Hacc Süresi Meal Ve Tefsiri
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـ۪ٔينَ وَالنَّصَارٰى وَالْمَجُوسَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۗ اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿١٧﴾
17. Şüphesiz Allah; mü’minler, yahudiler, sâbiîler, hıristiyanlar, mecûsîler ve müşrikler arasında kıyâmet günü kesin hükmünü verecektir. Çünkü Allah her şeye hakkiyle şâhittir.
Tefsir
Burada altı inanç grubundan söz edilir. Bunlar:
› İnanılması gereken her şeye Allah ve Rasûlü’nün haber verdiği şekilde iman eden, Allah’ı birleyen, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in nübüvvetini ve Kur’an’ın ilâhî kitap olduğunu tasdik eden ve imanları kendilerini cennete götürecek keyfiyette olan mü’minler.
› Yahudi olanlar: Bunlar, önceden Hz. Mûsâ ve Tevrat’a inandıkları halde, Hz. Üzeyr’i Allah’ın oğlu sayıp tevhid akidesini bozmuş, Peygamberimiz (s.a.s.)’in bi’setinden sonra ise ona da, getirdiği kitaba da inanmamışlardır.
› Sâbiîler: Yıldızlara ve meleklere tapanlar,diye Bilinir Anadolu da..Aslında Yıldıza Tapanlar Sabiiler değildir..
› Hıristiyanlar: Başlangıçta tevhid ehli kimseler iken Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu kabul ederek, hatta onu ilâhlaştırarak tevhitten uzaklaşmışlar ve teslis inancına kaymışlardır.
› Mecûsîler: Ateşe tapanlar.
› Müşrikler: Mekke müşriklerinde görüldüğü gibi, taştan ve ağaçtan elleriyle yonttukları putları Allah’a ortak koşanlar ve onlara tapanlar.
Dolayısıyla âyet, sayılan bu gruplar içerisinde sadece birinci sırada yer verdiği “iman edenler”in kurtuluşa ereceğine, diğer beş grubun ise bu şekilde âhirete göçtükleri takdirde kurtuluşlarının mümkün olmayacağına işaret etmektedir. Çünkü hepsi küfür ve şirk ehlidir. Dünyada iken bırakılıp temizlenilmediği takdirde, âhirette Allah Teâlâ küfür ve şirk günahını affetmeyecektir. O halde dinin sorumlu tuttuğu herkes, öncelikle ve zaruri olarak kurtarıcı bir imanın nasıl olacağını öğrenmek ve öyle bir imana sahip olmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde, imanlı ile imansızın ayrışacakları kıyamet gününde gerçeğin farkına varmak bir fayda sağlamayacaktır. (bk. Bakara 2/62; Mâide 5/69)
Aslında insan, en büyük ilâhî nimet olan aklını kullanarak göklerde ve yerde bulunan ilâhî sanat harikalarına, o muazzam kudret akışlarına ibretle bakacak olsa, İslâm’ın istediği Allah inancına kolayca erişebilir:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ ۩ ﴿١٨﴾
18. Görmez misin ki, göklerde olanlar, yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, yeryüzünde hareket eden bütün canlılar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedir; birçoğu hakkında da azap hükmü kesinleşmiştir. Allah kimi alçaltırsa, artık onu yükseltecek kimse yoktur. Şüphesiz Allah, ne dilerse yapar.
Tefsir
Allah’ın yarattığı varlıkları şuurlu ve şuursuz olarak ikiye ayırmak mümkündür. Akıl ve şuurdan mahrum olan gökler, yer, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar, ilâhî kanunlara tabi olarak Allah’a boyun eğmekte, O’na secde etmekte, kendilerine özgü hal dilleriyle O’nu her türlü noksanlıktan pak ve yüce tutmaktadırlar. Buna “ıztırârî secde” veya “inkiyâdî” secde de denilebilir. Bu mânaya işaret eden âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Yedi gök, yer ve bunlar içinde bulunan herkes Allah’ı tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. Şüphesiz ki O, ceza vermekte hiç acele etmeyen ve çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)
“...Taşlardan bir kısmı da Allah korkusundan yuvarlanıp düşer. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara 2/74)
“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi, gerçek hükümdar, her noksandan münezzeh, kudreti dâima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allah’ı tesbih etmektedir.” (Cuma 62/1)
Akıllı yaratıklar olan meleklerde isyan etme ve günah işleme özelliği olmadığı için, onlar da mecbûrî olarak Allah’a secde ederler. Yine akıllı yaratıklardan olan insanlara ve cinlere gelince onların seçme hürriyeti vardır. Yalnız burada cinlerden değil, sadece insanlardan hususi olarak bahsedilmiştir. İnsanlar, emirlerine itaat bakımından Allah’a secdeyi tercih edebilecekleri gibi, başka varlıklara kulluğu da tercih edebilirler. Buna da ihtiyâri secde veya itaat secdesi denilebilir. Bu sebeple âyet-i kerîmede insanların durumu diğer varlıklardan ayrı değerlendirilmiştir. Şu kadar var ki, Allah’tan başka varlıklara kulluğu tercih edenler, insanlık değerlerini kaybetmiş olurlar ve bu değeri onlara artık tekrar kimse kazandıramaz. Âhirette de müstahak oldukları azaba uğrarlar.
Ortaya çıkan netice şu ki, insanlar mahşer günü Allah’a secde edenler ve etmeyenler olarak iki gruba ayrılacak ve buna göre hesaba çekileceklerdir. Önce Allah’a secdeden kaçanların feci akıbeti nazarlara sunulmaktadır:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
هٰذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا ف۪ي رَبِّهِمْۘ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍۜ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُۚ ﴿١٩﴾
19. İşte bu iki grup, Rableri hakkında tartışmakta olan iki karşıt topluluktur: Kâfirlere cehennemde ateşten elbiseler biçilecek, başlarının üzerinden de kaynar su dökülecektir.
Tefsir/Sebebi Nuzül
Bu konuda biri Hz.Ali diğeri Ebu Zer den olmak üzere iki rivayet var.Bedir günü mübareze için çıkan iki grup insanlardır ki bunlar:Hz.Hamza.Hz.ALi.Ubeyde ibn ul Haris dir.Müşriklerden:Rabia nın oğulları Utbe ve Şeybe , el Velid ibni Utbe dir.Buhari.Müslim ve taberi ve İbni Mace..
يُصْهَرُ بِه۪ مَا ف۪ي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُۜ ﴿٢٠﴾
20. O kaynar suların tesiriyle karınları içinde bulunan bütün organları ve derileri eriyecektir.
وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَد۪يدٍ ﴿٢١﴾
21. Onlar için ayrıca demirden kamçılar ve topuzlar vardır.
كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ۟ ﴿٢٢﴾
22. Çektikleri ıstıraptan dolayı ne zaman cehennemden çıkmak isteseler, gerisin geriye onun içine itilecekler ve kendilerine: “Tadın bakalım bu yakıcı azabı!” denilecek.
Tefsir
İki karşıt gruptan maksat mü’minlerle kâfirlerdir. Allah Teâlâ’nın dini, isim, sıfat ve fiilleri hususunda bu iki karşıt grup arasında dünyada büyük bir düşmanlık, münâkaşa ve mücâdele sürüp gitmektedir. Bunlardan Allah ve peygamberinin tarafında olanlar mü’min; Allah ve peygamberinin karşısında bulunanlar ise kâfirdir. Kendi arzu ve ihtiyarlarıyla Allah’a secdeyi tercih edenler mü’min; tercihlerini Allah’a secdeyi terkten yana kullananlar kâfirdir. Dünyada birbirine zıt iki uçta bulunan bu kimselerin âhirette karşılaşacakları sonuçlar da farklı olacaktır.
Daha çok korkutucu ve caydırıcı olması bakımından önce kâfirlerin uğrayacakları cezalardan dehşetli bir kesit sunulur:
› Onlara ateşten elbiseler biçilecektir. Bu elbiselerden maksat, cehennem ateşinin onları giyilmiş bir elbise gibi sarıp sarmalamasıdır. Nitekim bir başka âyette: “Onlar için cehennem ateşinden döşekler ve üstlerinde de yine ateşten örtüler vardır” (A‘râf 7/41) buyrulur. Bu elbiselerin, “Onların elbiseleri katrandan olacaktır” (İbrâhim 14/50) buyruğundan hareketle “ateşte eritilmiş bakır elbiseler” olması da mümkündür.
› Başlarının üzerinden kaynar su dökülecektir. Bu suyla bütün iç organlarıyla birlikte derileri de eritilecektir. İbn Abbas (r.a.)’ın beyânına göre, o kaynar sudan dünyanın dağları üzerine bir damla düşseydi onları eritirdi.
› Onları döverek cezalandırmak için demirden sopalar; balyoz, topuz ve kamçılar vardır.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Şayet o demir sopalardan bir tanesi yeryüzüne konulsaydı, onu kaldırmak için insanlar ve cinler bir araya gelselerdi, onu yerinden kaldıramazlardı.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 29)
› Onlar cehennemde son derece daralırlar, sıkılırlar, dört bir yandan gam ve sıkıntı içinde kalırlar. Bu sebeple bir kurtuluş ümidiyle oradan çıkmak isterler. Fakat ne çare ki, asla çıkmalarına izin verilmez. Kaynayan cehennem alevleri onları yukarı doğru çıkardıkça zebânîler ellerindeki demir balyozlarla başlarına vururlar, böylece derinliği yetmiş yıl olan cehennemin dibine yuvarlanırlar. Ayrıca kendilerine, azap üzere azap olsun diye yangın azabını; çok yakıcı ve elem verici cehennem azabını tatmaları söylenir.Kâfirlerin bu hazin ve perişan hallerine karşılık mü’minlerin cennetteki iç açıcı, göz ve gönül aydınlatıcı güzel hallerinden şöyle bir manzara arz edilir:
اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۜ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ ﴿٢٣﴾
23. Buna karşılık Allah, iman edip sâlih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir. Orada onlar altından bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Onların cennetteki elbiseleri de ipekten olacaktır.
وَهُدُٓوا اِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِۗ وَهُدُٓوا اِلٰى صِرَاطِ الْحَم۪يدِ ﴿٢٤﴾
24. Çünkü onlara dünyada sözün en güzeli olan kelime-i tevhîdi söylemek nasip edilmiştir, hem de onlar her türlü hamde lâyık olan Allah’ın yoluna iletilmişlerdir.
Teefsir
Mü’minlere verilecek nimetlerden burada bahsedilen birkaçı şöyledir:
› Altlarından ırmaklar akan cennetler. Mü’minler bu cennetlerde, oradaki köşk ve saraylarda konaklayacaklardır.
› Altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Dünyada mü’min erkeklere bunları kullanmak haram olmakla birlikte, cennette bu nimetler onlara ikram edilecektir.
› Elbiseleri hep ipekten olacaktır.
Mü’minlerin bu nimetlere nâil olmalarının sebebi, dünya hayatında en güzel söz olan kelime-i tevhidi, mânasına vâkıf olarak söylemeleri ve onun muhtevasında bir hayat yaşamalarıdır. Nitekim Allah Teâlâ: “Güzel sözü, kökü yerin derinliklerinde sâbit ve dalları göğe uzanmış güzel bir ağaca benzetiyor. O ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir durur. İşte Allah, düşünüp ders almaları için insanlara böyle misaller getirmektedir.” (İbrâhim 14/24-25) âyet-i kerîmesinde “güzel söz”ün kelime-i tevhid olduğu haber verilmektedir. Güzel sözden maksadın, söz olarak en üstün güzellikleri ihtiva eden Kur’ân-ı Kerîm olması da mümkündür. Her türlü övgüye layık olan Allah’ın yolundan maksat ise dosdoğru yol olan İslâm yoludur. Allah Teâlâ onları dünya hayatında bu yolda yürümeye muvaffak kılmıştır.
Kendileri küfürde ısrar ettikleri gibi başka insanları da Allah’a kulluktan engellemeye çalışan kâfirlere gelince:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِاِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ ﴿٢٥﴾
25. Gerçekleri inkâr edenler, insanları Allah’ın yolundan çevirenler, bu arada, ister Mekke içinde ister taşrada oturuyor olsun inanan bütün insanlar için eşit bir şekilde ibâdet yeri yaptığımız Mescid-i Haram’dan onları alıkoyanlar bilsinler ki, kim orada bu tarz zulüm ve haksızlıkla hak ve adâletten sapmaya yeltenirse, böyle davranana can yakıcı bir azap tattırırız.
Tefsir
İçinde Kâbe’nin de yer aldığı Mescid-i Haram, Allah Teâlâ’nın sadece Mekke’de oturanlar değil bütün insanlar için kıble ve mâbed yaptığı bir yerdir. Bu kutsal mekan mahallî değil, evrensel bir keyfiyet ve ehemmiyete sahiptir. Mukîm olsun, misafir olsun, herkes gelip orayı ziyaret edebilir ve gönül huzuruyla orada ibâdetini yapabilir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Biz Kâbe’yi, insanlar için toplanıp sevap kazanma yeri ve emniyetli bir mekân kıldık.” (Bakara 2/125)
Bu bakımdan Mekke’de oturanların veya bir başkalarının, hangi gerekçe ile olursa olsun, burasını kendi hâkimiyet ve tasarruflarına ait bir yer olarak telakki edip diğer insanları engellemeye çalışmaları veya onlara bir şekilde haksızlık ve kısıtlamada bulunmaları, can yakıcı azabı gerektiren büyük bir günahtır. Allah Resûlü (s.a.s.)’in bu hususta şöyle bir ikazı vardır:
“Ey Abd-i Menâf oğulları! Sizden her kim insanların işleri konusunda yetkili olursa, o Beyt’i tavaf etmek yahut gece veya gündüzün herhangi bir saatinde orada namaz kılmak isteyen birisini asla alıkoymasın.” (Tirmizî, Hac 42)
Diğer taraftan Beytullah’ı ziyarete gelen kimselerin orada çok dikkatli olmaları gerekir. Çünkü orası sıradan bir ibâdet mekânı değildir. Orada yapılan hayırlı amellerin sevabı kat kat olacağı gibi, en büyüğünden en küçüğüne kadar işlenen günahların cezası da fazla olacaktır. Hatta orada günah işleyenlerin cezalandırılacağı beyân edildiği gibi, “zulme niyet edenlerin” de cezalandırılacağı haber verilir. Dolayısıyla insan, Mescid-i Haram’da bırakalım açıktan bir günah ve haksızlığa yönelmeyi, özellikle gönlünden geçen düşünce ve niyetleri bile kontrol etmeye çalışmalıdır.
O mukaddes mabedin biraz daha tarihî köklerini öğrenmek isterseniz:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Sebebi Nuzül:Bu ayet İbn Ebi Hatim in İbn Abbas dan rivayet,ine göre Abdullah ibn Üneys hakkında nazil olmuştur. Rasülüllah biri Ansardan olmak üzere bu abdullah ile bir yere yola göndermişti..Yolda neseb tartışması açarak,A.Üneys kızarak ansar dan olan yol arkadaşını öldürdü.Sonra irtidad edip Mekkeye kaçtı.Bu ayet bu hadise üzerine ayet indi.
26.وَاِذْ بَوَّأْنَا لِاِبْرٰه۪يمَ مَكَانَ الْبَيْتِ اَنْ لَا تُشْرِكْ ب۪ي شَيْـًٔا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْقَٓائِم۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿٢٦﴾
26. Bir vakit İbrâhim’e Kâbe’nin yerini hazırlayıp göstermiş ve şöyle buyurmuştuk: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Evimi, onu tavaf edecekler, huzurumda ibâdete duracaklar, rukûya varıp secde edecekler için her türlü kirden temiz tut!”
وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ ﴿٢٧﴾
27. “Bütün insanlara haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse çok uzak diyarlardan yola çıkan ve yolculuktan zayıf düşmüş yorgun develer üzerinde sana gelsinler!”
لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِۚ فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْبَٓائِسَ الْفَق۪يرَۘ ﴿٢٨﴾
28. “Gelsinler de, hacda kendilerini bekleyen dünyevî ve uhrevî faydaları görsünler. Ayrıca Allah’ın onlara ihsân ettiği kurbanlık hayvanları, belirlenen günlerde üzerlerine Allah’ın adını anarak kessinler!” Bu hayvanların etinden hem siz yiyin, hem de darda kalmışlara ve yoksullara yedirin!
ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَت۪يقِ ﴿٢٩﴾
29 “Sonra gerekli temizlikleri yaparak kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve o Beyt-i Atîk’i tavaf etsinler!”
Tefsir
Cenâb-ı Hak, Hz. İbrâhim’e Beytullâh’ın yerini göstermiş ve daha önceki temelleri üzerine orasını inşa etmesini emretmişti. (bk. Bakara 2/127) Böylece orası tevhidin ve yalnızca Allah’a ibâdetin bir merkezi hâline gelecekti. Bu çalışmaları sürdürürken dikkat edeceği hususları ise ona şöyle talim buyurmuştu.
› Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacak. Beytullâh’ı binâ ederken Allah’a ihlastan başka hiçbir gaye beklemeyecek, her şeyi sırf Allah rızâsı için ve samimi bir kulluk vazifesi olarak yapacak. Zaten “Beytullâh”, “Allah’ın evi” mânasında olup, sırf Allah için ibâdete mahsus hâne demektir.
› Beytullâh’ı onu tavaf edenler, namaz kılmak üzere kıyamda duranlar, rukû ve secde edenler için tertemiz tutacak. Buradaki temizlik hem maddi hem de manevî temizliktir. Dolayısıyla orasını hem ibâdete mâni maddi kirlerden ve pisliklerden temizleyecek; hem de şeytan işi birer pislik olan (bk. Mâide 5/90) putlardan ve dikili taşlardan temizleyecektir.
“Evimi temizle” ifadesine işârî olarak; “Kalbini, Allah’ın zikri dışında her şeyden temizle”mânası verilebilir.
Nakledildiğine göre, Allah Teâlâ peygamberlerden birine:
“- Benim için içini boşaltarak bir ev tanzim et ki, için de oturabileyim” diye vahyeder. O peygamber de:
“- Ya Rabbi! Seni hangi ev istiâb edebilir? Nasıl bir evden bahsediyorsun?” diye sorunca, Âlemlerin Rabbi:
“- Bu, benim mü’min kulumun kalbidir” buyurur. Oraya yerleşecek olan Allah’ın zikridir ve kalbin Allah’ın zikri için boşaltılmasına işaret edilmiştir. Buna göre kalp önce gafletten, sonra da kademe kademe Allah’ın dışındaki bütün varlıkların düşüncesinden, dünya ve âhirete ait korku ve ümitlerden boşaltılacaktır. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 317)
› İnsanlara haccı ilan edecek; onlar da dünyanın uzak yakın çeşitli bölgelerinden gerek yaya olarak, gerekse uzaklardan geldiği için yorgun argın düşen develer üzerinde Beytullâh’ı ziyarete gelecekler.
Hac, -hâşâ- insanlara kuru bir meşakkat ve zorluk olsun diye farz kılınmış değildir. Bu ibâdetin sağladığı maddi ve mânevî, dünyevî ve uhrevî pek çok faydaları vardır. Uhrevî faydası günahların bağışlanması ve ilâhî rızâya erebilmeye vesile olmasıdır. Dünyevî faydası ise içtimâî, iktisâdî, ticârî ve siyâsî yönden müslümanların gelişmesine ve bir kısım imkânların değerlendirilmesine katkıda bulunmasıdır. Allah Teâlâ buyurur:
“Allah Kâbe’yi, o Beyt-i Harâm’ı, haram ayları, Kâbe’ye hediye edilen kurbanı ve kurbanlıklara takılan gerdanlıkları insanlar için maddî-manevî bir kalkınma ve geçim vesilesi kılmıştır. Şunu bilesiniz ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Çünkü Allah her şeyi hakkiyle bilendir.” (Mâide 5/97)
Hacda ticâretin mübah olduğunu bildiren diğer bir âyette de şöyle buyrulur:
“Hac mevsiminde ticâret yaparak Rabbinizden rızık talep etmenizde hiçbir günah yoktur.” (Bakara 2/198)
Hacca gelen insanlar, eğer kurban kesecekleri bir hacca niyet ettiler ise, “kurban günleri” olarak bilinen Zilhicce’nin 10, 11 ve 12. günlerinde, kurban edilmesi caiz olan deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanların üzerine Allah’ın ismini anarak, yâni بِسْمِ اللّٰهِ اَللّٰهُ اَكْبَرُ (Bismillâhi Allahu Ekber) diyerek kurbanlarını keserler. Etlerinden bir kısmını kendileri yer, bir kısmını ise darda kalmış yoksul ve fakirlere yedirirler. Şu kadar var ki, kendilerinin yemesi mübah, fakirlere yedirmeleri vaciptir. Mendup olan, kurbanın üçte birini kendi ve ailesi, üçte birini dostları ve akrabaları, üçte birini ise fakirlere ayırmaktır. Haccın menâsikini yerine getirdikten sonra hacılar kirlerini temizlerler. Yani sakal ve bıyığını düzeltmek, başını tıraş etmek, temizlenmesi gereken başka yerleri temizlemek gibi genel temizliklerini yaparlar. Adaklarını yerine getirirler. Son olarak da el-Beytü’l-Atîk olan Kâbe’yi tavaf ederek hac farîzalarını bitirmiş olurlar.
Birincisi; âyette bahsedilen tavaf hangi tavaftır? Çoğunluğun görüşüne göre bu, haccın farzlarından olan “ifâza yani ziyaret tavafı”dır. Bu tavaf yapılmadan ihramdan çıkılmaz, kirlerden de temizlenilmez. Buna göre âyette kullanılan “vav” harfi tertip ifade etmez. Yani farz olan sıra ne ise ona göre hareket edilir: Önce tavaf yapılır, sonra da tıraş olunup ihramdan çıkılır. Eğer bundan maksat, Mekke’nin dışından gelenler için vacip olan “vedâ tavafı” ise, buna göre âyetteki “vavlar”ın tertibe delâlet ettiği kabul edilir.
Burada iki hususa dikkat çekmek gerekir:
İkincisi; Kâbe’ye اَلْبَيْتُ الْعَت۪يقُ (el-Beytü’l-‘Atîk) isminin verilmesinin hikmetleri şunlardır:
Bu ifade “Kadim Ev” mânasına gelir. Gerçekten de yeryüzünde ilk kurulmuş en kadim evin ve mâbedin Kâbe olduğunda şüphe yoktur. (bk. Âl-i İmrân 3/96)
‘Atîk kelimesinin değerli, saygı değer, şerefli mânaları da vardır. Kâbe gerçekten böyledir; çok değerli ve şereflidir. Nitekim onun bir ismi de “Hürmetli Ev” mânasında “el-Beytü’l-Harâm”dır.
‘Atîk, özgür ve hür olmak mânasına da gelir. Kâbe zalim despotların saldırılarından ve sataşmalarından kurtulduğu için ona bu isim verilmiştir. (bk. Tirmizî, Tefsir 22/3) Ayrıca Kâbe, hiç kimsenin şahsî mülkü değil, temelden özgürdür. Aynı zamanda onun اَلْمُعْتِقُ (Mu‘tik), yani özgürlüğe kavuşturan mânası da vardır. Çünkü kendisini ziyarete gelenlerin boyunlarını günahlardan kurtarır.
Zaten kulun en mühim vazifesi, Rabbinin emirlerini tutmak, öncelikle de günahlardan sakınmaktır:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri