Mülk Süresi Meal Ve Tefsiri

#1 von HMCK ( Gast ) , 08.04.2022 07:20

Mülk Süresi Meal Ve Tefsiri
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMülk”kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın azameti, Allah’ın birliğinindelilleri ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin akıbetleri konuedilmektedir
Nuzül
Mushaftaki sıralamada altmış yedinci, iniş sırasına göre yetmiş yedinci sûredir. Tûr sûresinden sonra, Hâkka sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.
Konusu
Sûre genel olarak Allah Teâlâ’nın varlığı ve birliğini, azametini, evrendeki hükümranlığını, tek tanrı ve tek yaratıcı olduğunu, hayatın ve ölümün var ediliş amacını ve öldükten sonra dirilmeyi konu edinmektedir. Sûrede ayrıca insanlığın ilâhî vahyin uyarıcılığına muhtaç olduğuna işaret edilmekte, bunu kabul etmeyenlerin karşılaşacakları kötü sonuçla ilgili uyarılar yapılmaktadır.
Fazileti
Hz. Peygamber, Mülk sûresinin onu okuyanları kabir azabından koruyacağını ifade buyurmuşlar (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 9; Şevkânî, V, 296), bu sebeple cenazelerin ardından bu sûrenin okunması âdet olmuştur. Bu hadisi, “sûreyi okuyup amel edenlerin, kabir azabını gerektiren günahlardan uzak duracağı ve böylece azaptan kurtulacağı” şeklinde anlamak da mümkündür.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla

تَبَارَكَ الَّذٖي بِيَدِهِ الْمُلْكُؗ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌۙ ﴿١﴾
﴾1﴿ Mutlak hükümranlık elinde olan Allah aşkındır, cömerttir ve O’nun her şeye gücü yeter.
Tefsir
Allah Teâlâ, çok mübârektir. Yani nihâyetsiz bir azamet ve kudret sahibidir. Sıfat ve fiilleri itibariyle herkesten üstündür. Tüm iyiliklerin ve bereketlerin kaynağıdır. Ezelî ve ebedî kemâlâta sahip tek zattır. Bütün kâinatın hâkimiyeti, saltanatı ve hükümdarlığı O’nun kudret elindedir. Dilediğini yüceltir, dilediğini zelil kılar. Dilediğini öldürür, dilediğini diriltir. Dilediğini zengin eder, dilediğini fakir kılar. Ölümü ve hayatı yaratan da O’dur. Yalnız bunları hikmetsiz ve boş yere değil, dünyada insanları imtihan etmek için takdir buyurmuştur. İmtihanın maksadı ise, ömrünü ve kendisine sunulan imkânları en doğru bir şekilde kullanarak en güzel amelleri kimin işleyebileceğini ortaya çıkarmaktır. İmtihanı yapan Allah Teâlâ olduğuna göre, sorulan soruların mâhiyetini ve bunlara verilecek cevapların doğruluğunu en iyi bilen de O’dur. O halde kulun bu imtihanda başarılı olabilmesi için, Allah katında neyin iyi neyin kötü, hangi amelin makbul hangi amelin merdut olduğunu bilmesi ve ona göre davranması gerekir. Ayrıca çıkan sonuca göre bir mükâfat veya ceza olmasa, imtihanın bir anlamı kalmaz. Demek ki Cenâb-ı Hak imtihanın müspet ya da menfi neticesine göre kullarına bir karşılık verecektir. O, bunu yapmaya muktedirdir; kimse O’nu yapacağı bir işten engelleme gücüne sahip değildir. Ancak henüz imtihan süresi bitmeden kötülükten vazgeçip tevbe edenler için de O, sonsuz bağışlayıcı bir Rabdir.

اَلَّذٖي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّـكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًؕ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْغَفُورُۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿ Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.

اَلَّذٖي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًؕ مَا تَرٰى فٖي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍؕ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ ﴿٣﴾
﴾3﴿ Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahmânın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَسٖيرٌ ﴿٤﴾
﴾4﴿ Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir.
Tefsir
Göklerin durumunu belirtmek üzere “tıbâk” kelimesi kullanılır. اَلطِّبَاقُ (tıbâk); “birbirine tıpatıp uygun, birbirinin üstünde” yahut “tabaka tabaka, kat kat” demektir. Bugünkü bilgilerimize göre, dünyanın kâinat içindeki yerini ve kâinatı tanımak için kâinattan dünyaya doğru bakmak gerekir. Kâinatın veya evrenin ağa benzeyen bir yapısı vardır. Henüz sonu olmadığı düşünülüyor. Evren içinde yer alan ağların her biri süper kümeleri oluşturuyor. Bunlardan birisi de Virgo (Başak) süper kümesidir. Virgo (Başak) süper kümesi içinde sayısız denebilecek kadar yerel gruplaşmalar vardır. Bu yerel gruplaşmaların her biri gökadalardan oluşuyor. Bu yerel gruplaşmalardan sadece biri içinde yer alan gökadalardan biri Samanyolu gökadasıdır. Samanyolu galaksisi içinde yüz kadar yıldız kümesi vardır. Her bir yıldız kümesinde milyarlarca yıldız bulunmaktadır. Hesaplamalara göre, galaksimiz Samanyolu sistemi, en az yüz milyar yıldızdan oluşmaktadır. Bizim galaksimiz olan Samanyolu’na en yakın olan Nebula galaksisi de en az yüz milyar yıldızdan oluşur. Milyonlarca galaksinin her birinin yüz milyar yıldızı olduğu düşünülürse ve daha ötesi olan yerel gruplar ve bu yerel grupların oluşturduğu süper kümeler ve süper kümelerin oluşturduğu evren ağ sistemi düşünüldüğünde, kâinat içinde yer alan yıldız sistemlerinin sayısını hesaplamak için zaman ve rakamlar yetmez. Öte yandan bu sistemler yakından uzağa doğru, yedi kattan oluşur. Bu katmanların en yakını, gözle görebildiğimiz Samanyolu galaksisidir. Samanyolu sistemine en yakın olan ve en az yüz milyar yıldızdan oluşan Nebula galaksisi çıplak gözel çok küçük bir yıldız olarak gözükür. Tüm bu sistemler, muazzam bir uyum içindedirler. Bu sebeple âyette “Rahman’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik göremezsin” (Mülk 67/3) buyrulmaktadır
Bu âyette yer alan اَلتَّفَاوُتُ (tefâvüt), uygunsuzluk, aykırılık, âhenksizlik, mütenâsip olmama mânalarına gelir. اَلْفُطُورُ (futûr) ise çatlak, aralık, kopukluk demektir. Allah Teâlâ’nın kudret nişânelerinden biri, yedi kat göğü yaratmasıdır. Bunları öyle eşsiz güzellikte, âhenk ve uyum içinde yaratmıştır ki, her şey gayet düzenli ve birbiriyle irtibatlıdır. Kâinatta hiçbir uyumsuzluk, âhenksizlik ve kopukluk yoktur. O âdeta muhteşem bir saray, fevkalade düzenli ve sistemli bir fabrika, çok iyi planlanmış bir şehir gibidir. Orada her şey birbiriyle ve her bir şey bütünle son derece ölçülü bir münâsebet içindedir. Bütün kâinat, içindeki tüm varlıklarla birlikte aynı büyük gâyelerin gerçekleşmesi için çalışır. Bu gâyeler için çok uzun mesafelerden unsurlar birbirinin yardımına koşturulur. Meselâ güneş ve ay, gece ve gündüz, yaz ve kış, hayvanlara yiyecek taşımak için bitkilerle mükemmel bir işbirliği yapar. Tohum, toprak, su, hava ve güneş bitkilerin yetişmesi ve meyvelerin meydana gelmesi için yine kusursuz ve fevkalade bir denge içinde işbirliğinde bulunur. Hem bitkiler hem de hayvanlar insanın hizmetine koşturulur. Söz gelimi, bal arısı Rabbin rahmet hazinelerinden topladığı nektarları insan için bala çevirir ve o balı bütün insanlar bir araya gelse üretemez. İpek böceği, yine ilâhî rahmet hazinelerinden topladığı gıdayı ipek olarak üretir ve insanın hizmetine sunar. Kâinattaki bu muazzam işbirliği, yardımlaşma, dayanışma ve bunun bütün kâinatta kusursuz işlemesi, bütün kâinata hükmeden, tek tek bütün varlığı bütün hususiyetleriyle tanıyıp istihdam eden mutlak bir ilim, irade ve kudret sahibi bir Zât’ı gösterir.
Kâinatta her şeyin muazzam ve kusursuz bir denge üzerinde yürüdüğü bir gerçektir. Meselâ yeryüzünde yaratma işi sonsuzca bir bolluk içindedir ama, bol şeylerde güzelliğe fazla rastlanmazken, her yaratılan kusursuz, yerli yerince ve çok güzeldir. Âyet-i kerîmede: “O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı” (Secde 32/7) buyrularak bu gerçeğe işaret edilir. Yine sınırsız bollukla güzelliğin bir arada bulunduğu yaratmada, aynı zamanda sınırsız bir kolaylık ve süratle birlikte mükemmel bir düzen vardır. Aslında mükemmel bir düzenle kolaylığın ve süratin bir arada bulunması mümkün değildir. Fakat yaratan Allah olunca, bütün zıtlar tam bir âhenk içinde bir arada bulunabilmektedir. Yine her şey sonsuz ucuzlukta meydana gelmekte, fakat fevkalade bir değer ifade etmektedir. Sayısız denebilecek varlığa, türlerdeki muazzam çeşitliliğe rağmen, her tür ve her fert diğerinden farklıdır ve kendine has özelliklere sahiptir. Varlık âlemindeki eşsiz düzenden birer numûne olan bütün bu gerçekler, aynı zamanda sınırsız ilmi, iradesi, kudreti ve diğer bütün isim ve sıfatlarıyla tek bir Yaratıcı’yı göstermektedir. (bk. Ünal, s. 1227)
Bu bakımdan insan kâinattaki bu eşsiz düzen içinde bir kusur, bir uyumsuzluk, bir çatlak bir boşluk veya kopukluk görebilmek için ne kadar bakarsa baksın, ileri teknik aletlerle ne kadar inceleme yaparsa yapsın onda bir eksiklik veya bozukluk görmesi mümkün değildir. Böyle bir faaliyetin peşinde olan göz, aradığını bulamamanın horluğu, hakirliği, yorgunluk ve bitkinliği içinde geri dönmek mecburiyetinde kalacaktır.

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُوماً لِلشَّيَاطٖينِ وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعٖيرِ ﴿٥﴾
﴾5﴿ Gerçek şu ki biz yakın göğü kandillerle süsledik. Ayrıca bunlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.
Tefsir
Sûrenin özeti mahiyetinde olan bu âyetlerin ilkinde Allah’ın yüceliği, kudreti, evrendeki hükümranlığı ve her şeyin kendisinin kudret elinde olduğu, evrende istediği gibi tasarrufta bulunabileceği ifade edilmiş, sonraki âyetlerde ise O’nun kudretinin eserlerinden örnekler verilmiştir (1. âyette “aşkındır, cömerttir” diye çevirdiğimiz tebâreke fiilinin diğer anlamları hakkında bilgi için bk. Furkān 25/1). 2. âyet yüce Allah’ın kudret ve tasarrufunu en açık bir şekilde gösteren delilleri içermekte; Allah’ın, dünyada insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasaklarına uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir. Aynı âyette önce ölüm, sonra hayat geçtiği için burada “ölüm” kavramıyla, hayattan önceki cansızlık halinin mi yoksa dünya hayatının sona ermesi ve âhiret hayatına geçiş halinin mi kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bir kısım müfessirler âyetteki sıralamayı dikkate alarak ölümden maksadın dünya hayatından âhiret hayatına geçiş hali, hayattan maksadın ise âhiret hayatı olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXX, 55; Elmalılı, VII, 5159). İkinci grup ise ölümle dünya hayatından âhiret hayatına geçiş halinin, hayatla da dünya hayatının kastedildiği kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 134); bizim tercihimiz de budur. Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir. Hayat ölümden önce olduğu halde âyette sonra gelmesi ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır (bk. Râzî, XXX, 55; Ateş, IX, 526-527). Dikkat çekici bir yoruma göre eşyada aslolan yokluk olduğu, varlık ve hayat sonradan verildiği için âyette ölüm önce gelmiştir (Şevkânî, V, 297). Bizce de isabetli olan diğer bir yoruma göre ölüm insanlara hayatın sorumluluğunu hatırlattığı, onları iyi işler yapmaya teşvik ettiği ve bir uyarıcı olduğu, nihayet insanda “imtihan” sorumluluğunu daha canlı tuttuğu için âyette ölüm önce zikredilmiştir. Nitekim hayat bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığının verileceği ebedî varlık sahnesine geçişi sağlayan dönüm noktası, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi bir uyarıcıdır (bk. Râzî, XXX, 55). İfadenin akışına ve lafız güzelliğine daha uygun olduğu için “mevt” (ölüm) kelimesinin önce geldiği de düşünülebilir.
3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin bir tesadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir (yedi göğün anlamı hakkında bk. Bakara 2/29).
Meâlde “Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak” diye tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Sonra gözünü iki kez daha çevir de bak” şeklindedir. Ancak bu ibare çokluktan kinaye olup sayı olarak iki defayı değil, defalarca bakmayı ifade eder (bk. İbn Âşûr, XXIX, 19-20).
Yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gökyüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiş, yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından onlara mecaz olarak “kandiller” (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir (Taberî, XXIX, 3). Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin konuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellenmesidir. Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbihattan olan bu tür âyetlerin anlamları hakkında zamana, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız (gökyüzünün yıldızlarla süslenmesi ve bunlarla şeytanların taşlanması konusunda bilgi için bk. Hicr 15/16-18; Sâffât 37/6-10).
“Taşlanma” şeklinde çevirdiğimiz rücûm kelimesi “sağlam bir bilgiye dayanmadan konuşmak, kafadan atmak” mânasına da geldiği için âyete, “insan ve cin şeytanlarının yıldızlara bakarak aslı faslı olmayan şeyler söylemeleri” mânası da verilmiştir (Şevkânî, V, 299).Ömer Çelik

وَلِلَّذٖينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَؕ وَبِئْسَ الْمَصٖيرُ ﴿٦﴾
﴾6﴿ Rablerini inkâr edenlere cehennem azabı vardır. Orası ne kötü bir varış yeri!

اِذَٓا اُلْقُوا فٖيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهٖيقاً وَهِيَ تَفُورُۙ ﴿٧﴾
﴾7﴿ Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِؕ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ فٖيهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُـهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذٖيرٌ ﴿٨﴾
﴾8﴿ Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak! Oraya her bir grup atıldıkça, muhafızları onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar.

قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذٖيرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا فٖي ضَلَالٍ كَبٖيرٍ ﴿٩﴾
﴾9﴿ Şöyle cevap verirler: “Evet, doğrusu bize bir uyarıcı (peygamber) gelmişti; fakat biz onu yalancılıkla itham etmiş ve ‘Allah hiçbir şey göndermemiştir; siz gerçekten büyük bir sapkınlık içindesiniz!’ demiştik.”

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فٖٓي اَصْحَابِ السَّعٖيرِ ﴿١٠﴾
﴾10﴿ “Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!” diye de ilâve ederler.
Tefsir
Yere en yakın gök, yıldız ve gezegenlerini çıplak gözle görebildiğimiz gökyüzüdür. Onun ötesi ancak teleskop ve benzeri aletler yardımıyla görülebilir. Daha ötesi ise aletler vasıtasıyla da görülemez. Günümüzde elde edilen bilgiler, uzayın son derece geniş olduğu yönündedir. Öyle ki, yaratılalı milyarca yıl olmakla birlikte ve saniyede üç yüz bin kilometre hız yaptığı halde henüz ışığı bize ulaşamayan yıldızlardan bahsedilir. Yaklaşık iki yüz milyar galaksi ve her galakside de yine yaklaşık yüz elli-iki yüz milyar yıldızdan söz edilir. Tek kelimeyle, bunlar ilâhî kudretin akılları donduran, gönülleri kendine hayran bırakan izahı imkânsız eşsiz bir tecellisidir. Yere en yakın gök, Samanyolu galaksisidir. Çıplak gözle baktığımızda orada her biri kandil gibi yanan yıldızlar vardır. Yıldızların her biri güneş gibi ısısı ve ışığı olan gök cisimleridir. Güneşin yüzey sıcaklığı 6000 santigrat derece, Chromosphere’de 10.000 santigrat derece, Corona’da 1 veya 2 milyon santigrat dereceye ulaşıyor. Merkezinde ise tahmin edilen sıcaklık 20 milyon santigrat dereceye varıyor.
Yıldızların şeytanlar için mermi yapılmasına gelince, bu durum, Arapların çok ehemmiyet verdikleri kehânetin aslının olmadığını, tamamen yalana dayandığını bildirir. Çünkü kâhinlerin irtibat halinde oldukları şeytanların meleklerden gaybe ait herhangi bir bilgi alma imkânlarının olmadığını haber vermektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in de, şeytanların müdahalesi olmadan emin yollarla Peygamberimiz (s.a.s.)’in kalb-i pâkine ulaştığı gerçeği hatırlatılmış olur. (bk. Hicr 15/16-18; Saffât 37/6-10)

فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقاً لِاَصْحَابِ السَّعٖيرِ ﴿١١﴾
﴾11﴿ Böylece günahlarını itiraf etmiş olurlar. O alevli ateşin mahkûmları artık rahmetten mahrumdurlar.
Tefsir
Bazı âhiret sahnelerini tasvir eden bu âyetler, kimlerin daha güzel davranacağını sınamak için ölümün ve hayatın yaratıldığını ifade eden 2. âyetle irtibatı olup, bu dünyada Allah’a isyan edenlerin öte dünyada çekecekleri cezayı, O’na karşı saygılı olup günah işlemekten korunanların elde edecekleri ödülleri açıklamaktadır. 6-8. âyetlerdeki tasvirler cezanın ne derece şiddetli olduğunu daha iyi hissettirme amacına yöneliktir. 8. âyette “uyarıcı” diye çevirdiğimiz nezîrden maksat peygamberdir (İbn Âşûr, XXIX, 25). Âyette dünyada peygamberin çağrısına ve uyarılarına kulak tıkayıp inkâr ve isyanlarını sürdürmekte direnenlere, yarın kıyamet gününde, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorulacağını bildiren ifade aslında yaşayanlar için bir uyarıdır. 9-11. âyetler o gün iş işten geçtikten sonra değil, fakat bugün fırsat eldeyken o uyarıya kulak vermek, yani peygamberi tanımak, ayrıca Allah’ın insanlığa büyük lutfu olan aklı ve diğer bilgi imkânlarını da kullanarak hak ve hidayet yolunu bulmak gerektiğine, ebedî kurtuluşun ancak bu sayede kazanılabileceğine işaret etmektedir. 12. âyet ise müminlerin nâil olacağı uhrevî mutluluğun veciz bir özetidir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419
Kâfirlerin içine atılacağı cehennemin yakıcılığı, çılgınlığı, kabalığı ve katılığı dehşet verici bir manzara halinde tasvir edilir: Cehennem tıpkı acımasız ve yırtıcı bir canavar gibi, içine atılan inkârcılara duyduğu hınç ve öfkeden dolayı solur, kükrer, bağırır, kaynayıp durur. Öyle ki neredeyse gayzından ve öfkesinden çatlayacak durumdadır. Oraya atılanlar sadece yanmakla kalmaz, üstelik cehennem zebanileri onların acı, hasret ve pişmanlıklarını artırmak için “size cehennemin varlığını haber veren ve sizi onunla uyaran bir peygamber gelmedi mi?” diye sorarlar. Onlar, “evet” deseler de bunun bir faydası olmaz. 10. âyette “Eğer uyarılara kulak vermiş veya aklımızı kullanıp gerçekler üzerinde düşünmüş olsaydık” (Mülk 67/10) ifadesinde, önce “dinlemek”, sonra “aklı kullanmak” gelmektedir. Yazılı bir şey olduğunda “okumak” da dinlemekle aynı kabul edilebilir. Bunda şöyle hikmet vardır: İlâhî davetten istifade edebilmek için birinci şart ona kulak vermek, dinlemek ve ona iyi niyetle yaklaşmaktır. Gerçek olup olmadığını anlamak için üzerinde düşünmek ise ikinci safhadır. Dolayısıyla vahiy ve risâlet olmadan salt akılla doğru yolu bulmak imkânsızdır.

اِنَّ الَّذٖينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَبٖيرٌ ﴿١٢﴾
﴾12﴿ Görmedikleri halde rablerinden korkup saygı duyanlara gelince, onları da hem bir bağışlanma hem de büyük bir ödül beklemektedir.
İslâm ahlâkı, kendisini duyularımızla kavrayamadığımız Allah’a karşı duyulan derin bir saygı, ürperme ve korku esasına dayanır. Çünkü insan ancak Allah’ın gözetimi ve kontrolü altında olduğuna, O’nun her şeyi gördüğüne, işittiğine ve bildiğine, dolayısıyla O’nun cezalandırmasından hiçbir yere kaçamayacağına inandığı takdirde günahlardan sakınır ve güzel işler yapmaya koyulur. Nitekim Selmân-ı Fârisî (r.a.) der ki:
“Mü’min, doktoru yanında olan bir hastaya benzer. Doktoru, ona yarayan ve yaramayan şeyleri bilir. Hasta, kendine zararlı bir şeyi isterse ona engel olur ve «yersen ölürsün» der. Mü’minin hâli de bunun gibidir. O, bir çok şeyleri arzular. Fakat inandığı ve hep yanında olduğunu hissetiği Allah Teâlâ, onu bu yanlış arzulardan engeller. Tâ ölünceye kadar bu durum böyle devam eder. Sonunda cennete gider.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 72)
Sebebi Nuzül:
İbni Abbas der ki:Rasülüllah a.s aleyhin de konuşan müşrikler hakkın da inmiştir.Ayet gelmeden önce Cibril a.s gelip durum dan rasülülahı haberdar etmiş ve ayeti getirmiştir.

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِهٖؕ اِنَّهُ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٣﴾
﴾13﴿ Sözünüzü ister gizleyin isterse açığa vurun; unutmayın ki O, kalplerin içindekini bilmektedir.

اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَؕ وَهُوَ اللَّطٖيفُ الْخَبٖيرُࣖ ﴿١٤﴾
﴾14﴿ Yaratan bilmez olur mu? O, bütün inceliklerin farkındadır ve her şeyden ­haberdardır.

هُوَ الَّذٖي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فٖي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهٖؕ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ ﴿١٥﴾
﴾15﴿ Yeryüzünü sizin için kullanışlı hale getiren O’dur. Üzerinde dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyip için; (ama unutmayın ki) dönüş yalnız Allah’adır.
Tefsir
Cenâb-ı Allah, kendisinin güç ve kudretini gösteren delilleri bir defa daha gözler önüne sermekte; yerkürenin yaratılması, her türlü nimet ve imkânlarla donatılarak üzerinde yaşanılır hale getirilmesinin, sonsuz bir gücün varlığını ve birliğini gösterdiğine dikkat çekmektedir. “Üzeri” diye çevirdiğimiz menâkibihâ tamlamasındaki menâkib kelimesi, “omuz” anlamına gelen menkibin çoğulu olup mecaz olarak yeryüzündeki yolları, köşe bucak ve dağları ifade eder (Şevkânî, V, 301-302). Yüce Allah, bu nimetleri kulları için yarattığını bildirerek onlara yeryüzünde dolaşmalarını, yarattığı rızıklardan yiyip içmelerini istemiş; arkasından “Dönüş yalnız Allah’adır” buyurmak suretiyle insanların dünya nimetleri ve zevklerine dalarak kendi varlığını, sonsuz kudretini ve âhiret hayatını unutmamaları gerektiği, zira her nimetin bir sorumluluğu olduğu mesajını vermiştir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 421-422
Yüce Rabbimiz yeryüzünü uysal bir binek gibi bizim emrimize âmâde kılmıştır. Onu canlıların yaşamasına ve faydalanmasına hazır hale getirmiştir. Çeşitli rızıklarla ve imkânlarla donatmıştır. Onun yolları ve ovaları gibi düz yerlerinde yürüyüp dolaşabildiğimiz gibi, binek hayvanının omuzları mesâbesinde olan dağlarında ve tepelerinde de yürüyüp dolaşabiliyoruz. Yeryüzünün tamamı denizler ve karalarla kaplıdır. Denizlerde gemilerle, karalarda kara taşıtlarıyla, havada ise uçak ve helikopter gibi hava taşıtlarıyla dünyanın her bir köşesini geziyoruz. Onun en sarp yeri olan omuzlarında dolaşılabildiğine göre, orada insana itaat etmeyen, boyun eğip teslim olmayan hiçbir şey yok demektir. Yeryüzünün binek hayvanına benzetilmesinde, onun hissedilmeyecek kadar istekli ve seri bir hareketle sarsmaksızın yürüdüğüne de bir işaret vardır. Bu da onun hem kendi hem de güneş etrafında dönmesidir. Ayrıca اَلْمَنَاكِبُ (menâkib) ifadesiyle, coğrafi anlamda yeryüzünün incelenmesi, imkânlarının araştırılması, yeraltı zenginliklerinin tespit edilip ortaya konulmasına da bir teşvik bulunmaktadır. Fakat bu nimetler size iş olsun diye sunulmamıştır. Bu bir imtihan gereğidir. Çünkü bir gün bu nimetlerden ayrılacak, Yüce Allah’ın huzuruna çıkacak ve bunların hesabını vereceksiniz. O halde Allah’ın hesabından ve azabından sakınmanız icab etmektedir.
Sebebi Nuzül
İbni Abas r.a der ki:Rasülüllahın aleyhine konuşan müşrikler hakkın da nazil olmuştur.
Cibril a.s gelmiş onların Rasülüllah hakkın da konuştuklarını bildirmiştir..Müşrıkler Muhammedin ilahının her yerde kulağı var, işitir demişler.
Vahidi ve ibni Cevzi..

HMCK
zuletzt bearbeitet 09.04.2022 08:05 | Top

   

Mülk Süresi Meal Ve Tefsiri 1
Kalem Süresi Meal Ve Tefsiri 1

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz