler.
فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ ﴿١٨﴾
18: Rablerinin kendilerine bahşettiği nimetlerle zevk u safâ sürerler. Rableri onları o kızgın alevli cehennemin azabından korumuştur.
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـًٔا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ ﴿١٩﴾
19: Onlara: “Dünyada yaptığınız güzel amellerin karşılığı olarak yiyin, için, âfiyet olsun!” denecek.
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ ﴿٢٠﴾
20: Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanacaklar. Onları tatlı dilli, güler yüzlü, güzel gözlü tertemiz cennet hanımlarıyla evlendireceğiz.
Tefsir
Allah Teâlâ’nın azabı mutlaka vuku bulacak, fakat Cenâb-ı Hak takvâ sahiplerini ondan koruyacaktır. “Takvâ sahipleri” Allah’tan korkan, O’na gönülden saygı duyan, O’nu seven, bu korku ve sevginin sevkiyle Allah’ın yasaklarından şiddetle kaçınıp emirlerini ciddiyetle yerine getirenlerdir. Bunlar cennetlere girecek ve her türlü cennet nimetiyle zevk ü safa süreceklerdir. Cehennem azabından kurtulmak bir nimet, cennete girmek ikinci bir nimet olduğundan, burada ayrı ayrı zikre değer görülmüştür.Ömer Çelik
Huri ıyn..cennetdeki huriler genç güzel kadınlar,zikiredildiğinden dolayı ayetin lafzını inkar anlamına gelecek hiç bir tefsir yapılamaz.
Ayetin lafzını inkar manasını inkara ve bütününü inkara sebep demektir.Bütün tahrifatlar ayetin lafzı ve manası üzerinden yaptılar.
Sağlam imanı olan biri asla böyle bir teşebbüs de bulunmazlar.
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |