Hicr Süresi Meal Ve Tefsiri 78-99

#1 von Kurban , 22.12.2023 07:15

Hicr Süresi Meal Ve Tefsiri 78-99

وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِمٖينَۙ ﴿٧٨﴾
﴾78﴿ Eyke halkı da gerçekten bir zalimler topluluğu idi.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۘ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُبٖينٍؕࣖ ﴿٧٩﴾
﴾79﴿ Biz onların da cezasını verdik. Bu iki şehir açıkça bilinen bir yol üzerindedir.
Tefsir
Tefsirlerde Eyke’nin, Hz. Şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği, Mısır ile Filistin arasında, Sînâ yarımadasının kuzeyindeki bölgenin adı olan Medyen ile aynı yer olduğu, ağaçlık bir yer olması dolayısıyla buraya Eyke denildiği belirtilmektedir. Hz. Şuayb döneminde buralarda Araplar’ın Emur (Amoriler) koluna mensup kabileler oturuyordu (bilgi için bk. A‘râf, 7/85-93; Hûd 11/84-95).
78. âyette geçen zulüm kavramı, başta inkârcılık olmak üzere her türlü inkâr ve isyanı ifade etmektedir. Nitekim Lokmân sûresinde de (31/13), “Gerçekte şirk çok büyük bir zulümdür” buyurulur. İbn Kesîr, buradaki zulmü, “Eyke halkının Allah’a ortak koşmaları, yol kesmeleri, ölçü ve tartıda haksızlık etmeleri” şeklinde açıklamakta olup bu açıklama, ‘râf ve Hûd sûrelerindeki bilgilere dayanmaktadır. Söz konusu sûrelerde bildirildiğine göre Şuayb da diğer peygamberlerin davetlerini tekrarlayarak Medyen halkını önce Allah’a kulluk etmeye, O’ndan başka tanrı tanımamaya çağırmış; fakat onlar zulümlerine devam etmişler yani inkârcılıkta, günah ve isyanda ısrar etmişler, bu yüzden de hak ettikleri cezaya çarptırılmışlardır. “Bu iki şehir açıkça bilinen bir yol üzerindedir” buyurularak Eykeliler’le Sodomlular’ın aynı coğrafî bölgede yaşadıklarına işaret edilmiştir (İbn Kesîr, IV, 462).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 362-363

وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلٖينَۙ ﴿٨٠﴾
﴾80﴿ Kuşkusuz Hicr halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladılar.
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضٖينَۙ ﴿٨١﴾
﴾81﴿ Oysa onlara âyetlerimizi de gönderdik, fakat bunlara sırt çevirdiler.
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِنٖينَ ﴿٨٢﴾
﴾82﴿ Onlar, güvende olmak üzere dağları oyarak barınaklar yaparlardı.
Tefsir
Geçmişte inkâr ve isyanları sebebiyle bazı toplumların uğradık­ları felâketler hakkında bilgi verilerek bunlardan ders almak gerektiğini anlatan âyetlerin bu bölümünde de Hicr halkından yani Semûd kavminden bahsedilmektedir. Bu sûrenin girişinde de belirtildiği gibi Hicr, Arap yarımadasının kuzeybatısında, Medine-Tebük yolu üzerinde Teyma‘ın yaklaşık 110 km. güneybatısında, içinden Hicaz demiryolunun geçtiği sarp kayalıklarla çevrili vadinin ve bu vadideki eski şehrin adıdır. Bugünkü Alâ adlı yerleşim merkezinin 15 km. kuzeyine düşmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de olduğu gibi eski tarih ve coğrafya kitaplarında da Hicr diye anılmaktadır. Ayrıca Sâlih peygamberle ilgisi dolayısıyla buraya Medâinü-sâlih de denilmiştir.
Konumuz olan âyette Hicr şehrinde yaşayan kavmin ve bunlara gönderilen peygamberin ismi verilmemektedir. Ancak müfessirler, Semûd kavminin kayaları oyarak evler yaptıklarını bildiren âyetleri (A‘râf 7/74; Şuarâ 26/141-149) dikkate alarak Hicr’de yaşayan topluluğun Semûd kavmi, peygamberlerinin de Sâlih aleyhisselâm olduğunu belirtmişlerdir. Aslında bu kavme sadece Hz. Sâlih peygamber gönderilmiş, onu da yalancılıkla suçlamışlardır. Bir peygamberi reddedenler, aynı temel gerçekleri temsil eden öteki peygamberleri de reddetmiş sayılacağından âyette bu kavmin “peygamberler”i yalancılıkla suçladığı bildirilmiştir (Zemahşerî, II, 318; Kurtubî, X, 51).
Buradaki “âyetler” genellikle Hz. Sâlih’in gerçek peygamber olduğunu kanıtlayan mûcizeler olarak açıklanmıştır (Taberî, XIV, 50; Kurtubî, X, 57-58). “Rablerini inkâr etmiş” (Hûd 11/68), tevhid inancından sapmış olan Semûd kavmi, kendilerini hidayete kavuşturması için gönderilen Hz. Sâlih’i yalancılıkla suçlayarak, doğru olduğunu kanıtlaması için mûcize göstermesini istemişler (Şuarâ 26/154); Sâlih de bir deveyi göstererek istedikleri mûcizenin bu devede olduğunu ifade etmiş; çok özel bir yaratık olan bu deveye zarar vermemeleri hususunda kavmini uyarmış; ayrıca Allah’ın kendilerine lutfettiği bazı nimetleri sıralayarak bunları hatırda tutmalarını ve ülkede karışıklık çıkarmamalarını, zihinleri bulandırmamalarını istemiştir. Fakat onlar bildiklerinden şaşmadıkları gibi söz konusu deveyi de boğazlamak suretiyle isyankârlıklarını apaçık ortaya koymuşlar; “Ey Sâlih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı bize getir!” (A‘râf 7/77) diyecek kadar ileri gitmişlerdi.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 363-364
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحٖينَۙ ﴿٨٣﴾
﴾83﴿ Ama sonunda sabaha girerlerken korkunç ses onları da yakaladı!
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَؕ ﴿٨٤﴾
﴾84﴿ Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası olmadı.
Tefsir
Nihayet Hicr halkı, burada ve diğer ilgili âyetlerde (A‘râf 7/78; Şuarâ 26/158; Hâkka 69/5) “racfe” (dehşetli sarsıntı), “sayha” (korkunç ses), “azab”, “tâgıye” (yakıp yıkıcı bir felâket) kelimeleriyle özellikleri ifade edilen bir felâketle cezalandırıldılar. Felâketin gelmesi sırasında, bir ömür boyu kazandıkları, biriktirdikleri servetler, kayaları oyarak hazırladıkları, sağlam ve güvenilir olduğundan kuşku duymadıkları evler, bir anlık felâketin getirdiği yıkımdan kendilerini kurtaramadı. Böylece, Sâlih peygamberin uyarılarını hiçe sayarak inkâr ve isyankârlıkta ısrar etmenin, özellikle peygamberin uyarıcı tehditlerini ciddiye almamanın cezasını ağır bir şekilde gördüler.
Bu konuda Kur’an-ı Kerîm’de daha fazla bilgi bulunmamakla birlikte tefsirlerde ayrıntılı bilgi veren uzun rivayetler kaydedilir (bk. Taberî, VIII, 224-225; Râzî, XIV, 162). Ancak Kur’an-ı Kerîm’e, sahih hadislere ve güvenilir vesikalara dayanmayan bu rivayetlerin doğruluğu şüphelidir. Esasen bizim için önemli olan olayın tarihî ayrıntıları değil, ders ve ibret almaya değer olan yönü olup bu da Kur’an-ı Kerîm’de gerektiği kadar verilmiştir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 365

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّؕ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمٖيلَ ﴿٨٥﴾
﴾85﴿ Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yarattık. Kıyamet de mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel olan hoşgörü yolunu tut.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلٖيمُ ﴿٨٦﴾
﴾86﴿ İyi bilesin ki rabbin, evet O, muhakkak sûrette eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilmektedir.
Tefsir
Hz. Peygamber’den sabırlı ve hoşgörülü olmasını isteyen âyetin ardından yüce Allah’ın eşsiz ve kesintisiz yaratıcılığı ve bilgisi hatırlatılmakta; bu suretle, dolaylı olarak Resûlullah’ın, inkârcılar kendisini dinlememekte direniyorlar diye hoşgörülü tutumunu değiştirip sertleşmemesi istenmektedir. Çünkü Peygamber’in görevi ve sorumluluğu peygamberlik ahlâkına uygun bir incelik ve güzellikte Hakk’ın hükümlerini tebliğ etmektir; gerisi her şeyi yapıp yaratan, bilip gözeten Allah’a aittir (Taberî, XIV, 51). İbn Âşûr’a göre (XIV, 78) burada, yüce Allah’ın bu inkârcı topluluk arasından ve onların soyundan Peygamber’e candan dost olacak yeni bir nesil yaratacağına dair bir müjde anlamı da sezilmektedir. Nitekim bu müjde kısa zamanda gerçek olmuş; Allah Teâlâ, başlangıçta Hz. Peygamber’in amansız düşmanı olan kesimden veya onların çocuklarından mallarını ve canlarını Allah ve resulünün yoluna adayan iman ve vefa âbidesi bir topluluk meydana getirmiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 367
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَانٖي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظٖيمَ ﴿٨٧﴾
﴾87﴿ Kuşkusuz sana tekrar tekrar okunandan (âyetlerden) yedisini ve yüce Kur’an’ı verdik.
Tefsir
Allah Teâlâ, putperestlerin Hz. Peygamber’i üzen ve inciten inatçı, alaycı tutumlarına karşı resulünü teselli etmek üzere, kendisini âdeta çok değerli bir hediye ile, tekrar tekrar okunan yedi (âyeti) ve yüce Kur’an’ı vermekle onurlandırdığını ifade buyurmaktadır.
“Tekrar tekrar okunan yedi (âyet)” diye çevirdiğimiz âyet metninde geçen mesânî kelimesi, mesnâ veya mesnâtün kelimesinin çoğulu kabul edilmiştir; “övgü” anlamındaki senâdan gelebileceği de belirtilmektedir. Mesânî kelimesi “katlanıp bükülerek ikilenen, başka bir şeyle takviye edilen” gibi mânalara gelir. Bir şeyin büklümlerine, katlarına da mesânî denilmekte, “tekrar tekrar yapılan, okunan” gibi bir anlamda da kullanılabileceği ifade edilmektedir. Konumuz olan âyetteki “seb‘an mine’l-mesânî” ifadesi müfessirleri epeyce meşgul etmişse de bu hususta en fazla kabul gören iki yorum vardır:
a) Bir görüşe göre bu ifade ile Kur’an-ı Kerîm’in, “es-seb‘u’t-tıvâl” diye anılan en uzun yedi sûresi kastedilmiştir. Bunlar Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl (başında besmele bulunmayan Tevbe sûresi ile birlikte) sûreleridir. Bu sûrelerin “mesânî” diye anılmasının sebebi, içlerinde farzlara, hukukî emir ve yasaklara, cezalara ve geçmiş toplumlara dair ibretli kıssalara geniş bir şekilde ve tekrar tekrar yer verilmesidir. Ancak Hicr sûresi Mekke’de, anılan yedi uzun sûreden En‘âm ve A‘râf’ın dışındakiler ise Medine’de inmiştir. Bu durumda Mekke’de inen bir sûrede, henüz ortada bulunmayan sûrelerden söz edilmesi mâkul gözükmemektedir. Gerçi sûrenin özellikle bu âyetinin Mekke’de indiği söylenmişse de bu bilgi itimada şayan görülmemektedir.
b) Daha çok kabul gören diğer görüşe göre “seb‘an mine’l-mesânî” ifadesiyle Fâtiha sûresi kastedilmiştir. Sûrenin böyle anılması ise yedi âyetten oluşması, namazda tekrar tekrar (her rek‘at) okunması, her okunuşta arkasından bir de zammı sûre ilâve edilerek bir nevi ikilenmesi, katlanması, sûrenin –ilki Allah Teâlâ’ya hamd ve senâ, ikincisi dua ve niyaz olmak üzere– iki bölümlü olması, biri Mekke’de peygamberliğin ilk döneminde, diğeri Medine döneminde olmak üzere iki defa nâzil olması gibi sebeplerle izah edilmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 368-369

لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِهٖٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنٖينَ ﴿٨٨﴾
﴾88﴿ Sakın ola ki, onlardan bazı gruplara verdiğimiz geçici dünya nimetine göz dikmeyesin! Onlardan yana üzülme, müminlere karşı da alçakgönüllü ol!
Tefsir
Hz. Peygamber’e ve İslâm’a karşı cephe alıp düşmanlık edenler arasında, müreffeh bir hayat yaşayan Mekkeli şımarık zengin kişiler ve aileler de yer alıyor, müslümanlar ise büyük ölçüde yoksul ve mazlum kişilerden oluşuyordu. İşte Allah Teâlâ, resulünden ve onun şahsında ümmetinden, inkârcı kişi ve grupların elinde bulunan ve onlar için görünüşte zenginlik, fakat hakikatte bir imtihan vesilesi (fitne) olan dünya malına imrenmekten sakınmalarını istemektedir. Bu buyruk, İslâm’ın sırf ekonomik dengesizlikten, gelir farkları arasındaki uçurumdan kaynaklanan toplumsal bir baş kaldırı olmadığını göstermesi bakımından anlamlıdır. İslâm, kıskançlıktan kaynaklanan bir duygusal tepki hareketi değildir. Kur’an, sosyal adaletin sağlanmasına yönelik tedbirlerin de içinde bulunduğu topyekün bir ıslah projesidir. Allah, bu projenin yer aldığı “tekrar tekrar okunan yedi âyeti yahut sûreyi ve bütünüyle yüce Kur’an’ı” vermekle resulünü en büyük nimete mazhar kılmış, peygamberlikle şereflendirmiştir; onunla birlikte müminlere de nihaî zaferin ve ebedî kurtuluşun yolunu açmıştır. Böylece Allah’ın, peygamberine ve müminlere lutfettiği bu kalıcı nimetler dikkate alındığında inkârcıların elindeki bütün maddî imkânlar önem ve değerini kaybeder. Bu durum karşısında inkârcıların bu tür nimetlerden daha fazla yararlanmalarından (Taberî, XIV, 60) yahut iman etmemelerinden, mallarıyla yoksullara ve dine hizmet etmemelerinden dolayı (Elmalılı, V, 3077) üzülmemek gerekir.
Bir peygamber için asıl önemli olan ve kendilerine değer verilmesi gerekenler, ona inanıp bağlanmış olan müminler topluluğudur. Bu sebeple Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e, ümmetine karşı alçak gönüllü olması, yumuşak davranması, yakınlık göstermesi, onları incitecek katı ve kaba söz ve hareketlerden sakınması hususunda öğütlerde bulunmaktadır (Taberî, XIV, 61). Kuşkusuz, buradaki buyruklardan Resûlullah’ın ümmetine karşı yanlış hareket ettiği, kibirli davrandığı ve bu yüzden uyarıldığı gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Her şeyden önce iman ve ibadette olduğu gibi ahlâk konularında da bir eğitim rehberi olan Kur’an-ı Kerîm’in bu ve benzeri âyetleriyle aynı zamanda bir ahlâk örneği ve önderi olması sıfatıyla Peygamber efendimizin şahsında onun yolundan giden müminler eğitilmekte, en güzel ahlâka özendirilmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 369-370

وَقُلْ اِنّٖٓي اَنَا النَّذٖيرُ الْمُبٖينُۚ ﴿٨٩﴾
﴾89﴿ “Kuşkusuz ben apaçık bir uyarıcıyım” de.
Tefsir
Hz. Peygamber’e, kendisinin açık bir uyarıcı olduğunu insanlara bildirmesi emredilmektedir. Onun hem bir uyarıcı olduğu hem de uyardığı hususların doğruluğu açık ve kesindir. Allah, başlangıçtan itibaren sahih itikad, yüksek ahlâk ve güzel yaşayış konularında insanları aydınlatıp aksine hareket edenlerin dünyada ve âhirette karşılaşacakları sıkıntıları, acıları kendilerine açıkça bildiren uyarıcılar göndermiştir. Hz. Muhammed’in de bunlardan olduğunda kuşku yoktur. Âyet, ona bu gerçeği insanlara bildirmesini emretmekte ve dolaylı olarak, insanların da bu uyarıcıya kulak vermeleri gerektiğine, aksi halde uyarı konusu olan dünyevî yıkım ve âhiret azabının –yukarıda anılan eski kavimlere olduğu gibi– bunların da başlarına gelirse bunun hak edilmiş bir âkıbet olacağına işaret etmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 370-371

كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمٖينَۙ ﴿٩٠﴾
﴾90﴿ Nitekim biz, bölüp parçalayanları cezalandırdık.
Tefsir
Allah, “bölüp parçalayanlar”ı cezalandırmıştır. Burada “bölüp parçalayanlar”la kimlerin kastedildiği ve neyi bölüp parçaladıkları hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bir yoruma göre bunlar, Kur’an’ı işlerine geldiği gibi bölerek bir kısmına inanan, bir kısmını reddeden yahudi ve hıristiyanlardır (Taberî, XIV, 61). Bir rivayete göre âyette, sırf Kur’an’la alay etmek için “Şu sûre benim, şu sûre senin” diye Kur’an’ı aralarında paylaşan Ehl-i kitap kastedilmiştir. Başka bir yoruma göre âyette Kureyş putperestlerinin bir bölümü kastedilmiştir. Rivayete göre hac mevsiminde bir kısım Mekkeli bölük bölük ayrılıp yollara dağılır, dışarıdan gelenlere Hz. Peygamber aleyhinde “O bir mecnun!”, “O bir şair!”, “O bir sihirbaz!” diye propaganda yaparlardı.
Taberî bu görüşlere dair bilgiler verdikten sonra kendi yorumunu şöyle ifade eder: “Allah, resulüne, Kur’an’ı bölüp parçalayanlara şu hususu bildirmesini emretmektedir: Peygamber, Allah’ın öfkesi ve cezalandırması konusunda insanları uyarmakla görevlidir. Gerek kendi aralarından gerekse daha önceki ümmetlerden vahyi bölüp parçalayanların başlarına gelenler onların da başına gelebilir.
‘Bölüp parçalayanlardan’ Tevrat ve İncil’e inananlar kastedilmiş olabilir; çünkü onlar Allah’ın kitabını kısımlara ayırıyor; yahudilerden bazıları kutsal kitabın bir kısmını kabul ederken geri kalan kısmını tanımıyor, İncil’i ve Kur’an’ı da reddediyor; hıristiyanlar ise İncil’in bir kısmını benimserken geri kalan kısmını, ayrıca Tevrat’ı ve Kur’an’ı reddediyorlardı. Ancak burada Kureyş putperestleri de kastedilmiş olabilir. Çünkü onlar Kur’an hakkında farklı gruplara ayrılıyor; bir kısmı ona şiir, bir kısmı kehânet ürünü, bir kısmı eskilerin masalları diyordu... Sonuç olarak bu âyetlerde hangi kesimin kastedildiğine ilişkin Kur’an’da kesin bir delil bulunmadığı gibi Hz. Peygamber’den nakledilmiş bir açıklama ve aklî bir kanıt da yoktur.”
Bu durumda Taberî’ye göre, Allah’ın vahyini, bir kısmına inanıp bir kısmını reddetmek suretiyle parçalayan her türlü eski ve yeni inkârcı zümrelerin âyetin kapsamına girdiğini düşünmek en doğru yaklaşımdır. Âyet Allah’ın kurtarıcı mesajlarını bu şekilde yıpratmaya ve tesirsiz kılmaya çalışan her inkârcı kesimin ilâhî cezalara uğratıldığını hatırlatmaktadır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 371-372
اَلَّذٖينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِضٖينَ ﴿٩١﴾
﴾91﴿ Kur’an’ı parçalara ayıranlar yok mu;
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَعٖينَۙ ﴿٩٢﴾
92.Rabbine andolsun ki surette onların hepsini sorguya çekeceğiz!
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٣﴾
﴾92-93﴿ Rabbine andolsun ki yaptıklarından dolayı muhakkak surette onların hepsini sorguya çekeceğiz!
Tefsir
Eski kitaplara yapıldığı gibi Kur’an-ı Kerîm’i parçalara ayıranlar da yaptıklarından dolayı muhakkak surette Allah katında sorguya çekilip cezalandırılacaktır. Bu tavır birçok eski kavmi yıkıma götürmüştür, Mekkeli putperestler de vahyi bu şekilde bölüp parçalamanın cezasını görmüşlerdir. Çünkü Kur’an bütünüyle Allah’tandır, bir tek âyeti bile O’ndan başkasına nisbet edilemeyeceği gibi yine bir tek âyeti dahi değersiz ve anlamsız görülemez. Allah’ın kitabı bir bütündür, hükümleri geneldir. Hakk’ın yoluna koyulup o yolda ilerleyenler için Hakk’ın hükümlerinin hepsi de mutlaka bir yönden yararlıdır, gereklidir; onların –bir bölümünün dahi olsa– faydasız olduğu, reddedilebileceği asla düşünülemez. İnsanlar, içinde yaşadıkları zamana, şartlara, ihtiyaçlara, bilgi ve kültür düzeylerine göre vahiy billûruna farklı açılardan bakabilir, orada farklı renkler görebilirler; onu az çok farklı yorumlayıp algılayarak ondan değişik biçimde yararlanabilirler; fakat “Şurasını kabul ediyorum, burasını etmiyorum” diyemezler. Aksine davrananlar, Allah’ın huzurunda yaptıklarının hesabını vereceklerdir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 372
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكٖينَ ﴿٩٤﴾
﴾94﴿ Sen, sana buyurulanı açıkça duyur, müşriklere aldırış etme!
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِءٖينَۙ ﴿٩٥﴾
95.O alaycılara karşı biz senin yanındayız.
اَلَّذٖينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٩٦﴾
﴾95-96﴿ Allah’ın yanında başka bir tanrı daha edinen o alaycılara karşı biz senin yanındayız. Onlar ileride anlayacaklar!
Tefsir
Hz. Peygamber’den, putperestlerin inkârcı ve kaba davranışlarına aldırmadan kendisine bildirilen ilâhî gerçekleri savunması, insanlara duyurması istenmekte; bu arada kendisiyle alay etmeye kalkışanlara karşı Allah’ın yardımına güvenmesi telkin edilmekte; birtakım değersiz nesneleri Allah’a ortak koşacak kadar düşüncesiz olduklarına bakmadan, Hz. Peygamber’le alay etmeye kalkışanların; onun gönlünü inciten, canını sıkanların bu yaptıklarının Allah tarafından bilindiği kendisine hatırlatılarak moralini bozmaması, cesur olması telkin edilmektedir. Taberî, Resûlullah’a karşı alaycı davrananların bilhassa Kureyş’in önde gelenleri olduğunu belirterek bunların isimlerinin yer aldığı rivayetleri aktarmaktadır (bk. XIV, 69-72).
Başta peygamberler olmak üzere büyük inanç, fikir ve aksiyon adamlarının en önemli özelliklerinden biri, her türlü güçlük, engel ve engellemeye aldırış etmeden, yılmadan temsil ettikleri inancı, düşünceyi, dünya görüşünü azim ve kararlılıkla sürdürmeleridir. Hemen bütün peygamberlerin ve diğer önder şahsiyetlerin, davalarını toplumlara anlatma mücadelesi verirken en sık mâruz kaldıkları karşı davranışlardan biri alay ve hakaret olmuştur. Alay etmek, Mekkeli inkârcı ve zalimlerin de Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı en sık başvurdukları mücadele yöntemlerinden biri idi. Fakat –bu âyetlerde de görüldüğü gibi– Resûlullah aleyhisselâm, Kur’an-ı Kerîm’in eğitimi ve irşadı ile iradesini beslemiş; Allah’ın yardımını her zaman yanında hissetmiştir; bu sayede putperestlik, inkârcılık, zulüm, cehalet ve ahlâksızlıktan ibaret olan bir zihniyetin vahyin gerçekleri karşısında yıkılmaya mahkûm olduğuna inancını asla kaybetmemiştir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 372-373

وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَضٖيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ ﴿٩٧﴾
﴾97﴿ Söyledikleri yüzünden canının sıkıldığını muhakkak ki biliyoruz.
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدٖينَۙ ﴿٩٨﴾
﴾98﴿ Ama sen rabbini hamd ile tesbih et, secde edenlerden ol!
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَقٖينُ ﴿٩٩﴾
﴾99﴿ Kesin olan şey gelinceye kadar rabbine kulluk et.
Tefsir
“Kesin olan şey” diye çevirdiğimiz son âyetteki yak^n kelimesi, “ölüm; Allah’ın vaad ettiği, gerçeklemesi kesin olan zafer”, “kesin bilgi” gibi farklı şekillerde açıklanmıştır. Taberî’nin aktardığı rivayetler (XIV, 73-75), yak^n kelimesinin daha çok “ölüm” olarak tefsir edildiğini, ayrıca Hz. Peygamber’in de zaman zaman kelimeyi bu anlamda kullandığını göstermektedir.
Kelime “kesin bilgi” veya “zafer” mânasına alınırsa tercümenin “İbadet et ki bilgiye/zafere ulaşasın” şeklinde olması gerekir.
Hz. Peygamber’e karşı mücadele edenlerin, bütün davranışlarının mahiyetini belirleyen temel inançlarının Allah’a ortak koşmak olduğuna az önce (96. âyet) işaret edilmişti. Şu halde Hz. Peygamber’in ve onun izinde gidenlerin temel inanç ve tutumları da Allah’ı bir bilip O’na kullukta sebat etmek olmalıdır.
Kuşkusuz, “Allah’ı hamd ile tesbih et!” buyruğu, hem “elhamdülillâh..., sübhânallah...” gibi güzel sözlerle dilimizi süslemeyi hem bu ifadelerin anlamıyla kalp ve zihnimizi bezemeyi hem de bu inancı hayatımızın belirleyici ilkeleri kılmayı gerektirir. “Secde et” yerine “...secde edenlerden ol!” buyurulması da müslümanların Hak yolunda birlikte davranmalarını, aynı inancı ve dinî davranışı paylaşmalarını ima etmektedir.
Kulun rabbini hamd ile tesbih etmesi, yani O’nu övgüyle anarak her türlü eksiklikten, şanına yaraşmayacak niteliklerden tenzih edip yüceltmesi; rabbi karşısındaki tevazuunun, O’na karşı duyduğu derin saygının en çarpıcı ifadesi olmak üzere huzurunda secdeye kapanması ve nihayet hayatı boyunca rabbine bu şekilde kulluğunu sürdürmesi, hem bir kulluk görevi hem bütün kötülere ve kötülüklere karşı rabbinin yardım ve desteğine liyakat kazanmasının şartı hem de O’ndan gelen yardım ve lutuflar için bir şükür görevidir.
Böylece Hicr sûresi gerek Peygamber efendimizi gerekse onun şah­sında ümmetini kötüleri ve kötülükleri yenme hususunda azimli ve kararlı davranmaya, Cenâb-ı Hakk’ın yardım ve desteğini yanımızda bilerek ümitli ve azimli olmaya, bunun için de hayatımız boyunca rabbimizin şanını yüceltip kulluğumuzu sürdürmeye çağıran, bu yönde bizi aydınlatan âyetlerle son bulmaktadır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 373-374

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 23.12.2023 | Top

   

İbrahim Süresi Meal Ve Tefsiri 1-20
Hicr Süresi Meal Ve Tefsiri 36-77

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz