Mülk Süresi Meal Ve Tefsiri
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla
ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ ﴿١٦﴾
﴾16﴿ Göktekinin sizi yerin dibine batırmayacağından emin misiniz? Bir de bakarsınız yeryüzü altüst olmuş!
Tefsir
اَمْ اَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباًؕ فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذٖيرِ ﴿١٧﴾
﴾17﴿ Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin misiniz? Uyarılarımın ne demek olduğunu yakında anlayacaksınız!
وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكٖيرِ ﴿١٨﴾
﴾18﴿ Onlardan öncekiler de (dinimi) asılsız saymışlardı; ama verdiğim ceza da nasıl olmuştu?
Tefsir
Müfessirler “gökte olan”dan maksadın kim veya ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: 1. Bundan maksat Allah’tır; ancak bu mecazi bir anlatım olup maksat O’nun yüceliğini ve gücünün sonsuzluğunu vurgulamaktır. Allah mutlak mânada yücedir, sonsuz ve sınırsızdır, zamanda ve mekânda olanlar ise sınırlıdır ve Allah bu sınırlamalardan münezzehtir. 2. Maksat gökteki meleklerdir. Onlar Allah’ın emriyle yeryüzüne inerek kendilerine verilen görevleri yerine getirirler. 3. Maksat, Allah’ın gökten inen azabıdır. Allah’ın rahmeti ve nimeti nasıl gökten iniyorsa O’nun azabı da inkârcı ve isyankârların başına gökten iner (daha geniş bilgi için bk. Râzî, XXX, 69-70; Elmalılı, VII, 5232 vd.; İbn Âşûr, XXIX, 33). Bize göre burada geçen “gök” kelimesiyle, fizikî evrenin gökleri değil, madde ötesi, yüce olan varlık düzeyi kastedilmiş olmalıdır.
15. âyette belirtilen imkânların iyi değerlendirilmesi gerektiği yönünde ikazlar içeren bu âyetlerde insanların, yeryüzündeki nimetlerden yararlanırken azgınlık ve taşkınlık göstermemeleri gerektiğine, aksi takdirde yeryüzünde şiddetli felâketlerin, yıkımların vuku bulacağına, böylece Allah’ın gönderdiği uyarıcıyı (peygamber), onun uyarılarını önemsemeyenlerin şiddetle cezalandırılacaklarına dikkat çekilmektedir. Nitekim 18. âyette de geçmişte gerçekleri yalan sayanların bu şekilde cezalandırıldığı hatırlatılmaktadır (krş. Kasas 28/81; Hâkka 69/6-8).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 422
Allah Teâlâ zaman ve mekandan münezzeh olup, ilmi ve kudretiyle her yerdedir. O’nun hâkimiyet ve tasarrufunun dışında kalan hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla bu âyetlerde “gökteki” sözü ile Cenâb-ı Hak kastedilmekle birlikte bu mecâzi bir ifadedir. Bu ifade, O’nun yüceliğini ve kudretinin sonsuzluğunu vurgular. Allah mutlak mânada yücedir, sonsuz ve sınırsızdır. Zaman ve mekanla kayıtlı olanlar sınırlı olduğu halde Allah Teâlâ bu sınırlamalardan pak ve uzaktır. Böyle sınırsız bir güç ve kudrete sahip olan Allah’tan korkmak gerekir. Çünkü istese Karun’u bütün mülk ve saltanatıyla yerin dibine geçirdiği gibi bizi de her an yerin dibine geçirebilir. Dilese Lût kavminin üzerine taş yağdıran kasırga gönderdiği gibi bizim üzerimize de gönderebilir. Bunlar daha önce yalanlamış olanların başına gelmiş musibetlerdir. Allah’ın emrini tutmadığımız takdirde, bizim bu tür azaplardan emniyette olmamızı gerektirecek hiçbir haklı sebep bulunmadığı gibi, böyle bir azabın vukuunda bizi ondan kurtaracak hiçbir güç de yoktur.
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَؕ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُؕ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصٖيرٌ ﴿١٩﴾
﴾19﴿ Üstlerinde kanatlarını aça kapaya uçan kuşları hiç görmediler mi? Onları (havada) Rahmân’dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.
اَمَّنْ هٰذَا الَّذٖي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِؕ اِنِ الْكَافِرُونَ اِلَّا فٖي غُرُورٍۚ ﴿٢٠﴾
﴾20﴿ Peki, Rahmân’a karşı size yardım edecek askerleriniz kimler? İnkârcılar sadece derin bir gaflet içinde bulunmaktadırlar.
اَمَّنْ هٰذَا الَّذٖي يَرْزُقُكُمْ اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُۚ بَلْ لَجُّوا فٖي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ ﴿٢١﴾
﴾21﴿ Yahut Allah lutfettiği rızkı kesiverse size rızık verebilecek olan kim? Hayır! Onlar azgınlıkta ve haktan sapıp uzaklaşmakta ısrar ediyorlar.
Tefsir
Yüce Allah’ın başka bir eseri olan kuşların uçma yeteneğine işaret edilerek Allah’ın kudretinin bir işareti daha gözler önüne serilmektedir. Yer çekimine rağmen kuşların gökyüzünde kanat çırparak uçması ve süzülmesi, her gün gördüğümüz için önemini gözden kaçırdığımız, gerçekte ise Allah’ın sanat ve kudretini gösteren hârika olaylardandır. Kuşlara bu yeteneği veren Allah’tır. Burada Allah’ın merhametini yansıtan Rahmân isminin kullanılmış olması, O’nun mahlûkata merhametle muamele ettiğini, varlık düzeninin O’nun rahmetinden bir yansıma olduğunu ima eder. 21. âyette “rızık” kelimesiyle ifade edilen nimetler de Rahmân isminin sürekli tecellisi olup bu tecelli bir an kesilecek olsa hayatın bütünüyle yok olacağına dikkat çekilmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 422-423
Allah Teâlâ’nın kudret nişânelerinden biri, gökyüzünde kanatlarını açıp kapayarak saflar halinde uçan kuşlardır. Onları havada tutup uçmalarını sağlayan şüphesiz sonsuz merhamet sahibi Allah’tır. Allah, onlara merhamet ettiği gibi, bütün mahlukâta da merhamet etmektedir. Çünkü O her şeyi görmekte, gördüğü için ihtiyaçlarını bilmekte, çok merhametli olduğu için de onların ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Dolayısıyla insanlar için de gerçekte Allah’tan başka ne bir koruyucu ne de bir yardımcı vardır. Hiçbir güç onları Allah’ın azabından, âfet ve belalarından koruyamaz, yardım edemez. O halde tapılmaya layık yalnız O değil midir? Elbette O’dur. Buna rağmen kâfirler bir yanılgı, şaşkınlık, sapıklık ve aldanış içindeler. Hâlâ Allah’tan başkasından medet umarak onlara tapmakta, ısrarla sapıklık ve azgınlıklarına devam etmektedirler. Bu yanlış yoldan bir an önce dönmelidirler. Çünkü bu yolun, onları doğru bir hedefe ulaştırmayacağı kesindir.
اَفَمَنْ يَمْشٖي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِهٖٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْشٖي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ﴿٢٢﴾
﴾22﴿ Şimdi (düşünün, önünü görmeden), yüzüstü sürünen mi hedefe erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?
Tefsir
Şeytanlara uyarak, mânevî körlük içinde bâtıl yollarda giden inkârcı nankör ile hak yolda yürüyen mümin temsilî olarak karşılaştırılmakta, bunlardan hangisinin hedefine daha güvenli olarak ve şaşmadan ulaşacağı soru-cevap yöntemiyle anlatılmaktadır.
Şüphesiz Allah’ın ve Rasûlü’nün emrine uygun bir hayat süren kişi ile bunlara aykırı davranan kişi aynı değildir. Aralarındaki uçurum oldukça fazladır. Nitekim bu âyet-i kerîmede iki farklı kişinin durumları, aynı türden iki farklı tablo ile tasvir edilir:
Birinci tablo: Upuzun, belirsiz, engebeli bir yol, yolun üzerinde de bir insan bulunmaktadır. Yüzü üstüne kapanmış öylece yürümeye çalışıyor. Yahut ayağa kalkıyor, yolun düz olmaması, sarp olması, inişli çıkışlı olması ya da kendisinde bir takım sakatlıkların bulunması gibi sebeplerle ayakları kayıyor ve tekrar yüzüstü düşüyor. Oldukça zor şartlar altında ilerlemeye çalışıyor. Ama ne çare ki bu kadarı bile mümkün olmuyor, olduğu yerde bocalayıp duruyor. Ayrıca o kişinin belli bir hedefi yoktur, gittiği yol da belirsizdir.
İkinci tablo:: Burada düz, emniyetli ve güzel bir yol vardır. Sonunun nereye varacağı bellidir. Bu yol üzerinde sağlığı, sıhhati yerinde, azaları sağlam bir adam yürüyor. Gönlünde taşıdığı yüce bir hedefe doğru yol alıyor. Korkmadan, sıkılmadan, endişe etmeden düzgün adımlarla ilerliyor. Gittiği yol doğru, hedefi ise bellidir.
Birinci tablo, Allah’a inanmayan, O’nun doğru yolundan sapan, sünnetullah ile çatışan, küfür, cehalet ve sapıklık karanlıkları içinde bocalayıp bir çıkış yolu bulamayan, oldukları yerde sayan hatta çamura batmış gibi çırpındıkça daha da derinlere düşen inkârcıları tasvir etmektedir. İkinci tablo ise Allah’a inanan, O’nun yoluna teslim olan, ilâhî kanunlara uygun hareket eden, ilim ve irfan ile sırat-ı müstakîm üzere durmadan yol alan mesut ve bahtiyar mü’minleri tasvir etmektedir. Şurası kesindir ki iman hayatı doğruluk, dürüstlük ve kolaylık yoludur. Küfür hayatı ise zorluk, sapıklık ve düşkünlük yoludur. Bu iki grup insandan hangisinin daha doğru bir yolda olduğunu anlamak ve tesbit etmek için fazlaca düşünmeye gerek bile yoktur. Sorunun cevabı bizzat içinde âşikârdır.
Sebebi Nuzül
Mükatil bu ayeti kerimenin Ebu Cehil ve Hz.Rasülüllah hakkın da nazil olduğunu bildirmiştir.
Ata nın İbni Abbas dan rivayetine göre ise:Ebu Cehil ve Hamza ibni Abdulmuttalib hakkın da inmiştir.
İkrimeye göre ise: Ebu Cehil ve Ammar ibni Yasir hakkında inmiştir.Fahrettin Razi
قُلْ هُوَ الَّـذٖٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَؕ قَلٖيلاً مَا تَشْكُرُونَ ﴿٢٣﴾
﴾23﴿ De ki: “Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!”
قُلْ هُوَ الَّذٖي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٤﴾
﴾24﴿ De ki: “Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O’dur; sadece gelip O’nun huzurunda toplanacaksınız.”
Tefsir
Doğduğunda hiçbir bilgiye sahip olmayan insana bilgi vasıtalarından kulaklar, gözler ve kalpler (akıllar) verildiğinin hatırlatılması, insanın en değerli ve ayırıcı niteliğinin gözlem ve düşünme kapasitesi olduğuna ve bu nimetleri verene şükretmek gerektiğine işaret eder. Bu nimetler aynı zamanda Allah’ın eşsiz sanatını ve sonsuz kudretini göstermesi bakımından da önemlidir. Muhatabın sağduyusuna hitap edilerek onun yanlış inanç ve tutumlardan kurtulması, Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmesi istenmektedir. Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretini gösteren delillerden biri de insanoğlunun yeryüzünde yaratılması, türetilmesi ve çoğaltılmasıdır. Onları bu şekilde türetip yeryüzüne yayma gücüne sahip olan Allah, öldükten sonra dirilterek huzurunda toplamaya da kadirdir. Nitekim 24. âyetin son cümlesinde, “Sadece O’nun huzurunda gelip toplanacaksınız” ifadesiyle buna işaret edilmiştir (bu âyetlerin tefsiri için ayrıca bk. Nahil 16/78; Mü’minûn 23/78-79).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 423
Allah C.C bize işitme duyusunu, doğru yola çağıran kimseleri duyabilmemiz ve doğru yolda yürümeye karar verebilmemiz için lütfetmiştir. Görme duyusunu kâinattaki, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden her türlü delilleri görerek, bunların arkasında sonsuz kudret sahibi bir Yaratıcı’nın olduğunu anlayalım diye vermiştir. Düşünüp anlama özelliğini de, aklımızı kullanıp doğru ve yanlışı ayırabilmemiz için lütfetmiştir. Bu nimetlerin şükrü ancak bu yollarla yerine getirilir. Eğer Allah’ı tanımamız için verilen bu nimetleri yanlış yolda kullanırsak nankörlük yapmış oluruz. Yalnız şunu hatırdan uzak tutmamak gerekir ki, bizi yaratıp yeryüzünde yayan Allah, tekrar diriltip huzurunda toplamaya kadir olduğuna göre, ne şükür ne de nankörlük karşılıksız kalmayacaktır. (bk. Nahl 16/78; Mü’minûn 23/78-79)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿٢٥﴾
﴾25﴿ “Doğru sözlü iseniz (söyleyin), bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” derler.
Tefsir
Kâfirler inkâr edip, “Ne zaman kopacak şu kıyâmet?” diyerek alaya alsalar da, Allah Teâlâ’nın kesin olarak belirlediği anda ölüm mutlaka gelecek, kıyâmet mutlaka kopacaktır.[1] Fakat bu kâfirler için hiç de hayır getirmeyecektir. Çünkü onlar inanmadıkları kıyâmetin korkunç manzaralarını ve âhiret azabını yakından gördükleri zaman korku, keder, pişmanlık ve perişanlıktan yüzleri simsiyah kesilecektir. (bk. Âl-i İmrân 3/106-107) Kendilerine va’dedilen korkunç günün işte o gün olduğunu anlayacaklar; melekler de onlara iyice anlasınlar diye “Alay ederek küstahça isteyip durduğunuz şey işte bu!” (Mülk 67/27) diyecekler.
Dolayısıyla kâfirlerin, hasretle bekledikleri şekilde Peygamber (s.a.s.)’in ölmesi veya mü’minlerin yok olup gitmesiyle rahatlayacaklarını sanmaları boşunadır:
[1] Güneşin yaklaşık % 75’ini hidrojen, % 23’ünü helyum, % 2’sini ise diğer kimyasal elementlerden oluştuğu bilinmektedir. Hidrojenin helyuma dönüşmesi sırasında büyük bir enerji açığa çıkar. Füzyon adı verilen bu olayda, bir saniyede 600 milyon ton hidrojenin helyuma dönüşmesi söz konusudur. Bu da yaklaşık 4,5 milyon tonluk bir kütleyi oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, güneş kütlesi bir saniyede 4,5 milyon ton kadar küçülmekte ya da hafiflemektedir. Bu küçülme bir günde 226,8 trilyon tonu bulmaktadır. Zihinlerimizi zorlayan bu kadar fazla orandaki küçülme, güneş kütlesinin dev büyüklükte olmasından dolayı çok yavaş seyretmektedir. Dolayısıyla, tamamen yok olması belki de 4 veya 5 milyar yılı bulacaktır. Ancak bütün yakıtı bitmeden de, bir başka sistem tarafından çekilebilir. Buna göre güneş bir gün mutlaka ama mutlaka yok olacak, o zaman da Kur’an’ın haber verdiği gibi kâinatın kıyameti kopacaktır.
قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِࣕ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذٖيرٌ مُبٖينٌ ﴿٢٦﴾
﴾26﴿ De ki: “O bilgi yalnız Allah’a mahsustur, ben ise sadece açık bir uyarıcıyım.”
فَلَمَّا رَاَوْهُ زُلْفَةً سٖٓيـَٔتْ وُجُوهُ الَّذٖينَ كَفَرُوا وَقٖيلَ هٰذَا الَّذٖي كُنْتُمْ بِهٖ تَدَّعُونَ ﴿٢٧﴾
﴾27﴿ Ama onu yakından gördükleri zaman, inkâr edenlerin yüzleri kara çıkacak ve (kendilerine), “İşte sizin isteyip durduğunuz budur!” denilecektir.
Tefsir
Bir önceki âyette insanların kıyamet gününde Allah’ın huzurunda toplanacakları haber verilince inkârcılar öğrenmek için değil, Hz. Peygamber’le alay etmek maksadıyla bu olayın ne zaman gerçekleşeceğini sormuşlardı. Devamındaki âyette bu soruya Hz. Peygamber’in nasıl cevap vermesi gerektiği bildirilmektedir. 27. âyette de inkârcıların âhirette azabı gördüklerindeki halleri anlatılmakta, inanmadıkları âhiret azabını ve kıyametin korkunç olaylarını yakından gördükleri zaman yüzlerinde meydana gelen üzüntü belirtileri ve psikolojik çöküntü tasvir edilmekte veya –bizim tercih ettiğimiz meâle göre– inkârcıların yüzlerinin kara çıkacağı ve mahcup olacakları bildirilmektedir. İşte inkârcılar, dünyada inkâr ettikleri ve alay ederek gelmesini istedikleri azabın bu azap olduğunu ya kendi aralarında konuşurlar veya melekler tarafından onlara söylenir.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُجٖيرُ الْكَافِرٖينَ مِنْ عَذَابٍ اَلٖيمٍ ﴿٢٨﴾
﴾28﴿ De ki: “Beni ve beraberimdekileri Allah yok eder veya bizi esirgerse (söyler misiniz), inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak olan kimdir?”
قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِهٖ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ ﴿٢٩﴾
﴾29﴿ De ki: “O, Rahmân’dır; biz O’na iman etmiş ve O’na güvenip dayanmışızdır. Kimin düpedüz bir sapkınlık içinde olduğunu yakında anlayacaksınız!”
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً فَمَنْ يَأْتٖيكُمْ بِمَٓاءٍ مَعٖينٍ ﴿٣٠﴾
Tefsir
Müşrikler Hz. Peygamber’in ölümünü istiyor ve bunu açık bir şekilde dile getirmekten de çekinmiyorlardı (bk. Tûr 52/30-31). Hatta onu öldürmek için tuzak kuruyor (bk. Enfâl 8/30), böylece ondan ve getirdiği dinden kurtulacaklarını sanıyorlardı. İşte bu âyetler onların niyet ve beklentilerine bir cevap olmak üzere inmiştir (bk. Râzî, XXX, 76). 28. âyette Hz. Peygamber’in varlığına son verilmesinin veya ölümünün ertelenmesinin müşrikler için herhangi bir fayda sağlamayacağı, kendilerine verilecek elem verici cezayı önleyecek bir gücün de asla bulunmadığı ifade edilmiştir. Âyette ayrıca hayatın ilâhî bir rahmet olduğuna, Hz. Peygamber’in de eceli geldiğinde öleceğine işaret edilmektedir (İbn Âşûr, XXIX, 51-52). 29. âyette ise müminlerin inandıkları ve güvendikleri Tanrı’nın esasen müşriklerce de bilinen ve Rahmân ismiyle anılan yüce Allah olduğu belirtilmiş, bu gerçeğin kendilerine tebliğ edilmesi Hz. Peygamber’e emredilmiştir.
Allah’ın kudretini, lutufkârlığını yeniden hatırlatan bu âyet 15 ve 21. âyetlerle bağlantılı olup kuvvetli ihtimalle Hz. Peygamber ile müşrikler arasında geçen bir tartışmanın sonucu olarak onlara yöneltilmiş eleştiri ve uyarı amaçlı bir sorudur. 15. âyette Allah’ın yeryüzünü kullanışlı hale getirdiği ifade edildikten sonra insanlardan O’nun yarattığı rızıklardan yararlanmaları istenmiş; 21. âyette de rızkın Allah’a ait olduğu, O verdiği rızkı kestiği takdirde rızık verecek birinin asla bulunmayacağı bildirilmişti. Burada da rızıkların en önemlisi ve hayatın ana unsuru olan suyun yerin derinliklerine çekilmesi halinde Allah’tan başka yeryüzünde su yaratacak bir gücün bulunmadığına işaret edilerek, böylesine eşsiz kudretin sahibi yüce Allah’ı bırakıp da bâtıl tanrılara tapanlar, ne kadar yanlış bir yolda oldukları üzerinde düşünmeye çağrılmaktadır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 425-426
Resûlullah (s.a.s.)’in ölümünü isteyen, onu öldürmek için tuzaklar kuran ve onun ölümüyle getirdiği din ortadan kalkıp rahata kavuşacaklarını sanan müşriklere cevap verilmektedir. (bk. Tur 52/30) Efendimiz (s.a.s.) ve beraberindeki müslümanların ölmeleri veya yaşamaları ayrı bir konu, cehennemin pek acıklı azabından korunmak ayrı bir konudur. Bunları birbirine karıştırmanın bir anlamı yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.s.)’in ölmesi veya hayatta kalması, müşriklere bu açıdan hiçbir fayda sağlamayacaktır. Mühim olan kişinin, can yakıcı o azaptan kendini kurtarabilmesidir. Bu, Peygamber’in ölümünü ve davasının bitmesini beklemekle değil, ancak onun getirdiği dine inanıp bağlanmakla mümkün olabilir. O’nun getirdiği din ise, gökleri ve yeri yaratan, yeryüzünü muhteşem bir sofra halinde bize ihsan eden, o yüce kudretiyle hayatın kaynağı olan suları şarıl şarıl akıtan Yüce Allah’ın birliğini tanıyıp, ihlâsla sadece O’na kulluk etmektir. O’nun varlığını ve birliğini tanımak için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur.
Yaşadığımız dünya üzerinde toplam 1.360 milyon metreküp su bulunmaktadır. Bu su miktarının ancak % 2,3’ü kullanılabilir niteliktedir. Bugün için dünyada 1, 4 milyar kişi, temiz içilebilir sudan mahrumdur. Yağış yetersizliğinden dolayı, çöllerde kurumuş akarsu yatakları vardır ve buralar insan hayatından yoksun yerler haline gelmiştir. Çöllerin genişlemesiyle birlikte, kullanılabilir su miktarı iyice azalacaktır.
Buna göre, olmadığı takdirde yaşama hakkımızı ve ümidimizi kaybedeceğimiz suyu yerin dibine geçirip yok ettiğinde, Allah’tan başka hangi gücün onu geri getirebileceğini bir düşünsek, problemi çözmüş ve gerçeği anlamış olacağız.