Tur Süresi Meal Ve Tefsiri 21-34

#1 von Kurban , 11.06.2022 06:34

Tur Süresi Meal Ve Tefsiri 21-34

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ ﴿٢١﴾
21: İman edenleri ve onların nesillerinden makbul bir iman ile kendilerinin izlerini tâkip edenleri cennette birbirlerine kavuşturacak, bu kavuşturma sebebiyle kimsenin sevabından da bir şeyi eksiltmeyeceğiz. Her kişi, kendi kazandığına karşılık bir rehindir!
Tefsir
Burada “Her kişi, kendi kazandığına karşılık bir rehindir!” (Tûr 52/21) ifadesi çok önemli bir noktayı beyân etmekte; İslâm’ın iman, amel, affedilme, bağışlanma, mükâfat veya ceza görme denkleminde belirlediği eşsiz âhengi ortaya koymaktadır. Rehin şöyle olur: Bir kişi birinden bir miktar borç alır, borç veren de alacağının ödenmesi için teminat olarak borçlunun bir şeyini kendi yanında rehin tutarsa, o borcunu ödemediği müddetçe rehin geri verilmez. Belirtilen süre geçmesine rağmen kişi rehin olan malını kurtarmazsa, o rehin olunan şey alacaklının mülkiyetine geçmiş olur. Allah ile insan arasındaki muamelenin durumu burada bu şekilde bir muameleye benzetilmiştir. Allah’ın insana dünyada verdiği mal, mülk, güç, kuvvet, irade ve kabiliyetler, sanki O’nun kullarına verdiği birer borçtur. Bu borcun teminatı olarak da kulların nefsi Allah Teâlâ katında rehindir. Kul bu malı, mülkü, bu güçleri ve iradeyi sağlam biçimde doğru yolda kullanarak iyilikler yapıp sevaplar kazanmak suretiyle borcunu öderse rehin olan nefsini kurtaracaktır. Yoksa o rehin olarak tutulacak, serbest bırakılmayacaktır. Nitekim “Her bir fert, kazandıklarına karşılık Allah katında tutulan bir rehindir. Ancak amel defterleri sağdan verilen uğurlu ve mutlu kimseler başkadır” (Müddessir 74/38-39) âyetleri de bu mânayı destekler. Şu halde bu âyette, “İnsan için yalnız kendi çalıştığının karşılığı vardır” (Necm 53/39); “Kim sâlih amel işlerse kendi iyiliğinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi zararınadır. Yoksa Rabbin kullarına kesinlikle zulmetmez” (Fussılet 41/46) âyetlerinin anlamını ortadan kaldıran bir mâna bulunmadığı gibi, bilakis bunlar aynı istikâmette buluşmakta, birbirinin mânalarını teyit etmektedir.

وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٢٢﴾
22: Onlara canlarının çektiği meyve ve et çeşitlerinden bol bol ikram edeceğiz.

يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْسًا لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ ﴿٢٣﴾
23: Orada içecek dolu kadehleri elden ele dolaştırırlar; fakat bunu içmek ne boş ve mânasız konuşmalara sebep olur, ne de günaha sokar.

وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ ﴿٢٤﴾
24: Etraflarında hizmetlerine tahsis edilmiş, sedeflerinde saklı inciler gibi pırıl pırıl civanlar dolaşır.
Tefsir
Allah Teâlâ cennet ehline canlarının çekeceği her türlü meyveden ve etten bol bol ikram edecektir. Vâkıa sûresinin 21. âyetinde canlarının çektiği kuş etlerinden ikram edileceği haber verilir. Burada ise belli bir kayıt yapılmaksızın her türlü et söz konusu edilir. Cennet ehli karşılıklı kadeh tokuşturur; duydukları zevk, eğlence, lezzet ve muhabbet içinde biri diğerinin elinden kadehi alır, elden ele dolaştırırlar. Hissettikleri neş’e ve sürûr ile heyecanlanır, cezbeye kapılırlar. İçleri içecek dolu olan o kadehlerden içerler. Fakat o, dünya içkileri gibi kötülüklere sebep olmaz. İçtikleri o içecekten ötürü aralarında boş sözler cereyan etmez, günaha sokma da söz konusu olmaz. Çünkü o içecek içilince sarhoş eden, lüzumsuz gevezelikler yaptıran, sövüp saydıran, kavgaya götüren ve günah olan davranışlara sevk eden dünyadaki alkollü içkiler gibi değildir. Cennet ehlinin etrafında hizmet etmek üzere genç delikanlılar dolaşır. Bunlar sedefleri içinde gizlenmiş bembeyaz inciler gibidirler. Ellerindeki tabaklarda çeşitli meyvelerle, yiyecek ve içeceklerle dolaşırlar. Nitekim bu hususu açıklayan diğer âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Etraflarında altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır.” (Zuhruf 43/71)
“Çevrelerinde, çağıldayan tertemiz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler dolaştırılır.” (Saffât 37/45)
“Etraflarında hiç yaşlanmayan gençler hizmet için âdeta pervane olur; durmadan çağıldayan pınarlardan doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle… Bu içecekten ötürü ne başları ağrır, ne de sarhoş olurlar.” (Vâkıa 56/17-19)Ömer Çelik


وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ ٢٥﴾
25: Birbirlerine dönüp hallerini sorar, sohbet ederler.

قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ ﴿٢٦﴾
26: Şöyle derler: “Doğrusu biz, geçmişte çoluk çocuğumuzun arasında, en mutlu olduğumuz anlarda bile Rabbimizin azabından çok korkardık.”

فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ ﴿٢٧﴾
27: “Fakat şükürler olsun ki Allah bize lutfetti de, alevleri iliklere işleyen o korkunç azaptan bizi korudu!”

اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٢٨﴾
28: “Çünkü biz daha önce yalnız O’na kulluk eder, yalnız O’na yalvarırdık. Gerçekten O, evet O, lutf u ihsânı bol olandır, sonsuz merhamet sahibidir.”
Tefsir
Cennetteki bu sohbetler ve canlandırılan hatıralar, onların hasret ve nedametlerini değil, Allah’a hamd ve senâlarını artırır. Huzurlarına huzur, mutluluklarına mutluluk katar. Burada o hatırlamalardan birine yer verilerek bir yönden de dünya hayatında Allah’ın azabından korkma bakımından mü’minin kalbî durumunun nasıl olacağı bildirilir. Demek onlar emniyet içinde değil, aileleri içinde belki en mutlu olmaları gereken anlarda bile daimî bir korku içinde bulunmuşlardı. O korku ile haramlardan sakınmışlar ve cehennemden Allah’a sığınmışlardı. Hidâyet ve istikâmetten ayırmaması için Allah’a yalvarmış, O’ndan yardım istemişlerdi.
Nitekim Kâsım (r.h.) şöyle anlatır:
“Sabaha çıktığımda önce akrabam Hz. Âişe’nin evine uğrar ve kendisine selâm verirdim. Bir gün yine evine gittiğimde, nâfile namaz kılıyor ve:

«Fakat şükürler olsun ki Allah bize lütfetti de, alevleri iliklere işleyen o korkunç azaptan bizi korudu!» (Tûr 52/27) âyetini okuyordu. Kıyâmda dua ediyor, ağlıyor ve bu âyeti tekrar edip duruyordu. Yoruluncaya kadar bekledim, daha sonra da bâzı ihtiyaçlarımı karşılamak üzere çarşıya gittim. İşlerimi bitirip döndüğümde Âişe (r.a.) aynı vaziyette ayakta duruyor, namaz kılıyor ve ağlıyordu.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 31)

Hz. Âişe örneğinde olduğu gibi dikkatli ve şuurlu bir kulluk hayatı sürdükleri için neticede Allah Teâlâ lütfedip onları, zehirli alevleri ta iliklere işleyen o cehennem azabından koruyacaktır. Çünkü Allah Teâlâ’nın bir ismi اَلْبَرُّ (el-Berr)dir. Berr, yaratıklarına karşı merhameti, bağışlaması, lutf u ihsanı bol olan demektir. Yine bu ismin “verdiği sözde duran, va‘dini yerine getiren” mânası da vardır. Allah “rahîmdir”; kullarına karşı nihâyetsiz merhamet sahibidir. Bu ilâhî beyânlar aslında insanı derinden etkileyen cennet hatıraları içinde bizlere o korkunç azaptan kurtulmanın yollarını göstermektedir.

فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ ﴿٢٩﴾
29: Rasûlüm! Sen öğüt vermeye devam et. Şunu bil ki sen, Rab­binin nimeti sâyesinde ne bir kâhinsin, ne de bir deli!

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ ﴿٣٠﴾
30: Yoksa onlar: “O, şâirin biri! Bekliyoruz, zamanın felâketlerine uğrayacak, helâk olup gidecek” mi diyorlar?

قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ ﴿٣١﴾
31: De ki: “Bekleyedurun; ben de sizinle beraber zamanın neler getireceğini bekliyorum!”
Tefsir
Yakın çevresinden haksız ve ağır ithamlara mâruz kalan Resûl-i Ekrem’e, inkârda direnenlerin düşündükleri ve düşünebilecekleri, söyledikleri ve söyleyebilecekleri, yaptıkları ve yapabilecekleri ile ilgili hemen bütün ihtimaller hatırlatılıp bunların hiçbirinin sonuç vermeyeceği, kendisine düşenin azim ve sebatla doğruyu anlatmak olduğu, bu olumsuzlukların Allah’a olan bağlılığını asla etkilememesi gerektiği, yeterli bildirim ve öğüt yapıldığı halde akıl ve iz‘anlarını harekete geçirmemekte ısrar edenleri ise kendilerini bekleyen ceza ile baş başa bırakmaktan başka bir yol bulunmadığı bildirilmektedir.

Araplar’da kâhinler ve mecnunların cinlerle insanlar arasında irtibat sağladığına inanılırdı. Bu sebeple putperestler Resûlullah’a 29 ve 30. âyetlerde belirtilen türden isnat ve iftiralarda bulunuyorlardı. 29. âyette Hz. Peygamber’le ilgili bu iddiaların asılsızlığı ortaya konmaktadır (İbn Atıyye, V, 191). Bu ve benzeri yerlerde mecnun kelimesini –yaygın anlamıyla– “akıl hastası, deli” şeklinde açıklamak mümkün olduğu gibi, o günkü inanışlar ışığında “cinlenmiş, cinin hâkimiyetine girmiş” şeklinde yorumlamak da mümkündür. “Kâhin” kelimesinde ise bu mâna daha belirgindir (bk. Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 158-165; A. Fischer, “Kâhin”, İA, VI, 71-73; ayrıca bk. A‘râf 7/184, Hicr 15/6).

اَمْ تَأْمُرُهُمْ اَحْلَامُهُمْ بِهٰذَٓا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَۚ ﴿٣٢﴾
32: Bunu onlara akılları mı söyletiyor? Yoksa onlar bir azgınlar gürûhu da, ondan mı böyle davranıyorlar?

اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَۚ ﴿٣٣﴾
33: Yahut: “Kur’an’ı kendiliğinden uyduruyor!”mu diyorlar? Ha­yır! Onlar gerçeği biliyor, fakat inanmak istemiyorlar.

فَلْيَأْتُوا بِحَد۪يثٍ مِثْلِه۪ٓ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَۜ ﴿٣٤﴾
34: Eğer iddialarında doğru iseler, haydi onun benzeri bir söz getirsinler!
Tefsir
Müşrikler, Resûlullah (s.a.s.)’i halkın nazarında küçük düşürüp insanların ona inanmalarını engellemek için onun hakkında çeşitli yaftalamalarda bulunuyorlardı. Bu sebeple ona “kâhin”, “mecnûn” ve “şâir” diyorlardı.
Kâhin, Arapçada falcı, gaipten haber veren, düzenbaz mânalarında kullanılır. Cahiliye döneminde kâhinlik apayrı bir meslekti. Kâhinler yıldızları tanıyıp onlara mâna verdiklerini iddia ediyorlardı. İtikadı bozuk insanlar da onların böyle olduklarını; ruhlar, şeytanlar ve cinlerle özel irtibata geçmelerinden dolayı gizli bilgileri öğrendiklerini zannediyorlardı.
Mecnûn deli demektir. Cinlerin tasallutuna uğrayarak aklını kaybetmiş, ne konuştuğunu ve ne yaptığını bilemez hale gelmiş kişi mânasındadır. Efendimiz (s.a.s.), tek başına başlattığı İslâm davasıyla sapıklık ve şaşkınlık çukurunda bulunan bütün bir toplumu karşısına aldığı ve gerekirse canı pahasına onlarla amansız bir mücadeleye giriştiği için, müşriklerin nazarında bu delilikten başka bir şey değildi.
Şâir ise şiir söyleyen kimse demektir.
Müşrikler, Allah Resûlü (s.a.s.)’e bu iftiraları atıyor, fakat bunlar bekledikleri neticeyi vermeyince ne yapacaklarını bilmemenin verdiği kararsızlık ve çaresizlik içinde, zamanın felaketlerinin veya ölümün gelip onu yok etmesini bekliyorlardı. Nasıl ki söyledikleri hamasi şiirlerle zaman zaman canlarını yakan, kabile izzet ve şereflerini ayaklar altına seren önceki şairler felakete uğrayarak ölüp gidiyor ve onların belâsından kurtuluyor iseler, Hz. Muhammed (s.a.s.) de bir gün gelip yok olacak, böylece -hâşâ- onun şerrinden kurtulacaklardı.

 
Kurban
Beiträge: 1.013
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 14.01.2024 | Top

   

Tur Süresi Meal Ve Tefsiri 35-49
Tur Süresi Meal Ve Tefsiri 1-20

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz