Vakıa Süresi Meal Ve Tefsiri 57-75
نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟ ﴿٥٧﴾
57: Sizi yoktan yaratan biziz. Böyle iken, hâlâ yeniden diriliş gerçeğini tasdik etmeyecek misiniz?
اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ ﴿٥٨﴾
58: Rahimlere akıttığınız meniyi hiç düşünmez misiniz?
ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ ﴿٥٩﴾
59: Onu mükemmel bir insan olarak siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ ﴿٦٠﴾
60: Aranızda ölümü şaşmaz bir plan çerçevesinde takdir eden biziz. Engel olabilecek hiçbir güç yoktur sizi öldürmemize.
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦١﴾
61: Öldürüp de, yerinize benzeriniz başka nesiller getirmemize ve bilmediğiniz bir âlemde ve şekilde sizi yeni bir yaratılışla ortaya çıkarmamıza.
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٦٢﴾
62: Aslında siz ilk yaratılışın Allah’ın kudretiyle gerçekleştiğini pekâla biliyorsunuz. O halde bunun üzerinde düşünüp ikinci yaratalışın da mümkün ve kaçınılmaz olduğunu kabullenmeniz gerekmez mi?
Tefsir
Buradan itibaren 74. âyete kadar, Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretinin ve ölüleri diriltip âhiret hayatını var etmeye kadir olduğunun açık delilleri serdedilir. İnsanlardan, özellikle ilâhî kudret ve âhiret hakkında şüphesi olanlardan bu deliller üzerinde düşünmeleri, akıl yormaları ve böylece hakikati idrak etmeleri istenir:
Birinci delil, insanın bizzat kendi yaratılışı, ölümü, bir neslin gidip yerine yeni bir neslin gelmesi ve bunun mütemadiyen böyle sürüp gitmesi ve âhirette mâhiyetini şu an tam bilemeyeceğimiz bambaşka bir yaratılışla yeniden yaratılacak olmasıdır. Allah Teâlâ’nın bizi ilk kez yoktan yaratıp, şu an sahip olduğumuz varlığımızı bize lütfetmesi, bundan itibaren de öldürmek, yeniden diriltmek, hesaba çekmek, cennet veya cehenneme sokmak gibi bizimle alakalı vaatlerini yerine getirebileceğinin açık bir göstergesidir. Şu anki durumumuza kadar Allah Teâlâ’nın bizim üzerimizdeki nesep, cinsiyet, boy bos, renk, genetik özellikler vb. sayısız tasarruflarına kimsenin müdâhale edemediği gibi, bundan sonra da bizimle alakalı dünyevî ya da uhrevî tasarruflarına kimse mani olamayacaktır. O (c.c.), istediği ve irade buyurduğu her şeyi yapacaktır. Çünkü, “O’dur, dilediği her şeyi dilediği gibi yapan.” (Burûc 85/16)
اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ ﴿٦٣﴾
63: Toprağa ektiğiniz tohumu hiç düşünmez misiniz?
ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ ﴿٦٤﴾
64: Acaba o ekinleri yeşertip büyüten siz misiniz; yoksa onu yetiştiren biz miyiz?
لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ ﴿٦٥﴾
65: Dileseydik hepsini daha olgunlaşmadan kurumuş çerçöp hâline getirirdik de şaşırıp kalırdınız:
اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ ﴿٦٦﴾
66: “Eyvâh, emeklerimiz boşa gitti, çok zarara uğradık.”
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٦٧﴾
67: “Bundan da öte, biz her türlü rızıktan büsbütün mahrum kaldık!” diye feryat ederdiniz.
Tefsir
İkinci delil, toprağa ektiğimiz ve hayatımızın devamı için son derece ehemmiyet arz eden tohumlardır. Onları çatlatan, filizlendirip toprak üstüne çıkaran, büyütüp geliştiren, yetiştiren bizler değil, şüphesiz Allah’tır. Nasıl ki o cansız tohumları adeta kabre benzeyen topraktaki yerlerinden canlandırıp çıkartıyorsa, aynı şekilde ölmüş insanlara ruh üfleyip yattıkları kabirlerden mahşer yerine öylece çıkaracaktır. Diğer taraftan o yetişmiş, tarlaları doldurmuş ekinleri Cenâb-ı Hak bir afet gönderip kurutsa, çer çöp haline getirecek olsa, buna da kimsenin engel olması mümkün değildir. Nitekim dünyamızda bunun misallerini devamlı müşahede etmek mümkündür. Böyle bir durum karşısında insanın yapacağı, sonsuz bir acizlik ve çaresizlik içinde, “eyvah masraflarımız, emeklerimiz boşa gitti, mahvolduk, perişan olduk, borçlar altında ezildik. Hayır hayır, bilakis biz bütünüyle mahrum kaldık” şeklinde geveleyip, yakınıp, mızıklayıp durmaktır. Çünkü başka bir şeye gücü yetecek hali yoktur. Bu da Allah’ın yüce kudretini ve ölüleri diriltmek dâhil istediği her şeyi yapabileceğini gösteren büyük bir delildir.
اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ ﴿٦٨﴾
68: İçtiğiniz suyu hiç düşünmez misiniz?
ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ ﴿٦٩﴾
69: Onu bulutlardan siz mi indiriyorsunuz; yoksa onu indiren biz miyiz?
لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٠﴾
70: Dileseydik onu içilmesi mümkün olmayan tuzlu, acı bir su yapardık. Öyleyse şükretmeniz gerekmez mi?
Tefsir
Üçüncü delil hayatımızın temel ihtiyaçlarından biri olan sudur. Onu bulutlardan indiren biz değil, elbette Allah Teâlâ’dır. Suyun oluşumunda bizim hiçbir müdâhale ve yardımımız yoktur. Ondaki tasarruf da bütünüyle Cenâb-ı Hakk’a aittir. O halde onu içmemiz için en uygun özelliklerde yaratan Rabbimiz, dilese onu tuzlu ve acı yapabilir ve bizi bu büyük nimetten mahrum bırakabilir. Bu nimetlere nankörlük değil, şükretmek lazım gelir.Ömer Çelik
اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ ﴿٧١﴾
71: Yakmakta olduğunuz ateşi hiç düşünmez misiniz?
Tefsir
Dördüncü delil, yine hayatın temel kaynaklarından, insanı kültür ve medeniyet bakımından diğer mahluklardan ayıran özelliği ile ateştir. Araplar, “merh ve afar” denilen iki ağacı birbirine sürter ve böylece ateş çıkarırlardı. Aslında her ağaçta, çakmak taşında, elektrik elde edilen her şeyde ateş çıkma özelliği vardır. Fakat bu merh ve afar isimli ağaçlarda daha fazladır. Şüphesiz ki, eğer Allah Teâlâ, bahsedilen ağaçları ve diğer cisimleri ateş çıkarma ve elektrik verme özelliği ile yaratmamış olsaydı, hiçbir şekilde ateş ve elektrik elde etmek mümkün olmazdı. Ne bedevînin çakmağı çakar, ne de bugünkü medeni insanların düğmeye basınca ampulleri yanardı. Yüce Rabbimiz ateşi ve elektriği, hem hayatın zaruri bir unsuru, hem cehennemi hatırlatan bir ibret, hem de ıssız çöllerde yolculuk yapan, karnı acıkan, ihtiyacı olan kimseler için bir fayda ve kazanç vasıtası kılmıştır.
اَلْمُقْو۪ينَ (mukvîn) sözlükte “çölde dinlenen yolcular” için kullanılan bir kelimedir. Bunun “aç olan kimse” anlamına geldiği de söylenir. Yine bu kelimenin “yemek pişirmek, ısınmak, aydınlanmak gibi herhangi bir sebeple yakılan ateşten faydalanan kişi” mânası da vardır. Son mânaya göre fakir, zengin, bedevi, medeni tüm insanlığın ateşe duyduğu ihtiyaç dile getirilmiş olmaktadır. Realite de bunu doğrulamaktadır. O halde bütün insanların kendilerine ihsan edilen bu büyük nimetlerin gerçek sahibini tanıyıp O’na kulluk ve şükretmeleri, O’nun yüce adını tesbih etmeleri, O’nu her türlü kusurdan ve ortağı olmaktan yüceltmeleri gerekir.
ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ ﴿٧٢﴾
72: Onun ağacını siz mi yaratıp yetiştiriyorsunuz; yoksa onu yaratan biz miyiz?
نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِلْمُقْو۪ينَۚ ﴿٧٣﴾
73: Biz onu hem cehennem ateşi için bir hatırlatma hem de çölde yaşayanlar, yolda bulunanlar, ayrıca ona ihtiyacı olanlar için vazgeçilmez bir nimet kıldık.
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟ ﴿٧٤﴾
74: Öyleyse Yüce Rabbinin ismini tesbih et; O’nun her türlü kusurdan ve ortakları olmaktan çok yüce ve uzak olduğunu söyle!
Tefsir
Dördüncü delil, yine hayatın temel kaynaklarından, insanı kültür ve medeniyet bakımından diğer mahluklardan ayıran özelliği ile ateştir. Araplar, “merh ve afar” denilen iki ağacı birbirine sürter ve böylece ateş çıkarırlardı. Aslında her ağaçta, çakmak taşında, elektrik elde edilen her şeyde ateş çıkma özelliği vardır. Fakat bu merh ve afar isimli ağaçlarda daha fazladır. Şüphesiz ki, eğer Allah Teâlâ, bahsedilen ağaçları ve diğer cisimleri ateş çıkarma ve elektrik verme özelliği ile yaratmamış olsaydı, hiçbir şekilde ateş ve elektrik elde etmek mümkün olmazdı. Ne bedevînin çakmağı çakar, ne de bugünkü medeni insanların düğmeye basınca ampulleri yanardı. Yüce Rabbimiz ateşi ve elektriği, hem hayatın zaruri bir unsuru, hem cehennemi hatırlatan bir ibret, hem de ıssız çöllerde yolculuk yapan, karnı acıkan, ihtiyacı olan kimseler için bir fayda ve kazanç vasıtası kılmıştır.
اَلْمُقْو۪ينَ (mukvîn) sözlükte “çölde dinlenen yolcular” için kullanılan bir kelimedir. Bunun “aç olan kimse” anlamına geldiği de söylenir. Yine bu kelimenin “yemek pişirmek, ısınmak, aydınlanmak gibi herhangi bir sebeple yakılan ateşten faydalanan kişi” mânası da vardır. Son mânaya göre fakir, zengin, bedevi, medeni tüm insanlığın ateşe duyduğu ihtiyaç dile getirilmiş olmaktadır. Realite de bunu doğrulamaktadır. O halde bütün insanların kendilerine ihsan edilen bu büyük nimetlerin gerçek sahibini tanıyıp O’na kulluk ve şükretmeleri, O’nun yüce adını tesbih etmeleri, O’nu her türlü kusurdan ve ortağı olmaktan yüceltmeleri gerekir.Ömer çelik
فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِۙ ﴿٧٥﴾
75: Yıldızların düştüğü yerlere ve peyderpey inen Kur’an’ın her bir bölümüne yemin ederim.
Tefsir
اَلنُّجُومُ (nucûm), yıldız mânasındaki اَلنَّجْمُ (necm) kelimesinin çoğulu olup “yıldızlar” demektir. مَوَاقِعُ (mevâkı) ise “bulunulan yer, doğuş yeri, batış yeri, düşüş yeri, menzil” gibi anlamlara gelen “mevkı” kelimesinin çoğuludur. Kur’ân-ı Kerîm’in peyderpey inen her parçasına da “necm” ve “nücûm” denilmektedir. Buna göre buradaki yemini iki türlü yorumlamak mümkündür:
Allah Teâlâ yıldızların doğdukları ve battıkları yerlere, gökteki mevzi, menzil ve yörüngelerine, kayıp düştükleri yerlere veya kıyâmet günü döküldükleri sıra düşecekleri mevkilere yemin etmekte, bu yeminin gerçekten pek büyük bir yemin olduğunu bildirmekte, peşinden de yeminin cevabı olarak Kur’an’ın çok şerefli bir kitap olduğunu ve korunduğunu haber vermektedir.
Yıldızlar ve yıldızların doğup battıkları yerler ile Kur’an’ın Kerîm ve onun âyetlerinin indirilişi arasında şöyle bir irtibat kurulabilir: Yıldızlar âleminde nasıl ince ve dakîk ölçüler üzerine kurulmuş son derece sağlam, düzenli ve birbiriyle irtibatlı bir nizam varsa, Kur’ân-ı Kerîm de aynı şekilde hem lafız hem de mâna cihetiyle sağlam, düzenli ve birbiriyle irtibatlı eşsiz bir nizama sahiptir. Çünkü kâinattaki bu yıldızlar sistemini yaratan da, Kur’ân-ı Kerîm’i inzâl eden de aynı zattır. Yıldızlar, aslında birbirlerine sıkıca bağlı bir sistem içinde oldukları halde, gökte nasıl yayılmışlarsa ve zâhirde sanki hiçbir bağlantıları yokmuş gibi görünüyorlarsa, Kur’ân-ı Kerîm’in ayetleri ve konuları, zâhiren dağınık gibi görünse de, aynı şekilde birbirlerine bağlı, uyum ve âhenk içindedir. Bir hayat nizamını öğreten bu kitaptaki nizam, sağlam bir akîdeye dayalı ahlâk, ibâdet, muamelât, medeniyet, iktisat, siyaset, adâlet, barış ve savaş kanunlarını, kısaca hayatın tüm yönlerini şumûlüne almaktadır. Bu hayat nizamının el kitabı mâhiyetindeki bu kitapta emredilen tüm talimatlar birbiriyle son derece uyum içinde olmalarına rağmen ayrı mahal ve mevkilerde indirilmiştir. Ayrıca bu yıldızlar nizamı insanların müdâhalesinden bağımsız olup, nasıl kendisinde hiç bir değişiklik yapılamazsa, Kur’ân-ı Kerîm de aynı şekilde sapasağlam ve dosdoğru bir yol gösterici olup, hiç kimsenin onda bir değişiklik yapma imkânı bulunmamaktadır.
Allah Teâlâ burada Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olan her parçasına, onun nâzil olduğu yere yemin etmiş de olabilir.
Buna göre “nucûmün mevkileri”nden maksat; Peygamberin ve hafızların kalpleri, yazıldıkları sahifeler, ayetlerin ifade ettiği mânalar, yahut âyetlerin nüzûlüne sebep olan hadiseler ve hükümlerdir. Bu yeminle Kur’an’ın şerefini ve yüceliğini bildiren cevabı arasındaki irtibat zaten açıktır.Ömer Çelik Tefsir