Übey b. Kâ'b'dan nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) bir kimseyi anıp ona dua edeceği zaman önce kendisinden başlardı.
(T3385 Tirmizî, Deavât, 10)
***
İbn Ebû Musa'nın, babası aracılığıyla naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şu dua ile yalvarırdı: “Rabbim! Hatalarımı, bilgisizliğimi, her işimdeki aşırılığımı ve benden daha iyi bildiğin hâllerimi bağışla. Allah'ım! Bilmeden veya kasten, şaka yollu ve ciddi bir hâlde yaptığım hatalarımı da bağışla. Zira bunların hepsi bende var. Allah'ım! Yaptığım, yapacağım, gizlediğim ve açıkça işlediğim günahları bağışla. Öne alan da erteleyen de sensin. Sen her şeye gücü yetensin.”
(B6398 Buhârî, Deavât, 60)
***
Abdullah (b. Mes'ûd) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) duayı ve istiğfarı üçer defa yapmaktan hoşlanırdı.
(D1524 Ebû Dâvûd, Vitr, 26)
***
Ebû Ümâme anlatıyor: “Resûlullah (sav) öyle çok dua ederdi ki bir kısmını ezberleyemezdik. 'Ey Allah'ın Resûlü, çok dua ediyorsun bir kısmını ezberleyemiyoruz!' dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Size bütün bunları kapsayan bir dua öğreteyim mi? Şöyle dersiniz: Allah'ım! Senden, Peygamberin Muhammed'in (sav) dilediği güzelliklerden biz de isteriz ve Peygamberin Muhammed'in (sav) sana sığındığı kötülüklerden biz de sana sığınırız. Yardım edecek olan sensin. Sonunda sana ulaşacağız. Allah'ın yardımı olmaksızın kudret ve kuvvete ermek mümkün değildir.' ”
(T3521 Tirmizî, Deavât, 88)
Bir gün Hz. Âişe validemiz, Allah Resûlü'ne, “Uhud gününden daha sıkıntılı bir gün yaşadın mı?” diye sormuştu. Efendimiz, “Şüphesiz kavminden (Kureyş'ten) gelen birçok zorlukla karşılaştım. Fakat karşılaştıklarımın en şiddetlisi Akabe günüydü.” cevabını vermiş ve orada başından geçenlerin bir kısmını sevgili eşine anlatmıştı. Allah Resûlü, Mekkeli müşriklere yaptığı davetten olumlu cevap alamayınca İslâm'a davet için Tâif'e gitmiş ve Abdü Külâl'in oğlu İbn Abdi Yâlîl'e hâlini anlatmıştı. Ancak o, Allah Resûlü'nün çağrısına beklenen cevabı vermemişti.1
Hz. Peygamber'in, kendisini himaye etmesi için yanına gittiği kişi, Benî Sakîf'in soylularından olan üç kardeşten biriydi. Resûlullah (sav), İbn Abdi Yâlîl'in yanına gittiğinde diğer iki kardeşi ve Kureyşli bir kadın da onlarla birlikte bulunuyordu. Nebî (sav) yanlarına oturdu ve onları İslâm'a davet etti. Ancak onlar, Efendimizi küçümsemeye ve aşağılamaya başladılar. Kalpleri henüz Hakka açılmamış bu insanlardan kendisine bir fayda gelmeyeceğini düşünen Efendimiz (sav) daha fazla ısrarcı olmadı. Onlardan bu konuşmanın aralarında kalmasını isteyerek yanlarından ayrıldı. Hz. Peygamber'e itibar etmeyen bu heyet bizzat ona bir şey yapmadılar ancak nüfuzlarını kullanarak ayaktakımını Peygamberimize hakaret etmeye ve üzerine yürümeye teşvik ettiler.2 Öyle ki geçeceği yol üzerinde onu gözleyen bir topluluk, Nebî (sav) yoldan geçerken onu taşa tuttular, Allah Resûlü ise onlardan kurtulmaya çalıştı. Ama mübarek ayakları kan içinde kalmıştı.3 Sonunda Allah Resûlü'nü Utbe b. Rebîa ve Şeybe b. Rebîa'nın bahçe duvarına kadar takip ettiler. Bir asmanın gölgesine sığınıp oraya oturduğunda, Kureyş'in Benî Cumah kabilesinden olan bir kadınla birlikte Utbe ve Şeybe kardeşler, Nebîler sultanının başına dikilmiş, ona bakıyorlardı. Allah Resûlü Kureyşli kadına, çaresizliğini anlatmak için, “Senin bu akrabalarından çektiğim nedir?” diyebildi. Başka da bir şey söyleyememişti. Zaten söylese de merhametle uzattığı ellerine karşılık vermeye hiç niyetleri yoktu oradakilerin.
Gözü dönmüş bir şekilde üzerine yürüyen bu topluluktan merhamet istemek yerine, “Merhametlilerin en merhametlisi” olan Rabbine sığınmayı tercih etti Efendimiz. Zira O, duaları kabul edendi. Kimsesizlerin kimsesiydi
Yardım istenilecek tek varlıktı. Allah Resûlü ellerini açtı. Bu acımasız topluluk karşısında çaresizlik ve yalnızlık içinde, Rabbine şöyle dua etti: “Allah'ım! Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi ve halkın nazarında hakir görülüşümü sana arz ve şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zayıfların Rabbisin! Sen benim Rabbimsin! Beni kimin eline bırakıyorsun? Senden uzak olan ve beni gördükçe suratını asan kimselere mi? Yoksa beni eline bıraktığın düşmana mı? Bu, senin bana karşı bir öfkenden dolayı değilse buna aldırış etmem. Fakat af ve merhametin, benim için (gazabından) daha geniştir. Senin gazabına uğramaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini ıslah eden yüzünün nuruna sığınırım! Her şey senin rızan içindir. Güç ve kuvvet ancak sendedir!” 4
Allah Resûlü artık Mekke'ye dönmek üzere kederli ve düşünceli bir şekilde Tâif'ten ayrılıyordu. Karnü's-seâlib bölgesine kadar bu şekilde yol aldı. Burada, çaresizlik içinde yaptığı duanın Rabbi katında karşılık bulduğunu gösteren meşhur hadiseyi yaşadı. Allah, elçisi Cebrail vasıtası ile dilerse ona zulmeden bu kavmi, helâk edeceğini bildiriyordu. Rahmet Peygamberi her şeye rağmen beddua etmedi. Rabbine, bu müşriklerin soylarından yalnız Allah'a ibadet eden ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil meydana çıkarması için dua etti.5
Evet, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş son peygamber, Allah'ın Sevgili Resûlü'ydü. Ancak her şeyden önce o da bir beşerdi. Bu gerçeği hem Kur'an hem de bizzat Peygamberimiz ısrarla vurguluyordu.6 O da bir insan olarak seviniyor, üzülüyor, kimi zaman hastalanıyor, türlü sıkıntılara maruz kalıyordu. Kendinden önce aynı vazifeyi yapmış Hz. Eyyub, Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yunus ve diğer peygamberler de birçok musibetle karşı karşıya kalmamışlar mıydı? Yüce Yaratıcı, tebliğ için vazifelendirdiği peygamberlerini, sıkıntıya düşüp kendine el açtıklarında, çaresizlik içinde kendine yalvardıklarında yardımı ile desteklememiş miydi? İşte Sevgili Peygamberimiz de başına gelen musibetler için Allah'a yalvarıyor, istek ve taleplerini yalnız O'na yöneltiyordu. Mutluluk hâlinde secdeye kapanıp şükrünü dile getiriyor,7 başına gelen musibetten ise Rabbine sığınıyordu. Bu şekilde her durumda Rabbinden razı olduğunu gösteriyor; aynı zamanda dua ile başına gelebilecek musibetlerden de korunmayı ümit ediyordu.
Yaratan ile bağ kurmanın, ona sesini duyurmanın en kolay yolu olan dua, Resûlullah'ın en çok yaptığı ibadetti. Çünkü dua, ibadetin özüydü,8 ta kendisiydi.9 Allah Resûlü, her dua edişinde öncelikle Allah'ı anar ve
O'na tazimde bulunurdu. Zikir, onun duasının bir parçasıydı. Ancak Resûlullah'ın dilinde zikir, yani Allah'ı anmak, sadece belirli kelimeleri tekrar etmekten ibaret değildi. Zikir, verdiği bütün nimetler karşısında Allah'a hamd ve şükür içerisinde olmaktı bir yönüyle. Bu nedenle güzel zikirlerle örülmüş duaları, Sevgili Peygamberimizin hayatının tamamını kapsardı. Zira hayatın her ânı Allah'ın bizler için sunduğu nimetlerle donatılmıştı. Kendisinin ve önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli sözün kelime-i tevhid olduğunu bildirirdi ümmetine,10 onlar da bolca tekrar etsinler diye. “Zikrin en üstünü 'lâ ilâhe illâllâh'tır...” 11 buyurur ve müminleri bu zikri söylemeye teşvik ederdi.12 Günün her anında dilini dualarla süsler, daima Rabbine niyazda bulunurdu.
O (sav), sabah uyandığında, “Elhamdü lillâhi'llezî ehyânâ ba'de mâ emâtenâ ve ileyhi'n-nüşûr.” (Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun; dönüş yine O'nadır.) 13 diyerek güne başlardı. Akşam olup yatağına girdiği vakit ise, “Elhamdü lillâhi'llezî et'amenâ ve sekânâ ve kefânâ ve âvânâ fe kem mimmen lâ kâfiye lehû velâ mü'viye.” (Sığınacak yeri ve ihtiyacını giderecek kimsesi olmayan niceleri varken bizi yediren, içiren, ihtiyaçlarımızı gideren ve bizi barındıran Allah'a hamdolsun.) 14 diye dua ederek şükrünü arz ederdi Rabbine.
Allah Resûlü bir şey yediği veya içtiği zaman, “Elhamdü lillâhi'llezî et'amenâ ve sekânâ ve cealenâ müslimîn.” (Bizi doyuran, içiren ve Müslüman eyleyen Allah'a hamdolsun.) 15 buyururdu.
Gece ibadet için kalktığı ve teheccüd namazına durduğu vakitlerde de yakarışlarda bulunur, bazen en güzel övgü ifadeleriyle Allah'ı tesbih eder,16 bazen de O'ndan takva ve gönül arınmışlığı isterdi.17 Bir gece Hz. Âişe validemiz, Resûlullah Efendimizi yatağında bulamayınca meraklandı ve karanlıkta el yordamıyla onu aramaya başladı. Nihayet eli secde hâlindeki Efendimizin ayaklarına değdiğinde, onun Rabbine niyazda bulunduğunu fark etti. Sevgili Peygamberimiz duasında hem Allah'a sığınıyor hem de O'nu tesbih edip yüceltiyordu: “Allâhümme innî eûzü bi rızâke min sehatike ve bi muâfâtike min ukûbetike ve eûzü bike minke, lâ uhsî senâen aleyke ente kemâ esneyte alâ nefsik.” (Allah'ım, öfkenden rızana, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınır, sana olan övgüleri saymakla bitiremem. Sen kendini övdüğün gibisin.) 18
Peygamber Efendimiz, gündelik hayatını sürdürürken yaptığı küçük büyük her işini dualarla tamamlardı. Yeni bir elbise giydiğinde, “Allâhümme leke'l-hamdü ente kesevtenîhi es'elüke min hayrihî ve hayri mâ sunia lehû ve
eûzü bike min şerrihî ve şerri mâ sunia leh.”(Allah'ım hamd ancak sanadır. Bu elbiseyi bana sen giydirdin. Senden bunun ve yapılış sebebinin hayrını isterim ve bunun ve yapılış sebebinin şerrinden de sana sığınırım.) derdi.19
Tuvalet ihtiyacını gidereceği zaman, “Allâhümme innî eûzü bike mine'l-hubusi ve'l-habâis.” (Allah'ım, her türlü çirkinlikten, çirkin şeylerden sana sığınırım.) der,20 tuvaletten çıktığında ise, “Elhamdü lillâhi'llezî ezhebe anni'l-ezâ ve âfânî.” (Benden sıkıntıyı giderip bana afiyet veren Allah'a hamdolsun.) diyerek şükrederdi.21
Evinden çıkarken Sevgili Peygamberimizin dudaklarından şu dualar dökülürdü: “Bismillâhi tevekkeltü alâllâh. Allâhümme innâ neûzü bike min en nezille ev nadille ev nazlime ev nuzleme ev nechele ev yüchele aleynâ.” (Allah'ın adıyla! Allah'a güvendim. Allah'ım, haktan ayrılmaktan veya sapıklığa kaymaktan ya da zalim olmaktan veya zulme uğramaktan ya da cahillik etmekten veya bize cahillik edilmesinden sana sığınırız.) 22
Yine Allah Resûlü bir sefere çıkarken, “Allâhümme ente's-sâhibü fi's-seferi ve'l-halîfetü fi'l-ehli.” (Allah'ım yolculukta yoldaşım ve ailemi emanet ettiğim sensin...) diye duasına başlar, yolculuğun sıkıntılarından, kederli bir biçimde geri dönmekten, ailesine ve malına gelecek kötülüklerden Allah'a sığınırdı.23 Yolculuk sırasında ise Allah'a hamdeder, verdiği nimetleri artırması ve cehennemden kendisini koruması için dua ederdi.24
O enbiyalar sultanı, hayırları talep ettiği kadar, kötülerden ve kötü şeylerden de Allah'a sığınır ve ashâbına da “Allâhümme innî eûzü bike mine'l-buhli ve eûzü bike mine'l-cübni ve eûzü bike en uradde ilâ erzeli'l-umuri ve eûzü bike min fitneti'd-dünyâ —ya'nî fitnete'd-deccâli— ve eûzü bike min azâbi'l-kabri.” (Allah'ım, cimrilikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığınırım, ömrün en rezil/düşkün dönemine bırakılmaktan sana sığınırım, dünyanın fitnesinden —yani Deccâl'ın fitnesinden— sana sığınırım ve kabrin azabından da yine sana sığınırım.) demeyi tavsiye ederdi.25 Kendisi de her fırsatta faydasız ilimden, huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten, kabul olmayan duadan,26 açlıktan, hainlikten,27 hastalıktan,28 düşmanlıktan, nifaktan ve kötü ahlâktan Rabbine sığınırdı.29
Dua, zaman zaman hastalıklar karşısında Allah'a sığınmanın, O'ndan şifa istemenin aracı olurdu. Allah Resûlü ölümünün yaklaştığı hastalık günlerinde Felâk ve Nas sûrelerini kendisine okur ve üflerdi. Hastalığı arttığında ise Hz. Âişe bu sûreleri Peygamberimiz için okumaya başlamıştı.30 Bazen ashâb-ı kirâm, hastalıklardan kurtulmak için ondan yardım isterler,
onun duasıyla sıhhate kavuşurlardı.31 Bazen de hasta olanlara Allah Resûlü'nün yaptığı dualarla dua edip Allah'tan şifa isterlerdi.32
Nebî (sav), bir hastayı ziyaret ettiğinde, elini alnına koyar ve onun için Allah'tan şifa niyaz ederdi.33 Hastalar için şöyle dua ederdi Rahmet Peygamberi: “Ezhibi'l-be'se rabbe'n-nâsi eşfihî ente'ş-Şâfî lâ şifâe illâ şifâüke, şifâen lâ yüğâdiru sekamen.” (Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider! Şifa veren sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki ardında hiç hastalık izi bırakmasın.) 34 Böylelikle Allah'tan şifa isterken de O'nu yüceltmeyi ve O'nu tesbih etmeyi ihmal etmezdi.
Hz. Peygamber (sav) bir sıkıntı, bela ve musibet gördüğünde onun giderilmesi için hamd ve şükür içinde Rabbine yöneldiği gibi güzellik ve bolluk gördüğünde de devam etmesi için Rabbine dua ederdi. Böylece duası, ashâbı için bereket olurdu. Yeni evlenenleri tebrik etmek istediğinde onlara şöyle dua ederdi: “Allah sizler için bereket versin, O'nun bereketi üzerinizde olsun ve O, ikinizi hayır içerisinde bir araya getirsin.” 35 Senenin ilk meyvesi kendisine getirildiğinde de Allah'tan (cc) bereket ister ve onu yanında bulunan en küçük çocuğa ikram ederdi.36 Sık sık, “Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nâr.” (Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru.) 37 diyerek hayır dilerdi.38
Resûlullah Efendimizin duasından ashâbı da bolca nasiplenirdi. Özellikle çocuklarını ona getirirler, o da dua eder,39 yeni doğanlara güzel isimler verirdi.40 Çünkü bilirlerdi ki onun duası sadece o duayı alanla sınırlı kalmazdı. Öyle tesirliydi ki etkisi taşar ve nesilleri aşardı. Huzeyfe'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah Efendimiz bir kimseye dua ettiğinde, o duanın bereketinden o kişi, çocuğu ve çocuğunun çocuğu nasiplenirdi.41 Sıkıntıların bunalttığı sahâbîler de çareyi onun duasında bulurlardı. Nitekim babasından kalan borçları ödeyemeyen Câbir b. Abdullah, o sultanın duasıyla bereketlenen hurmaları sayesinde borcunu ödemiş, hatta elinde fazlası bile kalmıştı.42
Hz. Peygamber'in duasının bereketinden herkes faydalanırdı. Kuraklık, malları yok edecek seviyeye geldiğinde yağmur için niyaz eder, duasının bereketi ile kuruyan topraklar suya kanardı.43 Kimi zaman da duasının bereketiyle Yüce Yaratıcı'ya hasret gönüller hidayet bulur, kalplerinde iman yeşerirdi. Ebû Hüreyre'nin annesi de Allah Resûlü'nün duası ile hidayete erenlerdendi. Müşrik olan annesinin de kendisi gibi İslâm'la
şereflenmesini gönülden istiyordu Ebû Hüreyre. Bu sebeple onu her fırsatta İslâm'a davet ediyordu. Bir gün yine annesine dini anlattığında, ondan, Resûlullah aleyhinde hiç hoşlanmadığı sözler işitti. Annesinin kendisini ağlatacak derecede üzen sözleri üzerine, gözyaşları içinde doğru Allah Resûlü'nün yanına gitti ve şöyle bir dilekte bulundu: “Yâ Resûlallah, ben annemi İslâm'a çağırıyordum, o da reddediyordu. Bugün de onu davet ettim ama bana senin hakkında hoşuma gitmeyen şeyler söyledi. Allah'tan, Ebû Hüreyre'nin annesine hidayet etmesini istesen!” Ebû Hüreyre'nin bu üzüntüsünü gören Peygamber Efendimiz hemen oracıkta, “Allah'ım, Ebû Hüreyre'nin annesine hidayet eyle!” diye dua etti. Peygamberler Sultanı'nın bu duasıyla sevinen Ebû Hüreyre oradan ayrıldı. Evine ulaşıp kapıya vardığında kapı kilitliydi. Ama annesi ayak seslerini duymuştu, “Olduğun yerde kal Ebû Hüreyre!” dedi içeriden. Ebû Hüreyre içeriden gelen suyun sesini işitti. Annesi gusül abdesti aldı, elbisesini giyindi ve aceleyle başını örttü. Ardından kapıyı açtı ve Ebû Hüreyre'yi bu kez mutluluktan ağlatan şu sözleri söyledi: “Ebû Hüreyre, ben Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahidim!”44
Duası insanlar için hidayet olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber onların azabı için dua edebilir miydi? Hayır! O (sav), rahmet elçisiydi; lânetçi olarak gönderilmemişti.45 Beddua etmek ona yakışmazdı. Gerçi ilâhî hükmün kesinleştiği noktalarda Allah Resûlü'nün duası da46 bedduası da47 faydasız kalırdı. Ama yapılanlar, Allah'ın gazabına sebep olacak seviyeye ulaştığında, Allah (cc) için buğzetmenin bir gereği olarak48 lânet okuduğu ve lânetine maruz kalanların helâk olduğu da olmuştu. Kendisine ihanet ederek Bi'r-i Maûne'de yetmiş hafız-ı Kur'an'ı şehit eden Arap kabileleri,49 Hendek Savaşı'nda namazını vaktinde kılmasına engel olan müşrikler,50 erkeğe benzemeye çalışan kadınlar, kadına benzemeye çalışan erkekler,51 peygamber kabirlerini mescit edinen Yahudiler52 ve benzerleri Resûl-i Ekrem'in bedduasına muhatap olmuşlardı. Ancak o (sav) ne Tâif'te kendini boş çevirenlere kötülük dilemişti53 ne de davetini reddedip isyan eden Devs kabilesine.54 Zira o (sav), Merhamet Peygamberi'ydi.
Başta kendisi olmak üzere herkesin bağışlanması için dualar eden Peygamber Efendimiz, kapsamlı duaları tercih ederdi.55 Rabbine her yakarışında birçok kişiyi zikreder, birisi kendisinden bağışlanması için dua etmesini istediğinde, oradaki bütün insanların bağışlanması için dua ederdi.56 Hatta duasını kendisine ya da belirli kişilere özgü yapanları da
Allah'ın çok geniş olan rahmetini daralttıklarını hatırlatarak ikaz ederdi.57 Böylelikle Peygamberimizin Rabbine yakarışları etrafındakiler için af ve mağfiret kapılarının açılmasına vesile olurdu.
Allah'ın lütfundan, önce kendisi istifade etmek istermişçesine, bir kimseye dua edeceği zaman ilk olarak kendisinden başlardı.58 Rabbine şöyle yalvarırdı: “Rabbiğfirlî hatîetî ve cehlî ve isrâfî fî emrî küllihî ve mâ ente a'lemü bihî minnî. Allâhümmağfirlî hatâyâye ve amdî ve cehlî ve hezlî ve küllü zâlike 'indî, Allâhümmağfirlî mâ kaddemtü ve mâ ehhartü ve mâ esrartü ve mâ a'lentü. Ente'l-mükaddimü ve ente'l-muahhiru ve ente alâ külli şey'in kadîr.” (Rabbim! Hatalarımı, bilgisizliğimi, her işimdeki aşırılığımı ve benden daha iyi bildiğin hâllerimi bağışla. Allah'ım! Bilmeden veya kasten, şaka yollu ve ciddi bir hâlde yaptığım hatalarımı da bağışla. Zira bunların hepsi bende var. Allah'ım! Yaptığım, yapacağım, gizlediğim ve açıkça işlediğim günahları bağışla. Öne alan da erteleyen de sensin. Sen her şeye gücü yetensin.) 59
Sevgili Peygamberimiz aile fertleri için de bağışlanma dilerdi. “Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” 60 âyeti Ümmü Seleme'nin evinde nâzil olduğunda kızı Hz. Fâtıma'yı, torunları Hasan ile Hüseyin'i çağırarak onları ve arka tarafında duran Hz. Ali'yi birer örtü ile örtmüş ve “Allah'ım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir. Onların kirini gider ve onları tertemiz yap!” diye dua etmişti.61
Her gün dualarında onlarca kez bağışlanma dileyen Allah Resûlü, geçmiş ve gelecek günahları affolunduğu hâlde,62 daima tevbe ederdi.63 Ayrıca istiğfarı ve duayı üçer kez tekrar etmekten hoşlanırdı.64 “...Şu hâlde onları affet ve bağışlanmaları için dua et...” 65 buyuran ilâhî emir gereği ashâbı için de istiğfarda bulunurdu. “Allah'ım, gerçek hayat sadece âhiret! Sen ensara ve muhacirlere ikram et!” 66 diye dua eder, duası onların gönüllerine su serpen bir sükûnet67 oluverirdi.
Onun yaptığı duanın geri çevrilmeyeceğinin bilincinde olan ashâb-ı kirâm, her fırsatta Peygamber duası almak için yarışırlardı. Bir gün Resûlullah, ümmetinden hesapsız, azapsız cennete girecek olan yetmiş bin kişilik68 bir gruptan bahsederken, Ukkâşe b. Mihsan el-Esedî üzerindeki alaca renkli yün elbisesini kaldırarak,69 “Ey Allah'ın Resûlü! Benim de o kimselerden olmam için dua ediver.” dedi. Resûlullah, “Sen onlardansın.” buyurdu. Bu sefer ensardan olan başka biri kalktı ve Ukkâşe'nin söylediklerini söyledi. Hz. Peygamber ona, “Ukkâşe seni geçti.” buyurdu.70 Dua alma yarışından kârlı çıkan Ukkâşe gibi ashâbından diğerleri için de yaptığı
duaların yanı sıra kabul edileceğinden emin olduğu asıl duasını bütün ümmetine saklamış, onlara şefaatçi olabilmek için bu hakkını âhirete bırakmayı tercih etmişti.71
“Şüphesiz Rabbiniz son derece hayâ ve kerem sahibidir. Kulu O'na elini kaldırdığı zaman, o elleri boş çevirmekten hayâ eder.” 72 buyuran Peygamberimiz, ashâbına, kopmuş olan ayakkabı bağına kadar her şeyi Allah'tan istemeyi73 salık verir; yaptığı dualarla onlara bu konuda örnek olurdu. Resûlullah hemen her konuda dua ederdi ve onun duası hidayet olurdu, Ebû Hüreyre'nin annesi gibilere... Mağfiret olurdu önce kendine, sonra etrafındakilere... Sükûnet olurdu ashâbına, hamd olurdu, şükür olurdu günün her saatinde... Zafer olurdu düşmanın karşısında, sıhhat olurdu şifa bekleyenlere... Bereket olurdu ihtiyaç sahiplerine ve şefaat olacaktı âhirette ümmetine...
Şüphesiz o sultanın duası, sultanıydı duaların ve en sevgilisiydi yakarışların... Ebû Ümâme'nin anlattığına göre, Resûlullah (sav) öyle güzel ve öyle çok dua ederdi ki insanlar bu kıymetli duaların hepsini ezberlemekte zorlanırlardı. Hâllerini ona arz ettiklerinde Allah Resûlü (sav) ashâbına ve dolayısıyla ümmetine kendi yaptığı duaların tamamını içeren şu duayı öğretmişti: “Allah'ım! Senden, Peygamberin Muhammed'in (sav) dilediği güzelliklerden biz de isteriz ve Peygamberin Muhammed'in (sav) sana sığındığı kötülüklerden biz de sana sığınırız. Yardım edecek olan sensin. Sonunda sana ulaşacağız. Allah'ın yardımı olmaksızın kudret ve kuvvete ermek mümkün değildir.” 74