Secde Süresi Meal Ve Tefsiri 1-17

#1 von Kurban , 23.10.2022 02:25

Secde Süresi Meal Ve Tefsiri
Secde Sûresi Hakkında
Secde sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 30 âyettir. 15. âyetinde yer alan tilâvet secdesi emri sebebiyle bu sûreye, “Secde” ismi verilmiştir. Resmî tertîbe göre 32, iniş sırasına göre 75. sırada yer alır.
Secde Sûresi Konusu
Surede Allah, Arş, evren'in boyutları ve insan'ın yaratılışı ile ilgili anlatımlar bulunur; Allah'ın evreni 6 günde yaratması, sonra da Arş üzerinde oturması, yeryüzündeki işlerin (melekler tarafından) insanlara göre bin yıl sürecek bir yolculuk ile bir günde Ona yükseltilmesi ve arzedilmesi, ve ilk insan'ın çamurdan, insan neslinin ise cinsel ilişki ile başlayan yaratılış aşamaları konu edilmektedir.
Sahelanthropus tchadensis kafatası, çoğu Kur'an yorumcularına göre insanın yaratılışı Adem'le başlar.
Bu ifade kelamcılar açısından tartışmalara yol açmış, ve Arş üzerine oturmayı ifade eden antropomorfik ifadeler tevil edilmiştir.
Ayetlerden zahiri anlamlarından yola çıkan bazı yorumcular bu ayetlerin evrim kuramıını kesinlikle reddettiği sonucuna ulaşmışlardır
Sûre, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah Teâlâ’dan gelen ilâhî bir kelâm olduğunda şüphe bulunmadığını ikrâr ile başlar. Cenâb-ı Hakk’ın “yaratma” sıfatının tecellîlerine, kâinatı idâre tarzına ve O’nun kudret, azamet ve cemâl tezâhürlerine temas eder. Şirki reddedip tevhîdi ispat eder. İnsanın değersiz bir sudan başlatılıp mükemmel bir şekle büründürülmesini hatırlatarak onu şükre ve mesuliyetini idrâke davet eder. Zira ölüm gerçeği ile birlikte dünya safhası kapanmış, âhiret sayfası açılmış olacak ve orada herkes yaptıklarına göre iyi ya da kötü bir muameleye tâbi olacaktır. Nitekim daha önce Hz. Mûsâ’nın daveti de bu istikâmette olmuştur. Sûre, önceden gelip geçen toplumların hallerinden ibret almayı ve yağmurun yağıp bitkilerin bitmesi gibi Allah’ın varlık delilleri üzerinde tefekkür ederek hak bâtıl mücâdelesinde mü’minlerin gâlip gelip kâfirlerin hezîmete uğrayacağı müjdesiyle nihâyete erer.
Secde Sûresi Nuzül Sebebi
Mushaftaki sıralamada otuz ikinci, iniş sırasına göre yetmiş beşinci sûredir. Mü’minûn sûresinden sonra, Tûr sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 16-20 veya 18-20. âyetlerinin Medine’de nâzil olduğuna dair rivayetler de vardır.
Secde Sûresi Fazileti
Resûlullah (s.a.s.), Cuma günleri sabah namazında bazan Secde ve İnsan sûrelerini okurdu. (Müslim, Cuma 64)
Yine gelen rivayetlere göre Efendimiz (s.a.s.) Secde ve Mülk sûrelerini okumadan uyumazdı. (Dârimî, Fezâilü’l-Kur’an 19)
*Bu sureyi okuyanın kalbinde ve kabrinde büyük bir nur olur. *Münker ve Nekir meleklerinin dehşetinden kurtulur. *Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in seferde bile terk etmediği bir sünneti işlemiş olur. *Secde suresini kıyamet gününde mahşer yerine iki kanatlı olarak gelir.

بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla..
الٓمٓ۠ ﴿١﴾
1.Elif Lam Mim

تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿٢﴾
2. İçinde hiçbir şüphe bulunmayan bu kitap, âlemlerin Rabbinden parça parça indirilmektedir.

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۚ بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٣﴾
3. Yoksa, “Onu Muhammed kendisi uyduruyor!” mu diyorlar? Hayır, asla! Tam aksine bu, Rabbin tarafından gönderilen gerçeğin tâ kendisidir; senden önce kendilerine herhangi bir uyarıcı gelmemiş olan bir toplumu Allah’ın azâbıyla uyarman için indirilmiştir. Umulur ki, bu sâyede doğru yolu bulurlar.
Tefsir
İnsanlığa doğru yolu gösteren bir rehber olan Kur’ân-ı Kerîm, kesinlikle Allah kelâmıdır. O’nun verdiği bilgilerin doğruluğunda hiçbir şüphe bulunmadığı gibi, yine onun âlemlerin Rabbi olan Allah katından geldiğinde de asla şüphe yoktur. Nazmı, üslûbu, ihtivâ ettiği ilimler, verdiği gaybî haberler onun ilâhî bir kelâm olduğunu açıkça göstermektedir. O, belâgat, fesâhat, şiir ve edebiyatta zirveye çıkmış olan Araplara, kendine benzer bir söz getirmeleri için meydan okuduğu halde, çok istemelerine rağmen onlar bunu başaramadılar. Böyle olunca Kur’an’ın tesirini kırmak ve davetini engelleyebilmek için başka çareler denemek zorunda kaldılar. İşte “O, Muhammed’in uydurduğu bir sözdür” tarzındaki itirazları da bu nevidendir. Halbuki Kur’an Allah’tan gelen gerçeğin tâ kendisidir. Öncelikle, uzun zamandır ilâhî bir uyarıcıdan mahrum kalmış Arapları uyarması ve böylece doğru yolu bulmalarına vesile olması için Peygamberimiz (s.a.s.)’in kalbine indirilmiştir. Fakat bu ifadeden, Kur’an’ın hitâbının Araplarla sınırlı olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü daha sonra nâzil olan onlarca âyet-i kerîme onun mesajının cihânşümûl olduğunu haber verir. (bk. En‘âm 6/92; A‘râf 7/158; Sebe’ 34/28)

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٤﴾
4. O Allah ki, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan her şeyi altı günde yarattı, sonra da arş üzerine istivâ etti. Sizin O’ndan başka ne bir dostunuz ne de bir şefaatçiniz vardır. Hâlâ düşünüp ders ve öğüt almayacak mısınız?

يُدَبِّرُ الْاَمْرَ مِنَ السَّمَٓاءِ اِلَى الْاَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُٓ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ﴿٥﴾
5. O, bütün işleri gökten yere doğru düzenleyip yönetir. Sonra her iş, sizin hesâbınıza göre bin yıl tutan bir günde Allah’ın belirlediği yüce bir makâma yükselir.
ذٰلِكَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُۙ ﴿٦﴾
6. İşte bu, duyuların ötesinde kalanı da duyuların algı sahasına gireni de bilen, kudreti dâimâ üstün gelen, engin rahmeti her şeyi kuşatmış olan Allah’tır.
Tefsir
“Altı gün”den maksat, süresini akılla idrak etmemiz mümkün olmayan altı uzun zaman dilimidir. Gökler, yer ve onlarda bulunan varlıkların yaratılması bu uzun zaman dilimleri içinde gerçekleşmiştir. Cenâb-ı Hak, kâinatın yaratılışını tamamladıktan sonra arşa istivâ etmiş yâni varlıkları kendi hâline bırakmayıp, onların saltanat, hâkimiyet, tedbir ve tasarrufunu kudret elinde tutmuştur. Her şey O’nun kudret ve iradesine bağlı olduğu ve ancak O’nun izni ile hareket ettiği için, gerçek mânada bizim için Allah’ın dışında bir dostun veya bir şefaatçinin olması imkân dışıdır.
Cenâb-ı Hakk’ın kâinat ile münâsebeti çok boyutlu ve inkıtâsız bir şekilde devam etmektedir. Pek çok âyet-i kerîmede bu hususa yer verildiği gibi, bu açıdan bakıldığında Âyete’l-Kürsî daha derin bir mâna ifade eder:

“Allah ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, ebedî diridir. Varlığı kendinden olup bütün kâinatı yönetendir. O’nu ne bir uyuklama ne de bir uyku yakalayabilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun huzurunda kim kalkıp da şefaat edebilir? O, kullarının geleceğini de bilir, geçmişini de. Kullar ise, dilediği dışında O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, gökleri ve yeri kuşatmıştır. Dolayısıyla her ikisini de koruyup gözetmek O’na asla ağır gelmez. En yüce ve en büyük yalnız O’dur.” (Bakara 2/255)
Tefsir edilmekte olan 5. âyette, Allah Teâlâ’nın kâinatı nasıl yönettiği ve oradaki işleri nasıl sevk u idâre ettiği anlatılır. Rabbimiz işleri ve olayları gökten yere doğru “tedbîr” etmektedir. “Tedbîr”, bir işin arkasını görerek ona göre gereğini tâyin etmektir. Allah Teâlâ’nın tedbîri ise hikmetine uygun olarak irade buyurmasıdır. Anlaşılan o ki, bizim dünya şartları içinde bin yıl zaman alan hâdiseler, Cenâb-ı Hakk’a göre bir günlük iştir. Rabbimiz, âdetâ günlük “iş programı”nı, o işlerle vazîfeli meleklerine havale eder. Onlar da o günün çalışma raporunu huzuruna çıkıp kendisine takdîm ederler ve yine bizim hesâbımıza göre bin yıl tutacak ertesi güne ait emirleri alırlar. Bu, böylece devam eder gider.
Kur’ân-ı Kerîm’in iki yerinde daha bu hususa yer verilir. Bu âyeti, o iki âyetle birlikte değerlendirdiğimiz takdirde mes’elenin anlaşılması daha kolay olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s.)’in ilk muhatapları olan müşrikler ona şöyle diyorlardı: “Muhammed kaç yıldır peygamber olduğunu iddia ediyor. Davetini reddettiğimiz takdirde Allah’ın azâbının tepemize ineceği tehdidinde bulunuyor, yıllardır bu tehdidini sürdürüyor. Fakat onu kaç defâdır inkâr etmemize rağmen üzerimize azap filan indiği yok. Eğer söylediklerinde bir doğruluk payı olsaydı bizim binlerce kez azaba uğratılmamız gerekirdi.” İşte bu âyetlerin, onların bu tür itirazlarını cevaplandırmak için indiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hac sûresindeki âyette şöyle buyrulur:
“Rasûlüm! Onlar senden tehdit edildikleri azabı hemen getirivermeni istiyorlar. Şunu bilsinler ki Allah verdiği sözden aslâ dönmez. Bununla beraber Rabbinin katında öyle bir gün vardır ki, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” (Hac 22/47)
Meâric sûresinde ise şöyle buyrulur:
“Birisi kalkıp gerçekleşeceği kesin olan bir azabın hemen gelmesini istedi. Kâfirler için bir azap ki, geldiğinde onu önleyecek hiçbir güç yoktur. Çünkü o, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah’tandır. Melekler ve Ruh, miktarı dünya senesiyle elli bin yıl uzunluğundaki bir günde O’na yükselirler. Öyleyse sen, güzel bir şekilde sabret! Doğrusu onlar, kıyâmeti ve cezayı uzak görüyorlar. Ama biz onu gerçekleşmesi kesin ve pek yakın görüyoruz.” (Meâric 70/1-7)
Bu âyetlerin beyânına göre Allah Teâlâ’nın her türlü iş ve oluş hakkında belli bir plânı vardır. İşler o plâna göre vuku bulur. Dolayısıyla münkirlerin acele azap taleplerinin hemen karşılık bulma şartı yoktur. Çünkü kötü amellerin cezasının hemen verileceği şeklinde bir hüküm bulunmamaktadır. Yalnız bu, peygamberin uyardığı azabın hiç gerçekleşmeyeceği anlamına da gelmez. Aksine, ilâhî plan dâhilinde şartlar oluşup vakit girince netice mutlaka hâsıl olacaktır. Duyuların algı alanına girmeyeni de, duyuların algı alanına gireni de aynı şekilde bilen Allah Teâlâ, neyi ne zaman yapacağını çok iyi bilmektedir. Bir şeyin olmasını isteyince, O’nu bundan vazgeçirecek hiçbir güç yoktur. Fakat O, aynı zamanda sonsuz merhamet sahibidir. O’nun murâdı kullarını cezalandırmak değildir. Onların küfürden vazgeçip, günahlarından tevbe ederek ilâhî rahmetine ermelerini istemektedir.Ömer Çelik

اَلَّذ۪ٓي اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَاَ خَلْقَ الْاِنْسَانِ مِنْ ط۪ينٍۚ ﴿٧﴾
7. O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı; insanı yaratmaya da çamurdan başladı.

ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۚ ﴿٨﴾
8. Sonra onun neslini, değersiz bir sudan süzülmüş bir özden yarattı.

ثُمَّ سَوّٰيهُ وَنَفَخَ ف۪يهِ مِنْ رُوحِه۪ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿٩﴾
9. Ardından onu güzel bir insan şeklinde düzenleyip ona rûhundan üfledi. Böylece size kulaklar, gözler ve kalpler bahşetti. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!
Tefsir
Dolayısıyla önce çamurdan, sonra değersiz bir su olan meniden, ondan süzülerek rahme yerleşen nutfeden başlayıp nice safhalardan geçerek ahsen-i takvîme erişen, Rabbi tarafından kendisine üflenen ruh ile büyük bir şeref kazanan ve kulak, göz ve kalp gibi müstesnâ nimetlerle donatılan insanın, bu nimetlerin gerçek sahibini tanıması; kâliyle, hâliyle ve gönlüyle O’na karşı sonsuz bir şükür hissiyâtı içinde bulunması gerekir.

وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ ﴿١٠﴾
10: Dediler ki: “Biz toprağın altında kaybolup gittikten sonra, yani biz o zaman yeniden mi yaratılacağız?” Hayır, aslında onlar Rableriyle buluşmayı inkâr etmektedirler.
Tefsir-Sebebi Nuzül
Bu ayeti kerimenin "Taprağa karışıp yok olduktan sonra mı,biz yeniden yaratılacağız?"diyen Übeyy ibn Halef hakkında nazil olduğu söylenir.Alusi age. XXI.124

قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذ۪ي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ۟ ﴿١١﴾
11: De ki: “Sizin için tâyin edilen ölüm meleği sizi öldürecek, sonra da Rabbinizin huzuruna çıkarılacaksınız.”
Tefsir
Müşrikler, belli bir Allah inancına sahip olmakla birlikte, öldükten sonra dirilmeyi kabul etmiyorlardı. Ölüp toprağa gömüldükten, orada çürüyüp kaybolduktan sonra yeniden dirilişi akıllarına sığdıramıyorlardı. Esas maksatları, âhireti ve hesabı yalanlamaktı. “Dünyada istediğimiz gibi serbestçe yaşayalım, fakat ne bugün ne de yarın kimse bize hesap sormasın” istiyorlardı. Ama gerçek böyle değildir. Her insan için ayrı ayrı vazîfelendirilen “ölüm meleği”, vakti gelince o kişinin ruhunu teslim alacak ve onu Rabbinin huzuruna götürecektir. Çürüyüp kaybolmak yalnızca beden için geçerlidir. İlâhî bir nefha olan rûhun ne çürümesi, ne de kaybolup gitmesi mümkündür. Bedeni terk ettikten sonra da onun hayatiyeti devam edecektir. Dünyada yaşadığı hayat ve yaptığı faaliyetlerle birlikte ne tür bir şahsiyet geliştirmişse, bu hususiyetinden hiçbir şey kaybetmeksizin veya ona bir şey ilâve edilmeksizin öylece alınıp Rabbine döndürülür. Kabir hayatı o hâliyle devam eder. Aynı şahsiyete âhirette yeni bir doğuş ve yeni bir beden verilir. İlâhî dîvâna duracak, hesâba çekilecek, ceza veya mükâfata tâbi tutulacak olan da yine aynı şahsiyettir.
Gelen âyetlerde inkârcıların iman etmekle mükellef oldukları her şeyi açık seçik gördükleri mahşer yerindeki pişmanlıklarının ve dünyaya tekrar dönme taleplerinin dile getirildiği pek acıklı bir manzara sunulur.Ömer Çelik Tefsiri

وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ رَبَّنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا اِنَّا مُوقِنُونَ ﴿١٢﴾
12: Âhireti inkâr eden o suçluları, Rablerinin huzurunda utançtan başlarını eğmiş halde bir görsen! Şöyle yalvaracaklar: “Rabbimiz! Gördük, işittik! Bizi dünyaya geri gönder de sâlih ameller işleyelim. Çünkü artık biz gerçeği kesin olarak anlamış bulunuyoruz!”

وَلَوْ شِئْنَا لَاٰتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدٰيهَا وَلٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنّ۪ي لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ ﴿١٣﴾
13: Biz dileseydik her insanı mutlaka doğru yola eriştirirdik. Fakat benim: “İnsanların ve cinlerin azgınlarıyla cehennemi kesinlikle ağzına kadar dolduracağım” şeklindeki sözüm mutlaka gerçekleşecektir.
فَذُوقُوا بِمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ اِنَّا نَس۪ينَاكُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٤﴾
14: “Siz nasıl ki şu içinde bulunduğunuz günkü buluşmayı unuttuysanız, şimdi de tadın bakalım azâbı! Bu defa da biz sizi unutuyor, isteklerinize kayıtsız kalıyoruz. Artık işlediğiniz günahların karşılığı olarak sonu gelmeyecek azâbı tadın!”
Tefsir
Âyetlerin beyanına göre dünya hayatıyla kayıtlı olan imtihan süresi bittikten sonra iman etmenin ve pişmanlık duymanın hiçbir kıymeti yoktur. (bk. En‘âm 6/27-28; Mü’minûn 23/99-100) Dolayısıyla herkes ölüm kapıyı çalmadan intibâha gelip, âhirette değişmesi imkânsız gerçekle yüzleşmeden kendisine tanınan fırsatı değerlendirmek mecburiyetindedir. Tercih ve iradesini bu istikâmette kullanmalıdır. Allah dilediği takdirde herkesi doğru yola eriştirmeye kadir olmakla birlikte, imtihan gereği olarak dünyada böyle umûmî bir dilekte bulunmamış, herkesi kendi tercihiyle baş başa bırakmıştır. Böylece, insanlardan doğru yolu tercih edenler olduğu gibi, belki daha fazlasıyla küfür yolunu tercih edenler de olmuştur ve olmaktadır. İşte öte dünyada cehennemi dolduracak olanlar, küfrü tercih eden bu insanlar ve cinlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın “Ben dolduracağım” sözü ise, tabii olarak gerçekleşecek bu neticeyi haber vermektedir. Yoksa Allah Teâlâ, kimseyi zoraki ve mecburi olarak cehenneme atacak değildir. Nitekim 14. âyette, günahkârlara verilen cezanın onların kıyâmet gününü unutmalarına ve işledikleri günahlara karşılık olduğunun belirtilmesi de bu gerçeğe işaret etmektedir.

اِنَّمَا يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ۩ ﴿١٥﴾
15. Bizim âyetlerimize ancak şu kimseler iman ederler ki, o âyetlerle kendilerine öğüt verildiği zaman, hiçbir büyüklük duygusuna kapılmadan derhal yüzleri üzere secdeye kapanır ve Rablerini övgülerle anıp tesbih ederler.
Tefsir
Bu ayeti kerime nin Hz.Peyğamberin namaz için kamet getirildiğin de bazı münafıkların Mescidi Nebeviden çıkmaları üzerine nazil olmuştur.Taberi .age.XXI.63

تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًاۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿١٦﴾
16. Geceleyin yanları yataklardan uzaklaşır, azâbından korkup rahmetini umarak Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar.
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٧﴾
17. Yaptıkları bütün bu güzel işler karşılığında onlar için göz ve gönül aydınlığı olacak hangi sürpriz nimetlerin saklı tutulduğunu hiç kimse hayal bile edemez.
Tefsir
Burada bu tâlihli kulların birkaç mühim vasfına dikkat çekilir:
Birincisi; kendilerine Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı, bunlarla va’z u nasîhat edildiği zaman, kalplerine işleyen, ruhlarını saran yüksek mânalar ve bunlardan hâsıl olan derin bir huşû ile derhal yüzleri üzere secdelere kapanırlar. O âyetlerde buyrulan emir ve nehiyler, güzel ahlâk ve edep kâideleri karşısında sağırlar ve körler gibi davranmazlar. (bk. Furkân 25/73) Bilakis bu âyetleri dinledikleri zaman ağlarlar, gözlerinden yaşlar akıtırlar, okudukça ve dinledikçe huşûları daha da artar. (bk. Mâide 5/83; İsrâ 17/107-109)
İkincisi; Rablerine hamd ederler, dâimâ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ (elhamdülillâh) derler. Gerek namazda rukû ve secde ederken: سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظ۪يمِ (sübhâne rabbiye’l-azîm), سُبْحَانَ رَبِّيَ الأعْلٰي (sübhâne rabbiye’l-a‘lâ) diyerek, gerekse namaz dışında yaptıkları tesbihâtlarla Allah’ı tesbih ve tenzîh ederler. Müşriklerin dile getirdikleri eksikliklerden O’nun çok yüce olduğunu ikrar ederler.
Üçüncüsü; Allah’a kulluğa, O’na secde etmeye, O’nu anıp tesbih etmeye karşı büyüklenmezler. Âyetler onlara neyi yapmalarını emrediyorsa onu seve seve yapar, neden kaçınmalarını istiyorsa ondan da kesinlikle sakınırlar. İlâhî irade karşısında tam bir teslimiyet gösterip, nefsânî tahrik ve temâyüllere itibar etmezler.
Dördüncüsü; onlar farz olan ibâdetleri büyük bir dikkat ve itinâ ile ifâ ettikleri gibi, nâfile ibâdetlere, bunlar arasında da ilâhî rahmet ve feyzin sağnak sağnak yağdığı seher vakitlerinde yanlarını tatlı yataklarından uzaklaştırarak teheccüd namazı kılmaya apayrı bir ehemmiyet verirler. Rable baş başa kalınan o ıssız demlerde ellerini ve gönüllerini ilâhî dergâha açıp, azâbından korkarak ve rahmetini umarak Allah’a niyâz eder, yalvarır yakarırlar. Onlar, Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızıklardan da yine O’nun yolunda zekât, sadaka ve başka yollarla cömertçe harcarlar. Bu konuda cimrilik göstermezler.
“Yanların yataklardan uzak tutulduğu” vakitlerin, başka tevcihler olmakla birlikte, sözün geliminden daha ziyâde seher vakitleri olduğu anlaşılmaktadır. Burada ilâhî medhe nâil olan mü’minlerin, geceleri biraz uyuduktan sonra kalkıp namaz kıldıkları haber verilir. Nitekim bu hususa ışık tutan diğer âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“O mü’minler, geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitleri de Allah’tan bağışlanma dilerlerdi.” (Zâriyât 51/17-18)
“Rasûlüm! Rabbin, senin gecenin üçte ikisine yakın kısmını, bazan yarısını, bazan de üçte birini ibâdetle geçirdiğini, beraberindeki mü’minlerden bir kısmının da böyle yaptığını elbette biliyor.” (Müzzemmil 73/20)
Nitekim Resûlullah (s.a.s.), kendisine: “Yâ Resûlallah! Bana, cennete girmemi sağlayacak ve beni cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyle” diye talepte bulunan Muaz b. Cebel (r.a.)’a şöyle buyurmuştur:
“Sana iyiliklerin kapılarını göstereyim mi: Oruç bir kal­kandır, sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günahı söndürür. Ki­şinin geceleyin namaz kılması da bu iyilik kapılarından biridir.” Efendimiz bunun ardından Secde sûresi 16-17. âyetleri okumuştur. (Tirmizî, İman 8; İbn Mâce, Fiten 12)
Mâlik b. Dinar (k.s.) der ki:
“Dünyanın özü çürüdü, onda bir tat kalmadı; yalnız şu üç şey hâriç:
› Kardeşlerle karşılaşmak ve onlarla sohbet,
› Teheccüd namazına kalkmak ve onda doya doya Kur’an okumak,
› İçi boş bir ev ve orada Allah Teâlâ’yı zikir.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 117-118)
Allah Teâlâ, gece ortasında ibâdetlerini halkın gözünden gizleyip sırf Allah rızâsı için ibâdet eden mü’minlerin mükâfatını, yaptıkları işlere uygun olarak gizlediğini haber vererek: “Yaptıkları bütün bu güzel işler karşılığında onlar için göz ve gönül aydınlığı olacak hangi sürpriz nimetlerin saklı tutulduğunu hiç kimse hayal bile edemez” (Secde 32/17) buyurur. Ameller nasıl gece ortasında gizli yapılmış ise, onların mükâfatları da öyle gizli tutulmuştur.
Resûlullah (s.a.s.) bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsîr eder:
“Allah Teâlâ: «Ben, sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın hatır ve hayal edemediği nimetler hazırladım!» buyurdu.” (Buhârî, Tefsir 32/1; Müslim, Cennet 2-5)

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 03.11.2022 | Top

   

Secde Süresi Meal Ve Tefsiri 18-30
Ahzap Süresi Meal Ve Tefsiri 59-73

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz