Süreyi Şems Meal Ve Tefsiri
Şems Sûresi Hakkında
Şems sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 15 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “güneş” mânasına gelen اَلشَّمْسُ (şems) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 91, nüzûl sırasına göre ise 26. sûredir.
Bismillahirrahmanirrahim
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla..
وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَاۙۖ ﴿١﴾
1: Yemin olsun güneşe ve onun kuşluk vaktindeki aydınlığına,
وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَاۙۖ ﴿٢﴾
2: Güneşi izleyip ışığını yansıtan aya,
وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَاۙۖ ﴿٣﴾
3: Onu ortaya çıkarıp gösteren gündüze,
وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَاۙۖ ﴿٤﴾
4: Onu bürüyüp gizleyen geceye,
وَالسَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَاۙۖ ﴿٥﴾
5: Gökyüzüne ve onu binâ edene,
وَالْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَاۙۖ ﴿٦﴾
6: Yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene,
وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ ﴿٧﴾
7: Nefse ve onu düzgün bir biçimde yaratıp düzenleyene,
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ﴿٨﴾
8: Ona kötü ve iyi olma kâbiliyetini ilham edene ki:
Tefsiri:1. Güneşe,2. Onun aydınlığına,3. Güneşi izleyip edip, onun batmasından sonra geceleyin ortaya çıkan aya,
4. Güneşi bütün berraklığı ile ortaya çıkaran gündüze,5. Güneşi karanlığı ile örten ve onun görünmesini engelleyen geceye,
6. Göğe,7. Onu pek yüksek bir kubbe hâlinde ve eşsiz bir nizam içinde binâ eden Allah’a,
8. Yeryüzüne,9. Onu canlıların yaşaması için yayıp döşeyen Allah’a,10. Nefse,
11. Onu en güzel şekilde biçimlendirip düzenleyen, ona fücûr ve takvâsını ilham eden Allah’a!
Bu on bir yeminin ardından bir de mânayı daha çok kuvvetlendirmesi için “elbette, mutlaka” mânasında قد (kad) edatını kullanmakta ve ancak bu güçlü te’kîd ve te’yîdlerden sonra nefsini arındırıp temizleyen kimsenin, mutlaka kurtuluşa ereceğini; aksine onu günah ve mâsiyetlerle kirleten kimsenin ise muhakkak hüsrâna uğrayacağını beyân etmektedir. Câlib-i dikkattir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, nefs tezkiyesinden başka hiçbir hususta, bu şekilde üst üste on bir defa yemin etmemektedir. Bu gerçek, insanın kurtuluşu için nefs tezkiyesinin ne kadar mühim ve zarûrî olduğunu ifadeye kâfîdir.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿٩﴾
9: Nefsini maddî ve mânevî kirlerden temizleyen kesinlikle kurtuluşa erecektir.
وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿١٠﴾
10: Onu günahlara gömen de elbette ziyâna uğrayacaktır.
TEFSİR:
Burada üzerinde durulması lâzım gelen gelen en mühim husus “tezkiye”dir. “Tezkiye” kelimesinde iki mühim mâna vardır:
Birincisi; temizlemek, arındırmak,İkincisi; artırmak, geliştirmek, bereketlendirmek ve feyizlendirmek.
Bu mâna çerçevesinde tezkiye, esasen mânevî eğitimin bütün seyrini ifade eder.
Tezkiyenin zıddı olan اَلتَّدْسِيَةُ (tedsiye) ise اَلدَّوْسُ (devs) kökündendir. “Devs”, bir şey gelişip büyümeyerek bodur ve cılız kalmak ve gizlenmek mânalarına gelir. “Tedsiye” ise, bir kimseyi hile ile ayartıp fesada düşürmek demektir. Bu kelimenin اَلدَّسُّ (dess) veya اَلدِّسِّسَةُ (dissise)den gelme ihtimalide vardır. Dess ve dissise, bir şeyi bir şeyin altına gömüp gizlemek ve toprağa gömmek mânasınadır. Bizdeki “desîse” tabirinin aslı “dissise” mastarıdır. اَلدَّس۪يسُ (desîs), hiçbir ilaç ile giderilmeyen koltuk kokusuna, casusa ve küle gömülüp kebap olmuş ete denir. اَلدَّسَّاسُ (dessâs) da bir tür pis ve kötü yılana denir. İşte tedsis ve tedsiye bu mânalarla alakalı olarak bir şeyi iyice gömmek ve hile yapmak, bir şeyi hile ile bozup fenalaştırmak ve iyice örtüp gizlemek, gömmek mânalarını ifade eder. Buna göre nefsi tedsiye, ruhu faziletli ve erdemli şeylerle temizlemeyip kötü işler ve kötü ahlâk ile bozmak, sonunda kokuşup gömülmeye mahkum âdî beden kirleri, katı hayvânî gayeler, gösteriş gibi şeytani ve karanlık hislerle çürütüp kokutarak maddiyata gömmek ve âhirette, küle gömülmüş “kebap” gibi cehennem ateşine kapatmaktır. Bunun için nefsi böyle bir duruma düşmekten kurtarabilmek için onun tezkiyesi zaruridir.
Nefsi tezkiye; öncelikle onu küfür, cehâlet, kötü hisler, yanlış inançlar ve fenâ huylardan temizlemektir. Onu İslâm’a aykırı her türlü îtikâdî, ahlâkî ve amelî yanlışlıklardan arındırmaktır. Onu temizleyip kötülüklerden koruduktan sonra da, iman, ilim, irfân, hikmet, iyi duygular, güzel huylar gibi takvâ özellikleriyle terbiye ederek, onu rûhâniyetle doldurmaktır.
Tezkiyenin bir üst derecesi, nefsin isteklerini azaltarak onun beden üzerindeki hâkimiyetini kırmak ve bu sûretle rûhun hükümranlığına imkân sağlamaktır. Bu, ancak nefse karşı iradeyi güçlendirmek yoluyla mümkün olabilir. İradeyi güçlendirmek ise yiyip içme, uyuma ve konuşmada ölçülü olmak gibi usûllerle sağlanabilir. Bundan dolayıdır ki, Kur’an ve sünnetin ruhuna uygun olarak âlimlerimiz tarafından “az yemek, az uyumak ve az konuşmak” nefsi dizginlemenin metodu olarak belirlenmiştir. Çünkü bunlar, nefse hâkimiyetin ilk adımlarıdır.
Fakat her konuda olduğu gibi, bu metotları uygulamada da îtidâli elden bırakmamak gerekir. Çünkü beden, Allah’ın insanlara bir emânetidir. Bu sebeple kul, nefsini tezkiye ederken ifrat ve tefrîtten sakınmalı, onun azgınlıklarına set çekeyim derken, mücâdele ve mücâhedede aşırılığa düşmemelidir. Çünkü din, bütün hâl ve davranışlarda îtidâli emreder. İnsanlara her türlü ifrat ve tefritten uzak durmayı öğütler. Üstelik nefsi, mutlak sûrette bertaraf etmek mümkün olmadığı gibi, bu, istenen bir şey de değildir. Buna göre nefsin tezkiye edilmesi, nefsânî arzu ve temâyüllerin ilâhî emirler çerçevesinde dizginlenip terbiye edilmesi demektir.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوٰيهَاۙۖ ﴿١١﴾
11: Semûd kavmi, sınır tanımaz azgınlığı yüzünden peygamberini yalanladı.
اِذِ انْبَعَثَ اَشْقٰيهَاۙۖ ﴿١٢﴾
12: Nihâyet diğerlerinin kışkırtmasıyla içlerinde en azılı olanı, deveyi kesmek için ileri fırladı.
فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُقْيٰيهَا۠ ﴿١٣﴾
13: Allah’ın peygamberi Sâlih onlara: “Allah’ın mûcize olarak yarattığı şu dişi deveye zarar vermekten sakının ve onun su içme hakkına dokunmayın” dedi.
فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَاۙۖ فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰيهَاۙۖ ﴿١٤﴾
14: Fakat onu yalanladılar ve deveyi kestiler. Rableri de günahları yüzünden başlarına azap indirip hepsini yerle bir etti.
TEFSİR:
Günahlara batmış nefsin durumunu açıklamak üzere verilen bu tarihî misali anlamak için şu iki temel gerçek üzerinde düşünmek gerekir:
Birincisi; Allah Teâlâ insanı yaratmış, onu hem kötülük hem de iyilik yapabilecek bir tabiat ve istidatla donatmıştır. Burada Hz. Sâlih ve kavminin kıssası hatırlatılarak, kötülük ve iyiliğin sadece ilham ile bilinmesinin, herkesin kendisine yürüyeceği dosdoğru bir yol bulması için yeterli olmadığı beyân edilir. Bu maksatladır ki, Cenâb-ı Hak peygamberlere vahyederek doğru yolu bütün incelikleriyle haber vermiş; gerek kötülüğün ne olduğunu ve ondan nasıl sakınılacağını, gerekse takvânın ne olduğunu ve onun nasıl elde edileceğini açıkça bildirmiştir. Semûd kavmi kıssası göstermektedir ki, eğer insan vahiy yoluyla gönderilen bu açık hidâyeti kabul etmezse, o zaman kötülüklerden kurtulamaz ve takvâya yol bulamaz.
İkincisi; bu kıssada da açıkça görüldüğü üzere ceza veya mükafat, doğru ya da yanlış yolu tercih etmenin kesin bir neticesidir. Nefsi kötülüklerden temizleyerek takvâ yolunda ilerlemenin tabii sonucu kurtuluştur. Fakat nefsin iman ve sâlih amellere doğru olan iyi temâyüllerini bastırıp körelterek kendini kötülükler ve günahlar içinde bırakmanın tabii sonucu da ziyan ve helâktır. (bk. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, VII, 138-139)
İşte bu hususları anlatmak için tarihten Semûd kavmi örnek olarak verilir. Çünkü önceki azaba uğrayan kavimlerden yerleşim yeri Mekkelilere en yakın olan kavim bunlardı. Hicaz’ın kuzeyinde onların tarihi kalıntıları mevcuttu. Mekkeliler ticaret için Şam’a gittiklerinde buradan geçerlerdi.
Semûd kavmi Hz. Sâlih’ten bir mûcize istemişlerdir. Bunun üzerine Sâlih (a.s.) onlara mûcize olarak bir dişi deve getirdi. Devenin, yeryüzünde ne isterse yiyeceğini, suların, bir gün onların hayvanlarına bir gün de bu deveye ait olacağını bildirdi. Eğer bu deveye dokunurlarsa şiddetli bir azaba uğrayacaklarını haber verdi. Fakat bedbaht kavim, devenin hukukunu yerine getiremediler. En azılılarını deveyi öldürmeye teşvik ettiler, o da deveyi öldürdü. Peygamber’e inanmadıkları, onun buyruğuna itaat etmedikleri ve büyük bir suç işledikleri için helak edildiler. (bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68; Kamer 54/23-32)
Bundan böyle Semûd kavmi gibi azgınlık yapanların da helak edilebileceği uyarısında bulunmak üzere bu helakin Yüce Allah’a ait yönüne şöyle bir işarette bulunulmaktadır:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
وَلَا يَخَافُ عُقْبٰيهَا ﴿١٥﴾
15: Allah, onları helâk etmesinin sonucundan asla endişe duyacak değildir!
Şemş Suresinin Sırrı Havası ve Faziletleri ŞEMŞ süresini , yirmi bir kere okuyan, bütün korkulardan emin olur. Kim Şems sûresini okursa, güneşin ve ayın üzerine doğduğu her şeyi sadaka vermiş gibi sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) Her Kim Şems suresini bol bol zikrederse, Güneş ve Ay’ın Üzerini Aydınlattığı tüm nesneler kadar sadaka bağışlamış sayılır, Üzerinizdeki musibet ve belalı işlerden sakınmak için sureyi boş vakitlerinizde okuyun.
Nasib’inin bollaşmasını isteyen her kimse Şems suresini okumayı alışkanlık haline getirsin. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Her kim Şems suresini okursa, O kişi sanki güneş ve ayın üzerine doğduğu her şeyi sadaka vermiş gibi sevap alır.“(Ebu Suud Efendi, Ebû Suud Tefsiri (İrşâdü Aklis-Selim), 9/165; Kâdı Beyzâvî, Beyzâvi Tefsir (Envârut-Tenzîl )