Yasin Süresi Meal Ve Tefsiri
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 83 âyettir. Sûre, adını ilk âyeti oluşturan “Yâ-Sîn” harflerinden almıştır. Sûrede başlıca insanın ahlâkî sorumlulukları, vahiy, Hz. Peygamber’i yalanlayan Kureyş kabilesi, Antakya halkına gönderilen peygamberler, Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren deliller, öldükten sonra dirilme,hesap ve ceza konu edilmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada otuz altıncı, iniş sırasına göre kırk birinci sûredir. Cin sûresinden sonra, Furkan sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Yerinde açıklanacak bir sebeple 12. âyetin Medine’de indiğini ileri sürenler de olmuştur.
Konusu
Hz. Muhammed aleyhisselâmın hak peygamber olduğu ona indirilen Kur’an deliliyle desteklenerek açıklanır; başka peygamberlerin tevhid mücadelelerinden bir kesit verilerek bu uğurda büyük sıkıntılara katlanan Resûl-i Ekrem ve ona tâbi olanlar teselli edilir. Allah Teâlâ’nın birlik ve kudret delillerine ve evrendeki yaratılış sırlarına dikkat çekilerek öldükten sonra dirilme gerçeği ve bunun sonuçları üzerinde durulur. Râzî’nin belirttiği üzere bu sûrenin, İslâm inançlarının üç temel umdesinin (Allah’ın birliği, peygamberlik ve âhiret) en güçlü delillerle işlenmesine hasredildiği söylenebilir. Şöyle ki: 3. âyette –devamındaki delillerle teyit edilerek– peygamberlik müessesesi üzerinde durulmuş; müteakip âyetlerde Allah’ın birliği ve eşsiz gücü, öldükten sonra dirilmenin ve ilâhî huzurda yargılanmanın kaçınılmazlığı ortaya konmuş, son âyette de yine bu iki nokta (vahdâniyet ve haşir) özetlenmiştir. Kur’an’dan bu ölçüde de olsa nasibini alan kimse artık kalbinin payı olan imanı elde etmiş demektir ki bunun tezahürleri de diline ve davranışlarına yansıyacaktır (XXVI, 113).
Fazileti
Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’den Yâsîn sûresinin faziletine dair nakledilmiş sözler yer alır. Bunlardan biri şöyledir: “Her şeyin bir kalbi vardır; Kur’an’ın kalbi de Yâsîn’dir” (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 7; Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 21; krş. Müsned, V, 26. Diğer bazı rivayetler için bk. Şevkânî, IV, 410-411). İbn Abbas’ın da –bu sûrenin son âyeti hakkında– “Yâsîn’in ve onu okumanın niçin bu kadar faziletli olduğunu bilmiyordum; meğer bu âyetten dolayı imiş” dediği nakledilir (Zemahşerî, III, 294-295). Hadislerin sıhhat durumu tartışmalı olmakla beraber, öteden beri İslâm âlimleri Resûlullah’ın bu sûreye özel bir ilgi gösterdiği kanaatini taşımışlar ve müslümanlar da Kur’an tilâvetinde ona ayrı bir yer vermişlerdir. Bu sebeple Yâsîn sûresi için özel tefsirler kaleme alınmıştır (Ölülere Yâsîn okunmasıyla ilgili hadiste “ölmek üzere olanlar”ın kastedildiği kanaati hâkim olmakla beraber, bunu öldükten sonra veya ölünün kabri başında okunacağı şeklinde anlayanlar da vardır, bk. Elmalılı, VI, 4004).
Yasin Suresi, vefat etmek üzere olan kimsenin yanında okunur. ... Rivayet edilir ki; kim ki her gece Yasin Suresi'ni okur, o kimse şehit olarak vefat eder. Yasin Suresi'ni hasta bir mümin okumaya devam ederse Allah'ın izniyle şifa bulur. Yasin Suresi'nin ölü bir kimseye okunması azabı hafifletir.
بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla
يٰسٓۜ ﴿١﴾
1: Yâ. Sîn.
(1)Ya Sin
Tefsir
“Ya. Sîn” harfleri, diğer sûre başlarındaki hece harfleri gibi, kendinden sonra gelecek âyetlerin mânasına dikkat çekmekte ve Kur’an’ın i’câzına işaret edip bununla Araplara meydan okumaktadır. “İşte Kur’an sizin kullandığınız bu harflerle telif edilmiştir. Siz ise ifade ve beyânda, söz ve üslupta zirvedesiniz. Gücünüz yetiyorsa, Kur’an gibi bir söz getirin” demektedir. Buna güç yetirememeleri, onları mahkûm eden bir delil olmuştur.
وَالْقُرْاٰنِ الْحَك۪يمِۙ ﴿٢﴾
2: Baştan sona hüküm ve hikmet dolu Kur’an’a yemin olsun ki,
(2) VeI Kur'ân-iI hakîm
اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٣﴾
3: Rasûlüm! Hiç şüphesiz sen peygamberlerdensin.
(3) İnneke IemineI mürseIîn
عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ ﴿٤﴾
4: Dosdoğru bir yol üzerindesin.
4. AIâ sırâtın müstakîm
تَنْز۪يلَ الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ ﴿٥
5: Bu Kur’an da, kudreti dâimâ üstün gelen ve çok merhametli olan Allah’ın sana peyderpey indirdiği bir kitaptır.
5.TenzîIeI azîzirrahîm
لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَٓا اُنْذِرَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ ﴿٦﴾
6: Ataları uyarılmadığı için dinî gerçeklerden habersiz kalmış bir toplumu uyarman için.
6.Li tünzira kavmen mâ ünzira âbâühüm fehüm gâfiIûn
Tefsir
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Hakîm’e yeminle Hz. Muhammed (s.a.s.)’in kesinlikle peygamber olduğunu haber veriyor. Tekitli ifadelerle yapılan böyle bir giriş, -hâşâ- Efendimiz (s.a.s.)’in kendi peygamberliğinden herhangi bir şüphe içinde olması ve Cenâb-ı Hakk’ın onu iknâ etmeye çalışması anlamına gelmez. Bilakis müşriklerin Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in peygamberliğini şiddetle reddetmeleri ve ısrarla “sen peygamber değilsin” (bk. Ra‘d 13/43) demeleri üzerine, onların yanlış anlayışlarını ret ve tashih için böyle buyrulmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’in burada yer verilen bir ismi اَلْحَك۪يمُ (hakîm) dir ki, bu yönüyle o:
› İtikat, ibâdet, ahlâk ve muâmelâtla alakalı sağlam, değişmez ve değiştirilemez hükümler ihtivâ eden,
› Hikmetli, hikmet dolu; her bir âyet ve cümlesi nice hikmetler barındıran,
› Herhangi bir tutarsızlık ve çelişkiye maruz kalmayacak şekilde son derece sağlam ve muhkem kılınmış bir kitaptır. Nitekim başka bir âyet-i kerîmede: “…Bu Kur’an, her şeyi yerli yerince ve doğru yönlendiren ve her şeyi mükemmel bilen Allah tarafından âyetleri kesin delillerle kuvvetlendirilmiş ve mânaları iyice açıklanmış bir kitaptır” (Hûd 11/1) buyrulur.
Bu sebepledir ki, Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberimiz (s.a.s.)’in nübüvvetini ispat eden en büyük mûcizesidir. Onun mûcizeliği kıyâmete kadar devam edecektir. O, “Azîz: mağlup edilemez bir kudret sahibi”nden geldiği için kimse ona karşı koyamayacak, bütün sözleri ezip geçecek ve gâlip gelecek; “Rahîm: çok merhametli” olandan geldiği için de inananlara rahmet olacaktır. Resûlullah (s.a.s.)’in yürüdüğü yol, ana hatlarıyla güzergâh ve çerçevesini Kur’an’ın belirlediği yoldur. Hakka varan dosdoğru yol da budur. Allah Resûlü (s.a.s.)’in vazifesi ise ilk olarak, fetret dönemi sebebiyle uzun zamandır ilâhî uyarıdan mahrum kalan ve bu yüzden derin bir gaflet içinde bulunan Mekkelileri uyarmaktı. Efendimiz (s.a.s.) önce onları uyarmaya başlayacak, sonra peyderpey tüm insanlığı uyaracaktı. (bk. En‘âm 6/92)
لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰٓى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٧﴾
7: İnsanların çoğu üzerine Allah’ın azap sözü kesinleşmiştir; çünkü onlar iman etmeyecekler.
7.Lekad hakkaI kavIü aIâ ekserihim fehüm Iâ yü'minûn
اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِيَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ ﴿٨﴾
8: Biz onların boyunlarına demir halkalar geçirdik. O halkalar tâ çenelerine kadar dayanmıştır da bu yüzden başları yukarı doğru çivilenmiş gibidir.
8.İnnâ ceaInâ fî a'nâkihim agIâIen fehiye iIeI ezkâni fehüm mukmehûn
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ﴿٩﴾
9: Onların önlerine bir set, arkalarına bir set yaptık; böylece onları öylesine perdeleyip kuşattık ki artık hiçbir şey göremezler.
Tefsir
Hz. Muhammed (s.a.s.) son ve en şerefli peygamber, Kur’ân-ı Kerîm de en yüce ilâhî kitap olmakla birlikte, insanların çoğu onlara iman etmeyecek, ebedî azaba uğrayacaklardır. Bunlar hakkında kesinleşen söz, “İnsanların ve cinlerin azgınlarıyla cehennemi kesinlikle ağzına kadar dolduracağım” (Secde 32/13) şeklinde vârid olan “azap” sözüdür. Anlaşılan o ki, Allah Teâlâ, Kur’an ve sünnet-i seniyye ile beyân ettiği İslâm dininin dışına çıkanları cezalandıracaktır. “İmansız” diye nitelendirilen bu kimselerin 8 ve 9. âyetlerde dünyadaki hâlet-i rûhiyeleri canlı bir tablo halinde şöyle tasvir edilir:
Allah Teâlâ onların boyunlarına demir halkalar geçirmiştir. Bu halkalar boğazlarını tümüyle kapatıp çenelerine kadar dayanmıştır. Öyle ki kafaları iyice yukarı kalkmış ve gözleri kapanmıştır. Ayrıca önlerinden bir set, arkalarından bir set çekilip üzerleri bütünüyle kapatılmıştır. Dolayısıyla herhangi bir şeyi bakıp görecek halleri kalmamıştır. Zâten âyette kullanılan اَلإقْمَاحُ (ikmâh) kelimesi de “başı kaldırıp gözü yummak” mânasına gelir. Kâfirler, yapılan her daveti red için başını arkaya doğru kaldıran kibirli kimselerdir. İşte red için başlarını kaldıra kaldıra âdetâ inkârları, boyunlarının altına kalın bir kelepçe gibi geçirilmiş, çeneleri kalkmış, başları arkaya doğru ve gözleri yumuk vaziyette kalmıştır. Yine inkârları önlerine ve arkalarına birer set oluşturmuş, üstlerini de kapatmıştır. Buna ferdin yaratılış kabiliyetlerini yanlış hedeflere sevk eden toplum baskısını, imandan uzaklaştırıp küfür ve günahlara yönlendiren temâyüllerini, yaygın hâle gelen bâtıl inançlar ve çirkin alışkanlıkları da ilâve edebiliriz. Bahsedilen bu ferdî ve içtimâî kötü şartlar insanı, alıştıra alıştıra menfi yönde değişmez bir yapıya ulaştırmaktadır. Böyle insanlar artık ne başlarını hareket ettirebilirler, ne de bir tarafı görebilirler. İnkârlarının ve cehâletlerinin içinde bocalayıp dururlar. Ancak şuna dikkat etmek gerekir ki bu, tamâmen kendi tercih ve istekleri doğrultusunda ortaya çıkmış bir neticedir. Kendi inkârları, inat ve câhillikleri yine kendilerini böylece engellemekte, basîretlerini kapatıp karanlıklar içinde bırakmakta ve gerçeği göremez duruma getirmektedir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.)’in davetine karşı: “Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda ağırlık, seninle aramızda da perde vardır. Artık ne yapacaksan yap; biz de bildiğimizi yapacağız” (Fussilet 41/5) sözleri, onların izaha çalıştığımız manevî durumlarını daha net ortaya koymaktadır. Fakat bütün bunlar, Allah’ın insan varlığına yerleştirdiği psikolojik kanunları çerçevesinde meydana geldiği için burada Cenâb-ı Hakk’a izafe edilir.
وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠﴾
10: Böylelerini uyarsan da uyarmasan da birdir; onlar iman etmeyecekler.
(10) Ve sevâün aIeyhim eenzertehüm em Iem tünzirhüm Iâ yü'minûn
اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَر۪يمٍ ﴿١١﴾
11: Sen ancak Kur’an’a uyan ve görmediği halde Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böyle olanları büyük bir bağışlanmayla ve çok güzel, bol ve ardı arkası kesilmeyecek bir mükâfatla müjdele!
11.innemâ tünziru menittebeaz zikra ve haşiyer rahmâne biI ğayb fe beşşirhü bimağfiretiv ve ecrin kerîm
Tefsir
Son nefes meçhûldür; kimin iman edip kimin iman etmeyeceğini ancak Allah Teâlâ bilir. Bu sebeple Peygamber (s.a.s.) ve onun temsilcileri dini her zaman ve mekanda tebliğe devam edeceklerdir. Fakat netice şudur: İman etmeyecek olanlara hidâyetten bir nasip erişmeyecek, ne kadar uyarılsalar da onlar küfür içinde kalacaklardır. Bu âyet-i kerîme, Efendimiz (s.a.s.)’in ısrarla tebliğde bulunduğu, fakat buna rağmen kalplerinde zerre kadar kıpırtı olmayan müşriklerin durumu hakkında onu teselli etmekte ve ona bu hususta aşırı gitmemesini tavsiye etmektedir. Zira herkesin iman etmesi gerektiği tarzında bir ilâhî irade yoktur. (bk. Yûnus 10/99-100)
Sonra peygamberin uyarısına kulak verip iman edecek insanların kalbî durumlarından bir kesit sunulur. Bunlar, önceki her daveti başlarını kaldırıp reddeden kibirli bedbahtların aksine:
› Nasihata kulak veren, öğüt dinleyen, kendini buna muhtaç gören mütevâzı ve iyi niyetli kimselerdir. Söz dinler, faydalı olan şeyleri benimseyip uygularlar. En güzel öğütlerin ve hikmetlerin kaynağı ise Kur’ân-ı Kerîm’dir.
› İnsanların arasında bulundukları sırada olduğu gibi, kimsenin görmediği yerlerde de Rahmân olan Allah’tan korkan, O’na saygı gösteren kimselerdir. Onların korku, saygı ve haşyetleri, Allah’tan başka hiç kimsenin vâkıf olamadığı kalplerinin derinliklerindedir. Çünkü onlar ihsan seviyesinde bir kulluk şuuruna sahiptirler. Kendileri Allah’ı göremeseler de, Allah’ın kendilerini gördüğünü ve dâimâ ilâhî kameralar altında bulunduklarını hiç unutmazlar. İşte böyle insanlara tebliğ ve uyarı fayda verir. İşte bunlar Allah’ın bağışlamasına ve cennetin hoş, bol ve ebedî nimetlerine erişeceklerdir.
اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟ ﴿١٢﴾
12: Şüphe yok ki ölüleri diriltecek olan biziz. İnsanların yapıp önceden gönderdikleri amelleri de, geride bıraktıkları eserlerini de biz yazıyoruz. Esâsen biz, olmuş olacak her şeyi apaçık bir kitapta tek tek sayıp kaydetmiş bulunuyoruz.
Tefsir
Dünya ebedi değildir. Ölümle insanların, kıyâmetle de dünyanın ömrü sona erecektir. Dünya faslının bir de âhiret faslı ortaya çıkacaktır. Dünya hayatının imtihan olma gerçeği orada tüm netliği ile bilinecektir. Zira sonsuz kudret sahibi Rabbimiz bütün ölüleri diriltecek, hesaba çekmek üzere huzurunda toplayacak, yapıp ettikleri küçük büyük ne varsa kaydettiği amel defterlerini ellerine verecek ve herkes ne yapıp ettiğini orada açık seçik görecektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Herkesin amel defteri önüne konulacak; sen günahkârların o defterde yazılı olanlardan dolayı ödleri patlayacak şekilde korktuklarını göreceksin. Hayretler içinde: “Yazıklar olsun bize! Bu nasıl defter ki, küçük büyük demeden, hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan ne yapmış, ne söylemişsek hepsini saymış dökmüş!” diyecekler. Böylece yaptıkları her şeyi amel defterlerinde bulacaklar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)
Çünkü Yüce Allah: “İnsanların önceden yapıp gönderdikleri amelleri de, geride bıraktıkları eserlerini de biz yazıyoruz” (Yâsîn 36/12) buyurmaktadır. Burada geçen مَا قَدَّمُوا (mâ kaddemû) ifadesi, “insanların namaz, oruç, sadaka vb. bizzat yapıp önden gönderdikleri ameller veya işledikleri günahlar” anlamına gelir. اٰثَارَهُمْ (âsârahüm) ise sâlih evlat, faydalı, ilim, sadaka-i câriye gibi güzel şeylerden veya insanlara zarar veren kötü şeylerden geride bıraktıklarıdır.” Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:
“İnsan öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak şu üç şey bundan müstesnâdır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasıyet 14)
“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Ancak onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye açtığı kötü çığırın günahı vardır. O kötü yolda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey nokşanlaşmaz.” (Müslim, Zekât 69; Nesâî, Zekât 64)
Âyette geçen اِمَامٌ مُب۪ينٌ (imâmun mübîn)den maksat, Levh-i Mahfûz[1]’dur. Allah Teâlâ olmuş ve olacak her şeyi burada kaydetmiştir. Dolayısıyla insanların yaptıkları hiçbir şey zayi olmayacak, kaybolmayacak; her şey vukuundan önce yazıldığı gibi vukuundan sonra da bütün izleri ve gölgeleriyle yazılacak, böylece herkes yaptığından sorumlu tutulacaktır. Bu ilâhî beyân, Peygamberin izinden giden mü’minler için bir müjde iken, onun izinden gitmeyenlere de bir uyarıdır.
Şimdi buraya kadar açıklanan temel dinî esasların pratik hayata nasıl yansıtalacağını gösteren canlı bir örnek olarak şu ibret verici kıssaya kulak verin:
Levh-i Mahfûz: Sözlük olarak “korunmuş sayfa” demektir. Allah’ın yaratıklarla ilgili tüm bilgilerinin kayıtlı olduğu yer olarak bilinir.