DOĞRU KADER ANLAYIŞI
Teknolojinin gelişip, zevk ve eğlencenin tavana vurmasıyla birlikte bu
sektörleri ele geçiren dünyaperest insanlar, sadece kendilerine zarar
vermediler.Tüm insanlığı büyük bir zarara soktular ve halen sinsice
oyunlarına -sırf dünya malı elde etmek için- devam etmektedirler.Bu
bozulmalardan nasibini alanlardan bir tanesi de “kader” anlayışımızdır.
Kader, îmânın şartları olarak bildiğimiz klasik sayımda zikredilen ve îmân
etmemiz gereken bir husustur.Akidemize konu olan bu mesele hakkında pek çok
farklı söylem, yani ihtilaf mevcuttur.Herkesin kendine göre bir kader
tasavvuru vardır.Halbuki, akideye konu olan ve îmân edilmesze dînden
çıkmaya sebeb olan bir konuda ihtilaf edilmesi düşünülemez.Elbette ihtilaf
edilmesi, ona îmân etmememizi gerektir-mez.Çünkü ihtilafın sebebi bu konuda
bir genişlik olduğu için değildir, insanların cahilliğindendir.Biz
ihtilafın ne olduğunu ve bu ihtilafın kimler tarafından çıkarıldığını
açıklamaya çalışalım.
Yanlış kader anlayışının temeli, “Lâ fâile illallâh” (Allâh’tan başka fail
yoktur) anlayışına dayanıyor olsa gerektir.İslâm tarihinde bunu savunan
mezheb Cebriyye olarak isimlendirilmiştir.Çünkü bu anlayışa göre, kulun bir
iradesi yoktur ve Allâh ne dilerse o olur.Yâni -haşa- Allâh kullara iyilik
de yaptırabilir günah da işletebilir.Bu durumda imtihan diye bir şeyden söz
etmek de mümkün değildir.Akl-ı selîm bir insan, yaptığı işleri zorla değil
kendi iradesi ile yaptığını çok iyi bilir.Bu görüşün mutedil değil, bir
etkiye tepki olduğunu belirtmek gerekir.Bu anlayışın tam karşısında,
Kaderiyye diye isimlendirilen mezheb vardır.Bu görüş de fiillerin
yaratıcısının insan olduğunu, Allâh’ın karışmadığı ileri sürer.Yani insan
kendi kaderini kendisi yaratır demek isterler.
Cebriyye ve Kaderiyye, iki zıt kutbun temsilcileridir.Bu tür anlayışlar,
tarihte yaşanmış ama tarihte kalmamıştır.İslâm düşmanlarınca yeri ve zamanı
geldiğinde tekrar körüklenmişlerdir.İşte yukarıda söylediğimiz gibi,
teknolojinin gelişmesiyle birlikte, bu kader anlayışlarından Cebriyye’yi
bize dayatan medya, zaten cahil bırakılmış bir halkı iyice dalâlet
karanlıklarına yönlendirmiş oldular.Şu anda Türkiye’de çoğu insan, hâlâ
kaderinin önceden yazılı olduğunu ve orada ne yazılmışsa onu aynen
yaşayacağına inanmaktadır.Bunu da “kadere îmân” adına yapmaktadır.Çünkü
insanlar “kadere îmân” etmek gerektiğini dîni anlatan insanlardan, kadere
isyan etmek gerektiğini de televizyonlardaki şarkılardan ve sinema-dizi
filmlerden öğrenmişlerdir.Böyle bir kader anlayışı, Allâh’ın siyaseti
yerine kendi siyasetlerini uygulayan kirli ellerin oyunlarına karışmamış
muhakkik ulemâ tarafından reddedilmiştir.Evet bu tür aşırı görüşlerin temel
noktası, genelde siyasi kaynaklı olup, kendi saltanatını devam ettirmek
isteyen insanlar tarafından çıkarılmış ya da desteklenmiştir.
Nasıl Bir Kadere Îmân?
Bu soruya en güzel cevabı Allâh, Kur’ân‘da söylemekte ve Rasûlullâh (s.a.s)
da, hayatında göstermektedir.“Hiçbir şey yoktur ki, onun kaynağı Bizim
katımızda olmamış olsun; fakat Biz her bir şeyi tesbit ve tayin edilmiş bir
ölçüye (kadere) göre indiririz.” (Hicr, 15/21) (Başka âyetler için bakın:
Zuhruf, 43/11; Kamer, 54/49)
Kader; genel mânâda ölçü demektir.Yâni, Allâh’ın hiçbir şeyi ölçüsüz ve
abes yaratmadığına îmân etmek, kadere îmân etmektir.Mâdem kader ölçüdür,
insanın hayatındaki kader yâni ölçü nedir ve nasıl olmalıdır, sorusunu
sorarak, klasik kader anlayışını tashih edebiliriz.
İnsanın hayatındaki kader, iki şekilde karşımıza çıkar.Birincisi, Allâh’ın
bizim irademize bırakmayıp takdir ettiği kader, ikincisi ise, bizim
seçimimize bıraktığı kaderdir.İrademize bırakmadığı kadere örnek olarak; bu
dünyaya insan olarak gelmemiz, cinsiyetimiz, hangi coğrafyada doğacağımız,
hangi anne-babaya, akrabalara sahib olacağımız ve sair gibi
konulardır.Bizim irademize (seçmemize) bıraktığı konulara örnek ise;
hidayeti ya da dalâleti, doğruyu ya da yanlışı, iyiyi ya da kötüyü, güzeli
ya da çirkini seçmek gibi şeylerdir.Zaten bizler seçebileceğimiz ve
seçemeyeceğimiz hususları çok iyi bilmekteyiz.O yüzden, bu işi sulandırmaya
ve kader hakkında çokça soru sorup kendi kafamızı ve başkalarının kafasını
karıştırmaya hakkımız yoktur.Daha önce de belirttiğimiz gibi kader,
ölçüdür.Siz, hayatta bir ölçü olduğuna îmân ederseniz kadere îmân
etmişsiniz demektir.Bunu da hayatınızla göstermeniz ve ölçülü davranmanızla
isbat etmiş olursunuz.İşte Allâh Rasûlü’nün (s.a.s) yaptığı da tam olarak
budur.
Allâh Rasûlü’nün (s.a.s) kaderi yaşaması, yapılacak işte sebeblere
başvurması ve sebebleri sonuna kadar kullanırken, sonucu sebeblerden değil
Allâh’tan beklemesidir.Yâni doğru bir kader anlayışı, hem kendi irademiz
olduğunu bilip seçmek hem de olacak olanların bizim seçmemizle ama Allâh’ın
vermesiyle olduğunu bilmektir.Daha da kısa bir şekilde söyleyecek olursak,
seçmek bizden vermek Allâh’tandır. Dolayısı ile, ne Kaderiyye gibi sadece
kendimize ve sebeblere bağlanırız ne de Cebriyye gibi irademizi yok sayıp
işlediğimiz günahları Allâh’ın üstüne atarız…Allâh, bu konuda bizleri
mutedil olanlardan, mustakîm yolda gidenlerden eylesin.
--