Enfal Süresi Meal Ve Tefsiri 21-37

#1 von Kurban , 17.02.2024 07:22

Enfal Süresi Meal Ve Tefsiri 21-37
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ٢١﴾
21: Bir de kulaklarından kalplerine hiçbir şey girmediği halde, “İşittik!” diyen kimseler gibi olmayın!
Tefsir:Mü’minlere hususi olarak hitap edilmesi, onların şan ve şereflerini yüceltmek içindir. Bu lutufkâr hitapla Allah onlardan, kendisine ve Rasûlü’ne itaat emrini yeniler ve onları gerçeklere yüz çevirmekten sakındırır.
İşitmedikleri halde “İşittik!” diyenler, Allah ve Rasûlü’ne iman ve itaat kastiyle kulak vermeyen, dinleseler de bozuk niyetlerle dinleyen, işittikleri şeyler üzerinde akl-i selîm ile düşünmeyen yahudiler, münafıklar veya müşriklerdir. Böyleleri hiç işitmemiş ve haktan yüz çevirmiş kimse konumundadır.
Buna göre “işittik ve itaat ettik” diyen mü’minler, bu sözlerinin gereği neyse onu yerine getirmelidirler. Eğer emirleri yerine getirmede kusurlu davranıp bunları edâ etmez, buna karşılık bir kısım yasakları yapmaya da yönelirse, buna “işitme ve itaat etme” denmez. Böyle biri ancak, iman ettiğini söylediği halde içten içe küfrünü gizleyen münafıktan başkası olamaz. Bu gibilerin gerçek durumlarını ve iç dünyalarını haber vermek üzere buyruluyor ki:
اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٢٢﴾
22: Şüphesiz ki, Allah katında canlıların en şerlisi, ilâhî gerçekleri düşünüp anlamayan o sağırlar ve dilsizlerdir.
وَلَوْ عَلِمَ اللّٰهُ ف۪يهِمْ خَيْرًا لَاَسْمَعَهُمْۜ وَلَوْ اَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ ﴿٢٣﴾
23: Eğer Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, elbette onlara duyururdu. Fakat duyuracak bile olsa, onlar yine haktan yüz çevirir, dönüp giderler.
Tefsir:Hayvanlar insanlara göre daha düşük seviyede bulunan canlılardır. Fakat insanlar arasından, Allah’ın kendilerine ihsan ettiği hakikati akletme, kavrama, onu işitip söyleme gibi melekelerini dumura uğratıp çalıştıramayanlar, hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşerler. Bu mânada âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“…Onların kalpleri var, fakat bununla gerçeği anlamazlar; gözleri var onunla görmezler; kulakları var onunla işitmezler. Hâsılı bunlar hayvanlar gibidir, hatta onlardan daha şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar da bunlardır.” (A‘râf 7/179)
“Sonra o insanı aşağıların en aşağısına indirdik.” (Tîn 95/5)
Bunlar, kendilerinde hayır olarak hiçbir şey bulunmayan, bütünüyle şerli kimselerdir. Nitekim âyet-i kerîmede: “Allah katında canlı varlıkların en şerlisi, inkâra saplanıp da bir türlü iman etmeyen o nankör ve inatçı kâfirlerdir” (Enfâl 9/55) buyrulur. Eğer onlarda bir nebze hayır olsaydı, hidâyet ışığından bu derece nasipsiz kalmazlar; hak sözü işitme ve ona tâbi olma imkânı bulurlardı. Fakat böyle olmadı, hak sözü işitemediler. İşitselerdi de yine yapacakları, ondan yüz çevirmekten başka bir şey olmayacaktı. O halde mü’minlerin, Allah ve Rasûlü’ne gerçek itaatin nasıl olması gerektiğini gösterme vazifeleri vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٤﴾
Karşılaştır 24: Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman onlara uyun. Şunu bilin ki Allah kişiyle kalbinin arasına girer. Sonra hiç şüphesiz, hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Tefsir:Allah Teâlâ dinini Peygamber (s.a.s.)’e vahyetmiş, Peygamber (s.a.s.) de insanları ona davet etmiştir. Dolayısıyla her ikisinin daveti de aynı davettir. Peygamberin davetine icâbet eden Allah’ın davetine icâbet etmiş olacaktır. Peygamber’e itaat ve isyan da yine aynı bapta değerlendirilmelidir. Yani Peygamber’e itaat eden Allah’a itaat etmiş, Peygamber’e isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Peygamber’e itâat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de itaatten yüz çevirirse aldırma! Çünkü biz seni, onların üzerine bekçi olarak göndermedik.” (Nisâ 4/80)
“Resûlullah’ın emrine aykırı hareket edenler, artık başlarına büyük bir belânın gelmesinden veya pek elemli bir azâbın tepelerine inmesinden korkup çekinsinler.” (Nûr 24/63)Allah ve Rasûlü’nün davet ettiği hususlar, bizi ihyâ edecek, diriltecek ve bize hayat bahşedecek şeylerdir. Bunlar, bizi bitki ve hayvan seviyesinden çıkarıp insanlık seviyesine yükseltecek, Allah’a kullukla süslenmiş hür ve huzurlu bir hayata kavuşturacak, bu hedefe ulaştıracak ilim ve ameli tahsile yönlendirecek ve bize ebedî saadeti bahşedecek hayatî kâidelerdir. İşte Peygamber insanlığa bu hayat prensiplerini öğretmek için gönderilmiştir.
Âyetin “Allah kişiyle kalbinin arasına girer” (Enfâl 8/24) kısmına şu mânalar verilmiştir:
› Bu ifade Allah’ın kula ne kadar yakın olduğunu temsîlî olarak anlatır. Buna göre Allah kulun kalbine kendisinden daha yakındır. Çünkü seninle başka bir şey arasında bulunan kişinin, o şeye senden daha yakın olduğu açıktır.Bu ifade, Allah’ın ölüm ve diğer âfetlerle kişi ile kalbi arasına girmeden önce kalplerin kötü duygulardan arındırılıp temizlenmesi için gayretli olmaya teşvik etmektedir. Sanki şöyle buyrulmaktadır: “Fırsat elden gitmeden gaybı bilen Allah tarafından gönderilmiş Peygamber’e icâbetle kalplerin tasfiyesine ve nefisleri kemâle erdirmeye çalışın. Çünkü Allah bir takım sebepler yaratır da bunlar yüzünden kul arzu ettiği gibi durumunu düzeltme konusunda kalbini yönlendirme imkânı bulamaz. Allah ve Rasûlüne icâbet edemeden ölür gider.”
› Müslümanlar, Bedir günü düşmanların çokluğundan korkuya ka­pılmışlardı. Şanı yüce Allah, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve bunu da onların kor­kularını güvenliğe değiştirmek suretiyle buna karşılık düşmanlarının gü­venlik duygusunu da korkuya dönüştürmek suretiyle gerçekleştirdiğini on­lara haber vermiştir.
› Şanı yüce Allah’ın, kulların kalplerine onlardan daha çok hâkim olduğunu ve dilediği takdir­de kendileri ile kalpleri arasına girerek, yine kendi dilemesi müstesna insanın hiçbir şey idrâk etmesine imkân vermeyeceğini haber vermektedir. Bu, insana açık bir ikazdır.Bu ifadeyle Allah’ın kulun kalbine sahip olup azmini kırması, niyet ve maksatlarını değiştirmesi ve ona düşüncelerini istediği şekilde yerine getirmesine imkân vermemesi şeklinde de anlaşılabilir. Buna göre Allah kulun saadetini isterse onunla küfür arasına; şekavetine hükmederse onunla îman arasına girebilir. Bu sebeple Resûlullah (s.a.s.) dâima:“Ey kalpleri ve basîretleri evirip çeviren Allahım, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl” diye dua ederdi. (Tirmizî, Kader 7)Zira Allah’ın korumasından çıkan kulun, hem kendini hem de içinde yaşadığı toplumu zarara uğratacak bir fitneye düşmesinden korkulur:Bu ifade, sahipleri gâfil olsa da Allah’ın kalplerin bütün gizliliklerine müttali olduğuna dikkat çeker. Nitekim Hz. Ali: “Allahım, hakkımda bildiklerine göre beni bağışla!” diye dua ederdi.
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٢٥﴾
Karşılaştır 25: Hem öyle bir fitneden sakının ki, geldiği zaman içinizden sadece zulmedenlere dokunmaz, herkesi kuşatır. Yine bilin ki Allah’ın cezalandırması çok şiddetlidir.
Tefsir:Fitne, toplumda dinî inancın zayıflaması; günahların yaygınlaşması; anarşi, kargaşa ve hukuksuzluğun hâkim olması ve Allah’a kulluk yapmanın neredeyse imkânsız hale gelmesidir. Yüce Allah mü’minlere, toplumda günahların işlenmesine ve yaygınlaşmasına engel olmalarını emretmektedir. Değilse onların hepsini kuşatacak bir azap göndereceği ikazında bulunur.Zeynep bint-i Cahş (r.a.) Resûlullah (s.a.s.)a: “Ey Allah’ın Rasûlü, sâlih kimseler aramızda bulundu­ğu halde helak edilir miyiz?” diye sorunca Efendimiz: “Evet, kötülük yaygınlaşacak olur­sa” diye cevap vermiştir. (Buhârî, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1-2)
Yine Efendimiz: “İnsanlar, zalimi görüp de onun elini zulüm­den engellemeyecek olurlarsa, aradan fazla zaman geçmeden, Allah onların hepsini kendi tarafından göndereceği bir azaba uğratır” buyurmuştur. (Tirmizî, Fiten 8)Fitnenin ve ona bağlı olarak vuku bulacak musibetin iyi-kötü herkesi kuşatmasını Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bir gemi misaliyle şöyle anlatır:“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur‘a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
«–Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz» dediler.Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar, helâk olurlar. Eğer ellerinden tutarak bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de diğerleri kurtulmuş olur.” (Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30; Tirmizî, Fiten 12)Bu hadis-i şerif, bazı kimselerin günahları yüzünden herkesin azaba uğrayabileceğini; iyiliği emredip kötülüğü yasaklamanın terk edilmesi durumunda da bir kısım musibetlerin gelebileceğini haber verir. Dolayısıyla bir bakıma gelebilecek musibetlerden korunmak, diğer yönden de geleceğe ümit ve güven içinde bakabilmek için şu ilâhî uyarıya kulak vermek gerekir:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
وَاذْكُرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَاٰوٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٢٦﴾
26: Hatırlayın ki, bir zamanlar siz yeryüzünde zayıf ve hor görülen azınlık bir gruptunuz; insanların sizi her an yakalayıvermesinden korkuyordunuz da Allah size sığınacağınız bir yurt nasip etti, sizi bizzat yardımıyla destekleyip güçlendirdi ve sizi temiz ve hoş rızıklarla rızıklandırdı. Umulur ki şükredersiniz.
Tefsir:
Bedirde zafer ve ganimet elde eden müslümanlara önceki zayıf ve çaresiz durumları hatırlatılır ve Allah’ın kendilerine olan muazzam ikramları beyân edilerek şükretmeleri istenir.
Müslümanlar önce:Azınlık idiler.Mekke müşrikleri tarafından zayıf görülüyor, horlanıyor ve eziyete uğruyorlardı.
› Kendilerine kin ve öfke ile bakan kimselerin saldırılarına karşı onları koruyacak kimse yoktu ve her an böyle yok olma korkusu içinde yaşıyorlardı.
Allah Teâlâ onlara şu ihsanlarda bulundu.Onları müşriklerin elinden kurtararak Medine’ye yerleştirdi, orada onlara emniyet ve asayiş verdi.
İlâhî yardımıyla onları kuvvetlendirdi. Ensâr-ı kirâmı onlara yardımcı yaptı. Bedir’de melekleri yardıma göndererek onları muzaffer kıldı.Onlara temiz, hoş ve güzel rızıklar ikram etti, ganimetler ihsan etti. Onları ezilmiş, aşağılanmış bir durumdan böyle şanlı şerefli bir mevkiye getirdi. Bu nimetlerin devamı için şükretmek lazımdır. Çünkü nimetler şükürle artar, nankörlükle elden gider.
Cüneyd (k.s.) der ki: “Yedi yaşında bir çocukken bir gün dayım Seriyyi Sakatî’nin yanındaydım. Yanında bir topluluk şükür hakkında konuşuyorlardı. Seriy bana: «Ey çocuk, şükür nedir?» diye sordu. Ben de: «Şükür, Allah’ın nimetiyle ona isyan etmemendir» dedim. Bunun üzerine: «Öyle anlaşılıyor ki Allah’ın sana en büyük nimeti lisânın olacak» dedi. Onun bu sözünü hatırladıkça hâlâ ağlarım.”Şu misaller, Allah’ın nimetlerine karşı derin bir şükür hissiyâtı içinde olmanın önemini ne güzel anlatır:
Târık b. Ziyâd’ın beş bin kişilik ordusu, doksan bin kişilik İspanya ordusunu perişan etti. Târık, kralın hazineleri üzerine ayağını koymuş, kendi kendine şöyle diyordu:
“Târık! Dün boynu tasmalı bir köle idin; gün geldi Allah seni hürriyetine kavuşturdu. Sonra bir kumandan oldun! Bugün, Endülüs’ü fethettin ve kralın sarayında bulunuyorsun. Şunu iyi bil ve hiçbir zaman unutma ki, yarın da Allah’ın huzûrunda olacaksın!”
Şükreden bir kul olmaya bir diğer örnek de şöyledir:
Ayaz isimli bir köle vardı. Gün geldi Sultan Mahmud tarafından satın alındı. Sultan, onu taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevdi. Sultan’ın öylesine îtimâdını kazandı ki devletin haznedârı tayin edildi ve en kıymetli zarif mücevherler ona emanet edilir oldu. Saraydakiler, hasetleri yüzünden bu durumu hazmedemediler. Asil ruhlu kölenin îtibârını zedelemek için ellerinden geleni yaptılar. Bir gün Sultan’ın huzûrunda birinin diğerine şöyle dediği duyuldu; “Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Her gün gidiyor; hatta izinli günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Mücevherlerimizi çaldığından eminim.” Bunu duyan Sultan kulaklarına inanamadı. “İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” dedi. Duvara küçük bir delik yaptırıp hazînede olanları tâkibe başladı. Ayaz sessizce içeri girdi, kapıyı kapattı ve sandığa gitti. Sandığın önünde diz çökerek kapağı usulca kaldırdı ve içinden bir şey çıkardı. Bu, orada sakladığı küçük bir bohçaydı. Bohçayı öptü alnına koydu ve sonra da onu açtı. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbiseydi! Ayaz, saray giysilerini çıkarıp bunu giydi ve aynanın karşısına geçerek kendi kendine:
“– Daha önceleri, bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun? Bir hiçtin sen, satılacak bir köleydin. Allah, Sultânın eliyle sana rahmetinden, belki de hiç hak etmediğin nimetler lûtfetti. İşte Ayaz şimdi buradasın, ama asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanı gaflete düşürür, nisyâna sürükler. Sen, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve dâima eski hâlini hatırla!”
Sandığı kapatıp kilitledi ve sessizce kapıya doğru yürüdü. Çıkarken birden Sultanla yüz yüze geldi. Sultan gözlerini Ayaz’ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyordu. Boğazı öyle düğümlenmişti ki konuşmakta güçlük çekiyordu:
“– Ayaz! Bugüne kadar mücevherlerimin haznedârıydın, ama şimdi... Şimdi kalbimin haznedârısın. Bana, bir hiç olduğumu ve kendi Sultanım’ın huzûrunda nasıl davranmam gerektiğini öğrettin.” (Muhyiddin Şekûr, Su Üstüne Yazı Yazmak, s. 114)Şu halde mü’minler, sahip oldukları maddi ve manevî nimetlerin kıymetini bilip, bunlara hıyânetten uzak durmalıdırlar:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٧﴾
27: Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin; yoksa bile bile size emânet edilen şeylere de hâinlik etmiş olursunuz.
Tefsir:Hıyânet; emânete riâyet etmemek, vazifeyi tam olarak yerine getirmemek, haksızlık yapmak, bir şeyi kötü mânada saklayıp gizlemek gibi anlamlara gelir. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.):
“Allahım! Açlıktan sana sığınırım; çünkü o kişi ile beraber oturup kalkanların en kötüsüdür. Hâinlikten de sana sığınırım; çünkü o en kötü sırdaştır” buyurur. (Ebû Dâvûd, Vitr 32)Allah’a ve Rasûlüne hıyânet; Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerine ve Peygamberimiz (s.a.s.)’in sünnetine riâyet etmemek, saygısızlık yapmak, dinin emir ve yasaklarına sırf gösteriş için uymak, Allah ve Rasûlü aleyhinde düşmana gizli sırları vermek gibi durumlardır. Allah ve Rasûlü’ne hıyânet edenler, kendi aralarındaki emanetlere de hıyânet ederler. Artık birbirlerine olan güvenleri yok olur; mal, can, ırz ve namus emniyeti kalmaz. Âyet-i kerîmenin iniş sebebiyle ilgili rivayet bu durumu daha açık bir tarzda ortaya koymaktadır:
Resûlullah (s.a.s.), Medine’deki yahudi kabîlelerinden biri olan Kureyzaoğulları’nı yirmi bir gece süreyle kuşatma altına aldı. Onlar, kardeşleri Nadîroğulları gibi Şam taraflarında Ezreât ve Erîha’da oturan kardeşlerinin yanına gitmek üzere Resûlullah ile anlaşmak istediler. Resûlullah bu teklifi reddedip Sa‘d b. Muâz’ın haklarında vereceği karara göre hareket etmelerine müsaade edeceğini bildirdi. Onlar Sa‘d’in hakemliğini kabul etmeyip kendilerine Ebû Lübâbe b. Abdülmünzir’in gönderilmesini talep ettiler. Ebû Lübâbe’nin Kurayza oğullarıyla arası iyiydi. Çünkü çocukları ve malları onların elindeydi. Peygamberimiz Ebû Lübâbe’yi onlara gönderince onlar: “Ne dersin, Sa‘d’ın hükmüne razı olalım mı?” diye sordular. O da Sa‘d’ın onlar hakkındaki kararının boyunları vurularak öldürülmeleri olduğuna işaret etmek üzere boğazını gösterip onun hakemliğine razı olmamalarını îmâ etti. Ebu Lübâbe der ki: “Henüz ayaklarımı yerinden kıpırdatmadan Allah ve Rasûlü’ne ihânet ettiğimi anladım.” Çünkü Resûlullah (s.a.s.) onlardan Sa‘d’ın haklarında vereceği hükme razı olmalarını istemiş, o ise onları bundan vazgeçirmişti. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.
Ebû Lübâbe, kendisini mescidin direğine bağlayıp ölünceye ya da Allah tarafından affedilinceye kadar yiyip içmeyeceğine yemin etti. Yedi gün sonra bayılıp düştü. Sonra Allah tevbesini kabul etti. Kendisine tevbesinin kabul edildiği, artık bağlarını çözüp evine gidebileceği söylenince: “Hayır vallahi, Resûlullah (s.a.s.) gelip bağlarımı çözmedikçe buradan ayrılmam” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) gelip bağlarını çözdü. Ebû Lübâbe: “Tevbemin tamam olması için, böyle bir günaha giriftar olduğum kavmimin bulunduğu bu memleketi terk edeceğim ve malımın tamâmını tasadduk edeceğim” deyince Resûlullah (s.a.v.): “Malının üçte birini tasadduk etmen yeter” buyurdu. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 238-239)Görüldüğü üzere bu gibi durumlarda insanın ayaklarının kaymasına sebep olan en büyük tehlike mal ve evlattır. Bunun için buyruluyor ki:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٢٨﴾
28: İyi bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için ancak birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfatın ise yalnız Allah’ın yanında olduğunu unutmayın.
Tefsir:Önceki âyetin nüzûl sebebinde de temas edildiği gibi, bazan mal ve evlat endişesiyle insan bu nevi yanlışlara düşebilir. İşte âyet-i kerîme bu noktaya hususiyle dikkatleri çekmekte, müslümanları mal ve evlat fitnesine karşı uyanıklığa çağırmaktadır. Diğer âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız Allah’ı anmaktan sizi alıkoymasın. Böyle yapanlar, en büyük zarara uğrayanların tâ kendisidir.” (Münafıkûn 63/9)
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar çıkabilir; onlara karşı dikkatli olun!” (Teğâbün 64/14)
“Fitne”, bazan “belâ” bazan de “imtihan” anlamında kullanılır. Birinciye göre âyet: “Mallarınız ve çocuklarınız, dünyada günah işlemek, bunun sonucu olarak âhirette de azaba maruz kalmak gibi bir belâya uğramanıza sebep olabilir. Dikkatli olun!” mesajını verir. İkinciye göre ise: “Mal ve çocuklar, Allah’ın kullarını imtihan ettiği malzemelerdir. Bunlar vasıtasıyle Allah, nefsinin arzularına uyanla Mevlâsının rızâsını tercih edeni birbirinden ayırır” mânası anlaşılır. Bu vesileyle kulluk imtihanında başarılı olabilmek için takvâya sarılmanın önemine dikkat çekmek üzere şöyle buyruluyor:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿٢٩﴾
29: Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız size hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayıracak şaşmaz bir ölçü verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah, pek büyük lutuf ve ihsân sahibidir.
Tefsir:Bu âyette takvânın, sahibine sağladığı üç mühim fayda haber verilir:
Birincisi; Allah, kendinden korkan, buyruklarına karşı gelmekten sakınan böyle kullarına hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, hayrı şerden ve doğruyu yanlıştan ayırabilecek şaşmaz bir ölçü ve derin bir anlayış kuvveti ihsan eder.Nitekim mânevîyat ve hâl sahibi kadınlardan Rabia b. İsmâil şöyle demektedir:
“Kul Allah’a ibâdet ederse, Cebbâr olan Allah da ona yaptığı hataları bilmeyi nasip eder. Dolayısıyla o kul yanlış hareketlerini düzeltmeye başlar. Halkı bırakır, kendi ayıplarıyla meşgul olur.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 217)Câfer b. Sâdık, Ebû Hanife’ye şunu sormuştu:
“- Akıllı kimdir?”­“- İyilik ile kötülüğün arasını ayıran.”- Hayvanlar da ikisinin arasını ayırabiliyorlar, kendilerini dövenle ot vereni birbirinden ayırt edebiliyorlar.”“- Şu hâlde sana göre akıllı kimdir?”“−İki iyilik ile iki kötülüğün arasını ayırıp, iki iyiden daha iyisini, iki kötülükten daha ehven olanını tercih eden!” (Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 54)
İkincisi; onların daha önce işlemiş oldukları günahlarını örter; görmezden gelir.Üçüncüsü; âhirette de onların kalan bütün günahlarını bağışlar. Çünkü Allah, çok büyük ihsan, ikram ve lutuf sahibidir.Ancak Allah’ın bu geniş lütfundan istifade yerine O’nun Rasûlü’nü ortadan kaldırmak için türlü türlü planların peşinde koşanlar da vardır:
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ ﴿٣٠﴾
30: Hani bir zamanlar kâfirler ya seni tutuklayıp hapsetmek veya öldürmek ya da yurdundan zorla çıkarmak için bir takım tuzaklar kuruyorlardı. Onlar böyle tuzaklar hazırlayadursunlar, ama Allah da onların tuzaklarına karşılık verecektir. Çünkü Allah, tuzak kuranlara en güzel karşılığı verendir.
Tefsir:Mü’minler bir bir Mekke’yi terk edip Medine’ye hicret ettiler. Ensâr-ı kirâmın yardım ve himayeleriyle orada bir birlik ve bütünlük oluşmaya başladı. Allah Resûlü (s.a.s.) de Medine’ye hicret ettiği takdirde bu oluşumun başına geçecek ve kısa zamanda hatırı sayılır bir güç haline geleceklerdi. Durumun nezaketini kavramakta gecikmeyen Mekke müşrikleri Dâru’n-Nedve’de toplanarak Peygamberimiz (s.a.s.)’le alakalı problemi nasıl çözeceklerine dair istişâre ettiler. Âyet bu istişâre neticesinde alınan kararları haber vermektedir. Buna göre müşrikler üç ihtimal üzerinde durmuşlardır:
· Tebliğ faaliyetlerini engellemek maksadıyla elini kolunu bağlayıp zindana atmak; yiyecek ve içeceğini kısmak suretiyle ölüp gitmesini sağlamak.
· Mekke’den çıkarıp, zararından kurtulmak için uzak bir yere sürgüne göndermek.
· Kimin öldürdüğü belli olmasın, Hâşimoğulları da savaşı göze alamayıp diyete razı olsun diye her kabileden bir genç seçip, topluca onu öldürmelerini sağlamak.
Müşrikler, şeytanın da desteğiyle bu son madde üzerinde anlaştılar. Cebrâil (a.s.) durumu Efendimiz’e haber verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz, Hz. Ali’yi yatağına yatırarak gizlice Medine’ye doğru hicret yolculuğuna başladı. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, IX, 300)
Peygamberimiz (s.a.s.)’e düşmanlıklarını bu şekilde sergileyen müşriklerin Kur’an karşısındaki durumları da şöyle haber verilir:
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٣١﴾
31: Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: “Duyduk, duyduk! İstesek elbette biz de bunun gibi şeyler söyleyebiliriz. Çünkü bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil!” diye tepki gösterirler.
Tefsir:Âyetin iniş sebebi şöyledir: Müşriklerden Nadr b. Hâris tüccar olarak İran’a gider gelirdi. Bu yolculukları esnâsında rastladığı keşişlerden Kelile ve Dimne masallarını, Kİsrâ ve Kayser hikâyelerini duyup öğrenmişti. Allah Resûlü (s.a.s.), Kur’an’dan geçmiş kavimlerle alakalı kıssaları okuyunca, Nadr da: “İstesem ben de bunun gibi söylerim” demiş ve bu hâdise üzerine bu âyet-i kerîme inmiştir. (Kurtubî, el-Câmi‘, VII, 397)
Onlar böyle söylediler; fakat senelerce uğraştıkları halde bir türlü o Kur’an-ı Azîmüşşân’ın bir benzerini söyleyemediler. Bunu başaramadıkları için de türlü türlü hilelere, tuzaklara baş vurdular. Bu da yetmedi savaşmak mecburiyetinde kaldılar.[1] Zaman zaman da inkârlarını daha farklı usluplarla dile getirmekten geri durmadılar:
[1] “Esâtîr” kelimesinin izahı için bk. En‘âm 6/25.
وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٣٢﴾
32: Bir zaman da: “Rabbim! Eğer bu Kur’an, senin katından gelen gerçek bir kitap ise, hiç durma hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem verici bir azap gönder” demişlerdi.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ﴿٣٣﴾
33: Halbuki Rasûlüm, sen onların arasında bulunduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir. Bir de yaptıklarına pişmanlık duyup günahlarının bağışlanmasını diledikleri sürece de Allah onlara azap etmeyecektir.
Tefsir:Enes b. Mâlik (r.a.)’ın haber verdiğine göre Ebu Cehil: “Allahım, eğer Muhammed ve getirdiği Kur’an senin gönderdiğin bir gerçek ise gökten baş‏ımıza taş‏ yağdır veya bizi elîm bir azâba uğrat” dedi. Bunun üzerine: Rasûlüm, sen onların arasında bulunduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir…” (Enfâl 8/33) âyetleri nâzil oldu. (Buhârî, Tefsir 8/3; Müslim, Münâfikîn, 37)33. âyet, müşriklerin ve diğer günahkar toplumların toplu helakten, ilâhî azap ve intikam tecellilerinden uzak kalabilmelerinin iki mühim sebebi üzerinde durur:Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü (s.a.s.)’in Mekke’de aralarında bulunuyor olması. Habibi hürmetine Allah onlara mühlet vermekte ve azap taleplerini hemen yerine getirmemektedir. İbn Abbas (r.a.): “Allah Teâlâ’nın, hiçbir bölge halkını, peygamberleri oradan çıkıp, emrolundukları yere ulaşmadıkça azaba uğratmadığını” söyler. (Kurtubî, el-Câmi‘, VII, 399)
Âyette Peygamber (s.a.s.)’e tâzim ve hürmet göstermeye teşvik vardır. Zira Allah onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Rahmet ile azab birbirine zıttır; iki zıt ise bir arada bulunmaz. Allah Resûlü (s.a.s.) yaşadığı müddetçe en büyük emân olduğu gibi, sünneti yaşandığı müddetçe de yine en büyük emân olarak devam edecektir. Bu âyet, Efendimiz’in Allah yanındaki şeref ve kıymetini haber veren açık bir delildir. Çünkü onu kullarının güvende olmasına ve azabın inmemesine vesile kılmıştır. Burada, aynı zamanda, salah ve takvâ sahibi kimselere yakın olan toplumlardan Allah Teâlâ’nın azabı kaldıracağına dair bir işaret görmek mümkündür.
› Hepsi tevbekâr olup istiğfar etmeleri veya aralarında Allah’a istiğfar eden ve edecek olan kimselerin bulunması. İyiler içinden kötüler ortaya çıkıp zulümde aşırı gitmeye başladıkları ve buna engel olunmadığı zaman, bu sebeple meydana gelecek fitnenin zararı iyilere de dokunduğu gibi, kötüler içinde fevkalade iyiler zuhur etmeye başladığı zamanlarda az da olsa o iyilerin hürmetine, kötülerin hak ettikleri ceza tamamen affa veya en azından tehire uğrayabilir. Çünkü kötüler azabı celbettiği gibi iyiler de rahmeti celbeder.
Hz. Ali: “Yeryüzünde iki emân vardı. Biri gitti, diğeri kaldı. Giden Resûlullah (s.a.v.), kalan ise istiğfardır” buyurduktan sonra bu âyeti okumuştur.
Sonsuz merhamet sahibi olan Rabbimiz, kullarını azaptan korumak için bir takım vesileler var eder. Ama insanlar bu vesileleri değerlendirmezlerse, kendi elleriyle kendilerini azaba müstahak hâle getirirler:
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٤﴾
34: Onlar Mescid-i Harâm’ın yönetimine lâyık olmadıkları halde, insanların orada ibâdet etmesini engelleyip dururken Allah onlara niye azap etmesin ki? Mescid-i Harâm’ın hizmet ve yönetimine lâyık olanlar, ancak Allah’a karşı gelmekten sakınan ve içleri O’na karşı saygıyla dopdolu olarak buyruklarını titizlikle yerine getiren mü’minlerdir. Fakat onların çoğu bunu bilmez.
Tefsir:Aralarında Allah Resûlü (s.a.s.) bulunmasa ve içlerinden iman şerefine erecek tâlihli kullar olmasa idi, müşriklerin ilâhî azaba uğramamaları için hiçbir neden yoktu. Çünkü onlar, azabı gerektirecek pek çok günah ve çirkin işler yapmaktaydılar. Meselâ, müslümanları ve diğer bazı insanları Mescid-i Haram’a girmekten men ediyorlar; “Biz Kâbe’nin ve Harem’in sahipleriyiz; dilediğimizin oraya girmesine izin verir, dilediğimizi oradan geri çeviririz” diyorlardı. Halbuki Allah Teâlâ, böyle müşrik halleriyle onların Mescid-i Harâm’ın hizmet ve idaresini üstlenmeye liyakatli olmadıklarını; buna liyakatli olanların takvâ sahibi müslümanların olduğunu beyân etmiştir.
Müşriklerin bu işe liyakatsizliğinin gerekçesini de şöyle haber vermektedir:
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٥﴾
35: Onların Kâbe’deki ibâdetleri, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse inkâr etmenizden dolayı tadın azabı!
Tefsir:
Cahiliye halkı Beytullâh’ı tavaf ederken alkış‏ tutar, ıslık çalar ve yanaklarını yere koyarlardı. İşte müş‏riklerin tavaftaki bu davranış‏larının asılsızlığını göstermek üzere bu âyet inmiştir. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 240) Bir diğer rivayete göre onların tavaf sırasındaki bu davranışları, Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ve mü’minlerin Mescid-i Harâm’daki ibâdetlerini engellemek ve huzursuzluk çıkarmak gayesi taşımaktaydı. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, IX, 318) Nitekim Mukatil (r.h.), müşriklerin bu engellemelerini şöyle tarif eder: “Allah Resûlü (s.a.s.), Mescid-i Harâm’da namaza durduğunda Abduddâr oğullarından iki kişi hemen kalkıp sağına geçer ve ıslık çalmaya; diğer iki kişi de kalkıp soluna geçer ve alkış tutmaya başlarlardı. Allah Tealâ bunları Bedir günü mü’minlerin elleriyle öldürmüştür.” (İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-mesîr, III, 353-354)
Bundan böyle de inkârcılar, İslâm’a düşmanlığa devam edecek, Allah da onların cezalarını verecektir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ ﴿٣٦﴾
36: İnkâra saplananlar, mallarını insanları Allah yolundan çevirmek için harcarlar. Onu böylece harcamaya devam edeceler. Ama harcanan bu mal onlara bir pişmanlık sebebi olacak. Çünkü hedeflerine varamadan mağlup edilecekler. Neticede kâfirler toplanıp cehenneme sürülecekler.
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعًا فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿٣٧﴾
37: Allah böylece murdar olanı temiz olandan ayırır, sonra murdar olanları birbiri üstüne yığıp, hepsini bir balya hâline getirir ve ardından cehenneme doldurur. İşte onlar, en büyük zarara uğrayanların tâ kendileridir.
Tefsir:Bu âyetler Bedir savaşı için mallarını sarf eden, bu cümleden olmak üzere her biri her gün on deve keserek müşrik askerlerini doyuran Kureyş zenginleri hakkında nâzil olmuştur. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 240) Bununla birlikte müşriklerin Uhud, Hendek gibi savaşlarda harcadıklar paraları; onlardan sonra kıyamete kadar gelecek kâfirlerin din düşmanlığı için harcadıkları ve harcayacakları paraları ve onların hazin neticelerini beyân etmektedir. Şöyle ki:
Kâfirlerin, müşriklerin, din düşmanlarının, insanları Allah yolundan saptırmak niyetiyle harcadıkları bütün paralar, mallar ve imkânlar kendileri için bir hasret, büyük bir pişmanlık ve iç yarası olacaktır. Nihâyetinde bunları boş bir dava uğruna harcadıklarını anlayacaklar ve “Eyvah!” diyeceklerdir. Sonra da mağlup olacaklardır. Dünyada yapılan savaşlarda “Biz, bu gâlibiyet ve mağlubiyet günlerini insanlar arasında döndürür dururuz” (Âl-i İmrân 3/140) kanun-i ilâhî gereğince kâh galip kâh mağlup olsalar da en sonunda kesinlikle kaybedecek taraf onlar olacaktır. Sadece mağlubiyetle kalmayacak, o kâfirlerin hepsi cehenneme sürülecek ve orada toplanacaklardır.
Bu imtihanlar, Allah Teâlâ’nın kötüleri iyiler arasından ayırıp alması içindir. Bu yolla Cenâb-ı Hak, habis ruhlu kâfirleri iyilerden ayırıp bir araya toplar, onları üst üste bindirir, murdar mallarını da sırtlarına yükler, böylece hepsini son derece sıkıntı ve zahmet verecek şekilde kat kat istifleyerek topluca cehenneme doldurur. Gerçekten hüsrana uğrayanlar, bunlar değil de, başka kim olabilir?Ancak ilâhî rahmetin bir tecellisi olarak, en koyu inkâr çukurlarında bulunanlar için bile hidâyet kapısı daima açık tutulmaktadır.

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 17.02.2024 | Top

   

Enfal Süresi Meal Ve Tefsiri 28-60
Enfal Süresi Meal Ve Tefsiri 6-20

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz