2.Ders:Sihir Haram mıdır?Bakara 101 ve 1,2,3,4,5
101 وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Onlara, Allah katından ellerinde bulunan Kitab’ı (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını (Tevrat’ı) arkalarına attılar.
102 وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!
103 وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟
Eğer onlar iman edip Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında kazanacakları sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi!
104 يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap vardır.
105 مَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini isterler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Ayetler deki lafzı Tahliller:
نَبَذَ
Nebiz:Lüğat de sokağa atılan ğeyri meşru olan..demektir.
Zariyat 40:Nihayet onu da ordularını da yakalayıp attık.
وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ
Onlar sırtlarının arkasına atmışlardır.
Bu bir darbi mesel dir.
Ayet 92:Şuayıb ey kavmim dedi,Size göre benim kabilem mi Allah dan daha şereflidir ki onu tutup arkanıza atılmış değersiz bir şey edindiniz.
تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ
Tetlu okurlar.Doğrudan bir şey okumak yada rivayeti okumak manasına gelir.
Eşşeyatin:insan ve cin şeytanlarından olan şeytanlar.
Enam 112:
كَذَٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِىٍّ عَدُوًّا شَيَٰطِينَ ٱلْإِنسِ وَٱلْجِنِّ يُوحِى بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ زُخْرُفَ ٱلْقَوْلِ غُرُورًا ۚ وَلَوْ شَآءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ ۖ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.
عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ
Onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında..
يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ
çünkü insanlara sihri, Bâbil’de iki meleğe, Hârût’la Mârût’a indirileni öğretiyorlardı.
اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ
Hârût’la Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki bu iki melek, “Biz ancak imtihan vasıtasıyız; sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi.
Esbabı Nüzul ile ilgili rivayetler:
Yahudiler efendimize .as sordular "sihir ve Hz.Süleymanı sordular."bu esna da bu ayet indi..
Yani Hz.Süleymanın ismi Kuranı kerim de geçince Yahudiler Hz.muhamed den için Muhammed Süleymanı peyğamber sanıyor,dediler.
Ve yemin ederek,Allaha andolsun ki Süleyman büyük bir sihirbazdı..dediler.İşte bunun üzerine onların tekzib eden bu ayetler geldi.
Bu Ebu İShak ın rivayetidir.Daha fazla bilgi için Esbabı Nüzul kitaplarına müracat edin.
Ayet de Teşri Hükümler ve Hikmetler.
Sihir nedir ve varmıdır?
Bu konuda alimler farklı fikirlere sahibdir.
Ehli sünnet alimlerinin cumhuruna göre:
Sihirin var olduğu ve tesirinin de Allahın müsade ettiği ölçü de vardır.
Cumhurun Delilleri:
a.Araf 116 "قَالَ أَلْقُوْاْ فَلَمَّا أَلْقَوْاْ سَحَرُواْ أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ
""Siz atın" dedi. Attıkları zaman, büyük bir büyü yaparak insanların gözlerini büyüleyip, onlara korku verdiler."
Sihirin gerçek olduğunun isbatının delilidir.
b.Bakara 102"يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى
الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ
Fakat onlar, o ikisinden karı ile kocanın arasını açacak şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı.Ayetin bu kısımı Sihirin gerçekten var oduğunun delili..
c.Bakara 102 "وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ
Ancak, Allah'ın izni olmadıkça bu şeyle hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine bir faydası olmayan, sadece zarar verecek şeyleri öğreniyorlardı.
Sihirin zararlı olduğunu belirtiyor.
d.Falak 4"Düğüme üfleyenlerin şerrinden.."Sihirin tesirli ve kötü ve şerli iş olduğunu belirtiyor.
Mutezile ve mutezilenin tesirin de kalan bazı alimlere göre:
Sihirin geçekliği yoktur.Ancak aldatma ve el çabukluğu ile aldatma ve olayı farklı göstermedir.
Delilleri:
a.Araf 116 da "Musa,siz atın,dedi.Vaktaki attılar.Halkın gözlerini büyülediler.Onlara korku saldılar.
Büyük bir sihir meydana getirmiş oldular.".Gözle görülen bir şey olduğunu anlatıyor.
b.Taha 66 da "Musa dedi,hayır siz atın.Bir de ne görsün :onların ipleri ve değnekleri ve sihirleri yüzünden ,kendisine hakikat koşuyormuş hayalini verdi"
Sihirin gerçek değil hayal olduğunu anlatıyor.
c.Taha 69 da"Elindekini bırakıver.Çünkü onların sanat diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır.Büyücü ise nerede olsa iflah olmaz." buyurulmaktadır.
Sihirbazın hak üzre olamayacağını ve iflah olmayacağını anlatıyor.
Eğer sihirbazların gerçekten harik ul ade şeyler yapsalar hak ile batıl karışmış olurdu..Yani sihirbazlar peyğamber ve evliyaya karıştırılmış olurdu.
Mutezilenin Delilleri
a.Araf 116 da" Halkın gözlerini büyülediler." gözle görülen bir şey olduğu
b.Taha 66 da"Kendisine hakikat koşuyormuş hayalini verdi." hayal olduğu..
c.Taha 69 da"Ortaya attıkları büyücü tuzağıdır.Büyücü ise nerede olsa iflah olmaz." sihirbazın hak üzre olmadığı demektir.
Sihirin Türleri:
a.Hayal gösterme ve aldatma anlamına sihir.
Mesela:İnsanların gözü önün de bir serçeyi keser,daha sonra aynı serçeymiş gibi diğerini havaya uçururlar.
Halbuki üçan kesilen serçe değil ama görenler öyle görmektedir.
Sihirbaz el çabukluğu ile kesileni saklamış kesilmeyeni uçurmuştur.
Fravunun sihirbazları da butür hareketler ile sihirlerini göstermiştir.
Boşmaddelerin içine civa koyarak yapıyorlardı. Civa genleştikce yılan şeklinde hareketler yapıyordu.
b.Tesadüf yada tevafuklar yoluyla ,falcılık ve ğayıbı bilme iddiasıyla yapılan sihirler.
Halkın gizli sırlarını bir yoldan öğrenip onları insanları etkilemek için kullanırlar.
Ya da bir takım hayallerin ürünü vehimleri ğaybi bilgiler olarak satarlar.
Bunlar ne ğayıb ve nede cinlerin verdikleri bilgilerdir.
c.Cessas'a göre bu tip sihir halk arasın da çok yaygındır.Bu tür sihiri evliler arasında yada akrabalar arasında yayarlar.
Ve onların arasını bulmak istermiş gibi uydurduğu yalanları düzeltmek amaçlı işlem yaparlar.
Arka pilan da maddi çıkar vardır.
d.Hiyle yoluyla sihir yapmak:
Bu çeşit sihir,insanların akıl dengesini bozacak veya düşünce ve zekasını etkileyebilecek
bazı gıda maddelerini yedirilmesiyle yapılır.
Tıb kitapların da merkebin beyni bazı ilaçar ile birlikte birine verildiği zaman onun akli dengesini bozacağı
yazılmaktadır.Ebu Bekir el Cessas'a göre bu tür sihirlerin hiç birisinin aslı yoktur.
Ehli sünnet vel cemaat ile mutezilenin delillerini karşılaştırdığımız da enkuvvetli delilin
cumhurun delilleri olduğunu görürürüz.Zira sihir geçekten vardır.Ve insanlara tesir eder.
Karıkoca rasına kızgınlık sokmak ve aralarını ayırmak olmasaydı Kuran bundan bahsedermiydi!
Tesiri olmasaydı onun şerrinden Allaha sığının dermiydi.
Sihirin tesirinin şeytani cinlerin tesiriyle olduğu bir gerçektir.
Ayrıca sihirin tesirinin Allahu tealanın dilemesi olmadan mümkün olmayacağını kabül ederiz.
Mutezilenin sihir gerçek olsa mucize ile sihir birbirine karışır.Ve bilinmez olurdu,deliline karşı
deriz ki;
Mücize ile sihir arasındaki fark çok açıktır.
Zire mucizelerin iç ve dış alemi birdir.Sakladıkları ve farklı gösterdikleri bir durum yoktur.
Hangi gözle bakılsa bu gerçek görünür ve imanımız artar.
Sihir de ise iç ve dış görünüş farklıdır.Ve tutarsızdır.Mucizelerde korku salmak olmaz,
sihir de ise görenleri korku ile etkilemek ile olur.Zira sihir hakikat mucize gibi bir hakikat değildir.
İmamı Kurtubi :
Sihir ile yapılan ların mümkinatdan olduğu ve bu halleri her şeyde olduğu gibi yaratan Allah c.c dür.
Sadece bunu sihir yoluyla yapılmasına müsade etmiştir.
Hastaların tedavisin de ilaçarın kullanılmasın da şifa veren yine Allah c.c dir.
Ebu Hayyan:
Sihirin bir çok çeşidi vardır kimisi hokkabazlık türü şeyler ve kimisi de gerçeği farklı göstermekle yada hayal
göstermekle yapılan şeylerdir.
Sihirin küfür ile karışık bir takım kelimelerin birleşimine hokkabazlık ve efsun adı verilir.
Hangi dil ile yazıldığı pek bilinmeyen duaların eklenmesiyle yapılır.
Ve bazılarıda cinlerden istifade ederek yapılır.
Bazı cisimler toplanıp yakıldıktan sonra ,onların külleri üzerine bir takım isimler ve dualar okunur.Okunmuş kül daha sonra
sihir işlerin de kullanılır.Bu yolla da sihir yapılır.
2.Hüküm
Bazı alimlere göre sihir öğrenmek mübahdır. Eğer mubah olmasaydı yeryüzüne gönderilen melekler(Harut ve Marut)
onu öğretmezlerdi.Bu görüşü ehli sünnet alimleri ve F.Razi benimsemiştir.
Çoğu alimlere göre ise sihiri öğrenmek ve öğretmek haramdır.Zira kuran onu kötülemiş ve küfür saymıştır.
Buna rağmen nasıl helal olabilir.!
İnsanların maneviyatını helak eden yedi günahdan biridir.
bunlar ..Allaha şirk koşmak,sihir yapmak,haksız yere adam öldürmek,faiz alıp vermek,yetim malı yemek,
savaş alanından kaçmak.iffetli kadına zina iftirasın da bulunmak..
Alusi sihir öğrenmek ve öğretmekle ilgili ;
Sihir öğrenmek ve öğretmek mubahdır.
Zira alimler sihir ilmini öğrenmek ve öğretmenin helal olduğun da birleşmişlerdir.
İlim gerçekten şereflidir,cehalet den hayırlıdır.
Zümer 9 da"Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?"
buyurulmuştur.
Eğer sihir hakkında bilgi edinilmese ,mücize ile arasın da ki fark nasıl bilinecekti.
Buna dair ilimin öğrenilmesi nasıl haram olur.!
Bazı alimler:
Müftülerin sihir ilimini bilmeleri vacib dir,dediler.
Zira sihiri ile öldürmelerin olup olmadığını bilmesi için bu ilime dair bilgisi olması gerekir.
Bazı alimlere göre sihirin haram olması harama vesile olmasındandır.
Sihir ilminin öğrenilmesinin mubah olduğunu söyleyenler de hangi şey sihir hangi şey sihir hangi şey değil ancak
onu öğrenmekle mümkün olacağındandır.
3.Hüküm
Sihirbaz öldürülür mü?
Sihirin cin ve şeytanları büyültmek ve cenabı yaptığı şeyleri onlara isnad etmek şirktir.
Karı koca arasını ayırt etmeye amaclı sihirler ise büyük günahdır.
Hayal ettirmek ve eğlence ve hokkabazlık amaclı sihir ise mekruh işlerdir.
Ebu Bekir Cessasa göre sihirbazın öldürülmesi farzdır.
Bazı rivayet de ise sihirbaın kafir olduğu u rivayet delalet eder:
"Her kim falcıya,ğaibden haber verene ve sihirbaza giderek onlardan bir şeyler sorarlar
ve onların söyleiklerine inanarak tasdik ederse,kafir olur.
buyurulmaktadaır.
İmamı Ebu Hanifeye göre;
Eğer sihir yaptığı kesin olarak bilinirse yada sihir yaptığını açıklarsa sihirbaz,kim olursa olsun,tevbeye davet edilmeden öldürülür
Tevbe ettiğine de inanaılmaz.Önce bozup sonra düzelterek birleştiriyorum diyen sihirbaz da öldürülmesi mubahdır.
İbni Süccaya göre ise aralıklı olarak üç defa tevbeye davet edilir.Tevbe etmezse öldürülür.
İmamı Malik e göre:
Ancak yahudi ve hiristiyan sihirbazları müslümanlara zarar vermedikce öldürülmezler.
İmamı Şafiye göre:
Sihirbazın mücerred küfürüne hüküm verilemez.Ancak sihir ile adam öldürüp yada benim sihirim adam öldürür diye ikrar ederse
yada ben onu adam öldürmek için yaptım derse.Kısas gereği öldürülür.Benim sihirim bazen öldürür bazen öldürmez yada ikrar da bulunmazsa öldürülmez.
İamı Ahmed bin Malike göre:
Sihir yapan kimse adam öldürsün yada öldürmesin küfrüne hüküm edilir.
Tevbesi kabül edilip edilmeyeceği konusunda iki görüş vardır.
Ehli kitaptan olan sihirbaz müslümana zarar vermedikce ve bu isbat edilmedikce öldürülmez.
Teşri Hikmetleri:
Netice olarak sihir gerçekten vardır.Buna bağlı olarak cezası da vardır.Hikmeti ise kulların imtihanıdır.
Bütün varlıklar olduğu gibi yıldızlar ve insan ve cinler hepsi Allahın emrine tabiidir.Onların büyütülmesine
hizmet edecek davranış ve inanışlardan uzak durmak gerekir.
Allahın izini olmadan hiç bir şeyin olmayacağı ve onlara güç vehmetmenin şirk olacağı anlamına gelir.
Bundan kaçınmak gerek.
Sihirin hak olduğunu kabül etmeyenler ise bir ceza vermek de caiz görmemekteir.Zira suç tehakkuk etmemiştir.
Ancak basit işlerden olarak kabül edilir.Kandırmak amaçlu kullanmak ise günahdır.drler.
Sihir kafir olma ve islamdan çıkmaya vesile olacağından uzak durmak gerekir.
Hiç bir peyğamberi ve Süleyman a.s da sihir yapmaktan tenzih ederiz.
Süleyman a.s mın emrine verilenler Allahın emriyle verilmiştir..Sihir yoluyla değil..
[bSihir konusun da ]Elmalı Tefsirinden Alıntı,ilave edilmiştir[/b]
Hz. Süleyman'ın hükümdarlığı ve devleti bir müddet elinden çıkmıştı. Nihayet Allah'ın izni ve yardımıyla Süleyman Aleyhisselâm bunlara galip geldi ve üstünlük sağladı, hepsini hükmü altına alıp, tam anlamıyla kendisine bağlı olarak birtakım hizmetlerde kullandı ve o zaman bütün bu kitapları toplatarak tahtının altında bir mahzene kapattı. Hz. Süleyman'ın vefatından bir müddet sonra hakikati bilen âlimler de kalmayınca şeytanlardan insan suretinde birisi çıkıp "Ey insanlar! Bilmiş olunuz ki, Süleyman b. Davut, bir peygamber değil de bir sihirbaz idi, cinleri, şeytanları, rüzgarları hep sihirle büyüler ve kullanırdı. O neye erdi ise hep sihir bilgisi sayesinde erdi. İnanmazsanız, sakladığı kitaplarını bulur, anlarsınız." dedi, o kitapların saklı olduğu yeri gösterdi. Orayı açtılar, gerçekten de birçok kitap çıkardılar. O kitaplar sihir ve efsane kitapları idi. Bunun üzerine "Süleyman sihirbaz imiş, hükümetini sihir ile idare edermiş." diye yalan ve iftiralar yayılmaya başladı.
Diğer bazı müfessirlerin rivayetine göre, bu kitaplar Hz. Süleyman'ın vefatından sonra hazırlanıp oraya konmuş, birçoğunun üzerine Asaf b. Berhiya'nın ismi yazılmış ve onun eseriymiş gibi sahte imzalar atılmış, hile ve desise ile çoğaltılıp yayınlanmış "Süleyman'ın hükümranlığı aleyhine şeytanların uydurup ortaya sürdükleri şeylerin ardına düştüler." âyeti bütün bu şeytanlıklara işaret etmektedir. Zaten Mısır'dan beri İsrailoğulları arasında sihir ve hokkabazlık bilinirdi. Fakat durum bu sefer bambaşka bir renk almıştı: Bir taraftan siyasî ve ictimaî entrikalarla Süleyman (a.s.)'ın devleti aleyhine işletilmiş, diğer taraftan onun dünyayı hükmü altına alışı, bu sihir ilmi sayesinde gerçekleşmiştir diyerek, yine onun namına iftira edilerek sihir teşvik edilmeye çalışılmıştır. O derece ki, daha sonra gelen İsrailoğulları, ona bir peygamber değil de çok iyi sihirbaz olan bir hükümdar gözüyle bakarlarmış. Bundan dolayıdır ki, İsrailoğulları özellikle devletlerini kaybettikten sonra, diğer milletler arasında gizli yollarla bu çeşit yayınları teşvik ve terviç etmekten ve hüner şeklinde sihirbazlıkla meşgul olmaktan geri kalmıyorlardı. Ne zaman ki, Tevrat'ın haber verdiği şekilde bekledikleri son peygamber Hz. Muhammed gelip, Tevrat'ın aslındaki bilgi ve ilkeleri söz konusu etti, o zaman dönüp kendisiyle mücadeleye tutuştular. "Nübüvvet yoluyla buna itiraz edemeyiz, bununla başa çıkamayız, biz ne yapsak Cebrail kendisine haber veriyor." dediler ve Cebrail'e düşman oldular. Tevrat'ı da büsbütün arkalarına atarak sihir ve iftira yoluna saptılar, bu şeytancıl eserlere uymak suretiyle, "Süleyman, Muhammed'in dediği gibi bir peygamber değildi, sihirbaz bir hükümdardı, fakat yaptığı sihirleri
mucize gibi gösterirdi." diye ona iftiralar ettiler. Buna göre Hz. Süleyman'ın -haşâ- kâfir olması lazım geliyordu. Çünkü sihrin bu derecesinin küfür olduğunda şüphe yoktur. Halbuki Süleyman kâfir değildi, fakat önce ve sonra ona sihirbaz diyen o şeytanlar kâfir oldular, ki insanlara sihir öğretiyor, sihir tâlim ederek yoldan çıkarıyorlardı. Âyetin bu kısmı, sihir öğretmenin küfür olduğunu göstermektedir.
Sihir nedir? Esas lügat anlamıyla sihir, her ne olursa olsun, sebebi gizli olan ince şey demektir. Nitekim fecir vaktinin başlangıcına da ufuk çizgisinin inceliğinden dolayı "sîn"in fethi ile "sehar" denilir. Bu anlamda, yani sebebi gizli olan ince şeyleri bilmek ve tanımak anlamında sihrin küfür olmayacağı açıktır. Ancak dinî geleneklerdeki anlamıyla sihir sadece bu demek değildir. Sebebi gizli olmakla beraber, gerçeğin aksine tahayyül olunan yıldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey demektir. Halk dilinde de bu anlamda kullanılır; yani sihir denildiği zaman bu anlaşılır ve bu da çirkin bir şeydir. Çünkü bunda esrarengiz bir şekilde hakkı batıl, batılı hak; hakikati hayal, hayali hakikat diye göstermek vardır. Nitekim "İnsanların gözlerini sihirlediler." (A'râf, 7/116), "Sihirleri sayesinde ipleri ve sopaları onun hayalini büyüledi, çünkü onlar gerçekten yürüyor gibiydiler." (Tâhâ, 20/66) buyurulmaktadır. Bununla beraber özel olarak bazı övgüye değer şeyler ve gerçekler için iyi mânâda kullanıldığı da olur. Mesela; "Muhakkak ki, bazı güzel sözler sihirdir." hadis-i şerifinde dile geldiği gibi ki, buna "helal sihir" de denilir, üstelik caiz sayılır. Demek ki, esrarengiz, gizli sebep ile incelik, dış görünüşü itibariyle çekicilik ve bir de kötü maksat sihrin niteliğini belirler. Şu halde sihir, herşeyden önce kendi özünde bir harika değildir. Yani değişik şart ve sebeplere bağlı olarak alışılmışın tersine bizzat ilâhî iradeyle ortaya çıkan olaylardan değildir. Onun her halde teşebbüs olunacak bir özel sebebi vardır. Şu kadar ki, o sebep herkes için bilinmediğinden, olay bir harika gibi tahayyül olunmaktadır. Bunun içindir ki, sebebi herkes için bilinmeyen herhangi bir gerçek dahi, halkı aldatmak için kullanıldığı zaman bir anlamda sihir olur. Bu sebebin nazarî olarak açıklanabilir bir halde bulunması şart da değildir. Az çok taklit ile meydana getirilebilmesi de kafidir. Yaratılışta sebebi bilimsel olarak açıklanamayan alışılmış veya alışılmamış olağanüstü olaylar ve garip buluşlar ortaya koymak mutlak anlamıyla sihir olmaz. Fakat insanları aldatmak için bunlardan istifade etmeye kalkışıldığı ve bu suretle duygu ve düşüncelere etki edip dolandırıcılık yapılmaya çalışıldığı zaman bunlar da sihir özelliği kazanırlar. Bunun için imansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak sihrin
köküdür. Sihirbazlar ilimlerden, edebiyattan, felsefeden, teknolojiden, hatta tabiattaki garip ve acîp yaratılışlardan sû-i istimaller ve istismarlar yaparak yararlanmasını bilirler. Bu suretle gerçekleri gizlemek için yazılmış nice felsefeler, nice romanlar, nice tarih kılıklı hezeyanlar vardır. Vaktiyle hikmet ehli kimselerin "Sakın domuzların boynuna inci gerdanlıklar takmayın!" şeklindeki nasihatları, ilmî gerçekleri ve yüksek hakikatleri, bu gibilerin istismarından korumak içindi.
Buraya kadar gördüklerimizden de anlaşılıyor ki, sihir çeşitlerini belirlemek kolay değildir. Bununla beraber Fahreddin Râzî tefsirinde sihrin sekiz çeşidini saymıştır. Bazı açıklamalar ile oradaki bilgilerin özeti şöyledir:
1- "Gildânî Sihri" ki, semavî kuvvetlerle yeryüzüne ait güçlerin karışımı yoluyla meydana getirildiği söylenen ve tılsım adı verilen şeylerdir. Gildânîler eski bir kavim olup, yıldızlara taparlar ve bu yıldızların kâinattaki olayları yönetip yönlendirdiğine, hayır ile şerrin, mutluluk ile bedbahtlığın bunlardan kaynaklandığına inanırlardı. Bunların tılsım adı verilen bazı acaip şeyler yaptıkları söylenmektedir. İbrahim Peygamber, bunların bu batıl inançlarını düzeltmek için gönderilmişti ki, bunlar başlıca üç fırka idiler: Bir kısmı kâinatın ve yıldızların kadîm (öncesiz) olduğuna ve kendiliğinden var olmuş bulunduğuna kanî idiler ki, bunlar bilhassa "sâbie" adıyle tanınmış idiler. Zamanımızın deyimiyle kâinatın ezelî olduğuna inanan bir nevi materyalistler demektir. Anlaşıldığına göre gök ve tabiat bilimlerinde bir hayli ileri gitmişler ve bazı sanayi gariplikleri meydana getirebilmişlerdi. Diğer bir kısmı, feleklerin ulûhiyetine kâil olmuşlar ve her bir felek için bir heykel yapmışlar ve bunlara tapmışlardı. Üçüncü bir kısmı da feleklerin ve yıldızların üstünde ve ötesinde her şeyi yaratan fail-i muhtar (istediğini yapabilen) bir yüce yaratıcının varlığını kabul ederler, fakat o yüce yaratıcının, o yıldızlara bu âlemde etkileyici bir kuvvet bahşetmiş ve kâinatın yönetimi için onları görevlendirmiş bulunduğuna inanırlardı. Bu inanç şekli de çoğunlukla tabîiyyûn mezhebine (rabîiyyeciler = naturalizme) benzemektedir. Bize kalırsa, bu sihirde tabîiyyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş bazı garip özellikleri birleştirilerek uygulanmış olduğu anlaşılmaktadır.
2- Evham sahiplerinin ve kuvvetli kişilerin sihirleridir. Bunlar öyle sanırlar ki, insanın ruhu terbiye ve tasfiye ile kuvvetlenir ve tesir gücünü arttırır. İdraki, gizli kapalı şeyleri algılayacak derecede gelişir, iradesi de kendi dışında birtakım olayları etkileyecek derecede güçlenir. O zaman istediği birçok şeyleri yapar,
eşyada, canlılarda ve diğer insanlarda kendi bedenindeki gibi tasarruf eder. Hatta o dereceye varır ki, bir irade ile bünye ve şekilleri değiştirebilir: İsterse öldürür ve yeniden diriltir, varı yok, yoku var edebilir. Gerçekten de beden terbiyesi gibi ruh terbiyesinin de birçok faydası olduğu inkâr edilemez. Fakat ruhun bu derece güç kazanması, bir ilâhî ihsan olmadan, yalnızca çalışmayla elde edilebilir bir şey olduğunu farzetmek evhamdan öte bir şey değildir. Birtakım kimseler, riyazat, havas, rukye, muska, uzlet ve benzeri bazı yollara başvurarak, ruh ilminin bazı garip olayları ile uğraşırlar ki, manyatizma, hipnotizma, fakirizm ve diğerleri bu cümleden şeylerdir. Sihrin en aldatıcı ve en tehlikelisi de budur.
3- Ervah-ı ardıye (cinler)den yardım görme yoluyla yapılan sihirdir ki, azâim ve cincilik dedikleri şey budur. Mutezile ve son devir filozoflarından bazıları cinleri inkâr etmişlerse de bunlar kısa görüşlü ve inkârda aceleci kimselerdir. Sanki kâinatta ruhanî ve cismanî hiçbir gizli kuvvet kalmamış da hepsi keşfedilmiş ve sınırları belirlenmiş gibi "cinlerin aslı yoktur" diye inkârı bastırmak, ilmî bir davranış olamaz. Bu inkârcıların bir kısmına "dünyada daha bilmediğimiz gizli kapaklı nice tabiat kuvveti vardır" deseniz, bunlar "evet" demekte tereddüt etmezler de aynı mânâda olmak üzere "cin vardır" deseniz, hemen inkâr ederler. Bunun için filozofların büyükleri cinleri inkâr etmemiş ve "ervah-ı ardıye" adıyla anmışlardır. Fakat bunlarla belli sebepler altında insanların ilişki ve bağlantı sağlayıp sağlayamıyacakları ilmî bir şekilde tetkik edilip ortaya konmadan buna henüz hüküm verilemez. Lakin bundan dolayı bu yolla yapılan ve yapılacak sihirlerin varlığını inkâr değil, kabul etmek gerekir. Hatta bu günün ispirtizmacılarını bu cinlerden sayabiliriz. İşte sihrin en meşhurları buraya kadar saydığımız bu üç kısımdır.
4- Tahayyülât, yani gözü yanıltmak ve el çabukluğu denilen sihirlerdir ki, bunlara sihirden ziyade hokkabazlık ve şa'beze adı verilir. Bunun esası duyuları aldatmadır. Bu tıpkı vapurda ve trende giderken sahili hareket ediyor gibi görmeye benzer. Buna Arapça "ahız bil'uyûn", bizim dilimizde de "göz bağcılık" denilir. Bununla beraber göz bağcılığın daha gizli birtakım ruhî etkiler ile de ilişkisi olabilir.
5- Hiyel-i sanâyi ile yapılan, aletlerden istifade ederek acaip şeyler göstermek sûretiyle ortaya konan sihirdir ki, Firavun'un sihirbazları böyle yapmışlardı. Rivayet olunduğuna göre, bunların ipleri, değnekleri civa ile doldurulmuş, altlarından ısı verilince veya güneşin etkisiyle ısınmaya başlayınca ısınan ipler ve değnekler hemen harekete geçip kaymaya ve yürümeye başlarmış.
Zamanımızda fen ve tekniğin gelişmesi, gerek mekanik, gerek elektronik açıdan bunlara birçok misaller vermeye elverişlidir. Sinemalar bunun çok canlı bir misalidir. Bunların halk üzerindeki hayalî olan etkileri bir sihir tesirinden daha az değildir. Hele işin aslını bilmeyenler için...
6- Ecsam (cisimler) ve edviyenin, yani birtakım kimyasal maddelerin ve ilaçların kimyevî özelliklerinden yararlanarak yapılan sihirlerdir.
7- Ta'lik-i kalb (kalbi çelme) suretiyle yapılan sihirdir. Sihirbaz şarlatanlık yaparak, türlü türlü övünme ile kendini satarak, muhatabını kendine çeker, bir ümit veya korku altında onun kalbini çeler, kendine bağımlı kılar, duygu ve düşüncelerine etki ederek, telkin altına alır ve yapacağını yapar. "İsm-i azam duasını bilirim" der, "cin çağırırım" der, "kimya bilirim, simya bilirim" der, icabında hünerden, sanattan, paradan, kudretten, nüfuzdan, kerametten, ticaretten ve menfaatten bahseder, karşısındakini dolandırır. Telkin yoluyla kalbleri çelmenin işleri yürütmede, sırları gizlemede çok büyük tesiri vardır. En adisinden en maharetlisine kadar çeşitli dolandırıcılıklar hep buna bağlıdır. Sihrin öteki türlerinin etkili olması da aşağı yukarı sihirbazın bu konudaki becerisine bağlıdır denilebilir.
8- Nemmamlık (koğuculuk), gammazlık (fitnecilik) gibi el altından yürütülen gizli fitne ve tezvirat; akla, hayale gelmez bozgunculuk, vasıtalı veya doğrudan tahrikler ve aldatmalar ile yapılan sihirdir ki, halk arasında en bol ve en yaygın kısmı da budur.
Buraya kadar saydığımız sekiz kısım sihir, dönüp dolaşır iki esasta toplanır: Birincisi sırf yalan, dolan ve sadece saçmalama ve iğfal olan söz veya fiil ile etki yapan sihir, diğeri de az çok bir gerçeğin sû-i istimal edilmesiyle ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün niteliği, hayali hakikat zannettirecek şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir meydana getirmekten ibaret olduğu halde bunun bir kısmı tamamiyle hayal, diğer bir kısmı da bazı gerçeklerle karışıktır. Bundan dolayı her sihrin, gerçek tesirden büsbütün yoksun olduğunu iddia etmek doğru olmaz. Bu âyet-i kerimede her ikisine işaret için, öncekine , ikinciye de ve bu cümlesine atıfla buyurulmuştur. Yani bu şeytanlar sırf kendi uydurmaları olan sihri ve bir de Babil'deki Harut ve Marut adında iki meleğe indirileni, insanlara ve o zamanki İsrailoğulları'na ta'lim ediyor, öğretiyorlardı. İşte böyle yapmakla kâfir
olmuşlardı. Gerek mütekaddimînden, gerek müteahhirinden (eskilerden ve yenilerden) bazı tefsirciler bu ""yı nâfiye telakki edip, mânâyı da "Babil'de Harut ve Marut adındaki o iki meleğe sihirden bir şey indirilmedi, Harut ve Marut hikayesi de bu şeytanların uydurduğu bir yalandır." meâlinde göstermişlerdir. Âyetin aşağısındaki siyakı buna müsait olsa idi biz de bunu tercih ederdik, fakat siyak buna müsait görünmüyor, aykırı düşüyor. Şu halde biz de çoğunluğun açıklaması vechile "mâ" harfini mevsûl olarak alıyoruz ki, bu hem âyetin zahir (açık) ifadesine uygun düşmekte, hem de anladığımız kadarıyla derin hakikatleri içermektedir. Bu âyet evvela Harut ve Marut kıssasının özünü ve içyüzünü açıklıyor ve bunun hadd-i zatında bir sihir değil, ancak öğretim tarzı ve kötüye kullanılması cihetiyle sihir ve küfür olacağını anlatıyor. Nitekim "o iki meleğe indirilen şey" hakkında açıkça sihir tabiri kullanılmamış, ancak sihre atfedilmiştir. Bununla beraber bunun şeytanlar tarafından öğretim tarzının küfür olduğuna ve bundan özel bir sihir yapıldığına işaret kılınmıştır. Demek ki, "o iki meleğe indirilen" hadd-i zatında bir sihir değil, fakat fesat ehlinin elinde küfre vesile olabilecek bir şey iken, bu şeytanlar bunu yalnızca sihir için öğretmişlerdir. Halbuki Harut ile Marut bunu öğretecekleri zaman "Biz bir fitneyiz, yani bu öğreteceğimiz şeyler fitneye müsaittir ve kötüye kullanılması da küfürdür. Şu halde sakın sen bunu belleyip de küfre girme!" demedikçe ve bu yolda nasihat etmedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Gelişigüzel herkese belletmezler, sû-i istimalden, küfürden, sihirden yasaklarlardı. Bu şeytanlar ise öyle yapmadılar, tam aksine bunlarla herkese sihir öğretiyorlar.
Bu iki melek ve bunların öğrettikleri hakkında birçok sözler söylenmiş, çeşitli görüşler ve bahisler ortaya konmuştur. Bütün bunları görüp değerlendirdikten sonra bizim âyetten anladığımız şudur: Bilindiği gibi, meleklerin insanlara öğretileri ya vahiy veya ilham demektir. Harut ile Marut'un Cibrîl gibi vahiy meleklerinden olduklarına dair herhangi bir delil yoktur. Bilakis âyet bunları her şeyden önce bilgi getiren melekler değil, bilgi gönderilen melekler şeklinde gösterdiği için nüzulde aşağı derecedeki meleklerden oldukları açıktır. Şu halde öğretilerinin de peygamberlere gelen vahiy derecesinde olmayıp ilham cinsinden olduğu aşikardır. İlham ise herkese olabilir. Demek oluyor ki, eski bir medeniyet merkezi olan Bâbil şehri ahalisinden birtakım kimseler, iki şekilde, böyle iki ilahî kuvvet ile ilhama mazhar olmuşlar, bu sayede hilkatteki gizli sırlardan bazı harika ve acaip şeyler öğrenmişler ve öğrenirken bunların şerre de müsait olduğunu, şu halde kötüye kullanılmasının küfür olacağını da
öğrenmişlerdir. O halde bu iki meleğe indirilen ve Bâbil halkından bir çoğuna ilham yoluyla öğretilen bu şeyler hadd-i zatında sihir değil idi. Fakat sihir olarak da kullanılabilir ve böyle kullanılınca da katıksız küfür olurdu. Bunun için âyette bunun sihir olduğu ifade edilmiştir. Aslında her bilgi böyledir. Hadd-i zatında ilmin hepsi hürmete şâyandır. Fakat büyüklüğü ölçüsünde ve ilim olması bakımından hayra ve şerre müsaittir. İlim ne kadar derin ve ne kadar ince ve yüksek olursa, şer ve fitne ihtimali de o nisbette büyük olur. Bundan dolayıdır ki, hakikatin kendisi olan hak dini ve doğru yolu isbat ve destek için Allah tarafından lutfedilen mucizeler ve kerametler, diğer ilimler, hikmetler ve fenler bahane edilerek âlemde ne kadar küfürler, ilhad ve melanetler yayılmıştır. Aslında bunların hepsi küfür ve haram olan sihir cinsine dahil edilebilir. Bu ise ilmin, bizzat kendisindeki ilmî niteliğinden dolayı değil, ortaya çıkardığı pratik sonuçları dolayısıyladır. İlimler iyiye kullanılırsa zehirlerden ilaç yapılır, kötüye kullanıldığı takdirde de ilaçlardan zehir elde edilir. Hatta bundan dolayı, birçok din âlimleri, gerek bu âyetten, gerek genel olarak ilim hakkındaki diğer âyetlerden şu sonucu çıkarmışlardır: Özünde haram olan hiçbir ilim yoktur. Hatta şerrinden korunmak için sihir bile öğrenmek haram değildir. Ancak yapmak haramdır ve hatta küfürdür. Bunun öğretimi de bu şarta bağlı bulunmak gerekir. Nitekim âyette önce sihir öğretimi mutlak olarak küfür gibi gösterilmiş iken cümlesiyle bu mutlaklık şarta bağlanmıştır. Hasılı sihrin niteliği asıl pratik açıdan ve amelî bakımdandır ve sihir tatbikî bir ilimdir, bir şer ve tezvir sanatıdır. Bu sanat pratikte ve tatbikatta bazı hakiki bilgilere dayalı olabilir ve o bilgilerin kötüye kullanılması ile sihir yapılır. Mesela; bugün elektrik konusu önemli bir bilim dalı, çok önemli bir tekniktir. Bunun kötüye kullanılmasından ve şerre alet edilmesinden dolayı tatbikatta bundan birçok sihirler yapılabilir. Lakin bunun böyle olmasından dolayı, elektrik ilminin hadd-i zatında bir sihir olması lazım gelmez. İşte Babil'de Harut ile Marut'a ilham ile öğretilen şeyler de buna benzer şeyler olduğu anlaşılıyor. Bunun için âyette bunlar esasında meleklere mahsus kıymetli şeyler olarak gösterilmiş fakat öğretim ve öğrenim şekliyle ve uygulamasında fitneye de müsait bulunmasından dolayı şeytanî olan sihre dahil edilmiştir. Demek ki, sihir sırf şeytanî bir şeydir ve bu başlıca iki kısımdır: Birisi şeytanların sırf kendilerinden uydurdukları pisliklerdir. Diğeri ise Bâbil'deki gibi, esasında meleklere mahsus olan bazı yüce bilgilerle acaip tekniklerin şeytanca kötüye kullanılmasıdır.
Artık burada melekler sihir öğretir mi diye bir soru sormaya ve buna cevap aramaya yer yoktur. İşte bundan sakınmak için "mâ" yı nâfiye (olumsuz) yapmaya
lüzum yoktur ve bu âyetin siyakına da ters düşmektedir. Melek sihir öğretmez, fakat meleklerin hayır için öğrettikleri ve ilham ettikleri gerçekler, küfür ehlinin ve şeytanların elinde şer ve fitne çıkarmak için sihir olarak da kullanılabilir. Nitekim bunu evvela Bâbilliler yaptılar. Anlaşıldığı kadarıyla bunlar, bu iki meleğin ilhamiyle keşfedip belledikleri semavî ve arzî, ruhanî ve cismanî kuvvetleri ve bunların kaynaştırılmasından meydana gelen bazı teknikleri, yıldızlara ve tabiata isnad ederek küfre girdiler. Bu sebeple Gildanî sihri "tılsımat ve kalfatriyat" adıyle değişik bir sihir şekli olarak meşhur oldu. Sonra birtakım şeytanlar da Süleyman aleyhisselâmın devletine karşı, kısmen bunu, kısmen de kendi uydurdukları tezviratı izleyip uygulamışlar ve bu şekilde siyasî, içtimaî birçok fesatlar çevirmişler, hükümet ve devlet işleri için bu sihirleri bir ilim diye yaymış ve ona değer kazandırmışlar, bu suretle küfürlerini icra etmişlerdi. O zamanın İsrailoğulları bunları onlardan öğreniyorlardı ve milletler arasında bu sihirle uğraşmayı kendilerine bir yol, bir meslek edinmişlerdi. En nihayet Hz. Muhammed'in peygamberliği üzerine Kur'ân'ın i'cazı karşısında Allah'ın kitabını arkalarına atarak büsbütün bu şeytanlara uydular. Bu cümlenin bağlanmasında da ihtimalli vecihler vardır. Birçok tefsirci, bunu Harut ve Marut fırkasına bağlayarak zamirin bu iki meleğe, zamirini de 'den müstefad nasa, yani herkese göndermişlerdir. veya üzerine veya takdirinde cümlenin cümle üzerine atfedilmesiyle daha yukarıya atfedilmiş olduğu da zikredilmiştir. Lakin bizim tercihimiz bunun 'ye bağlı veya doğrudan doğruya cümlesi üzerine ma'tuf ve zamirinin ile ifadesine dönüşmüş olmasıdır ki, buna göre ortaya çıkan mânâ şudur: "Allah'ın kitabını arkalarına atıp, Süleyman'a karşı o şeytanların takip ettikleri şeylere uyan ehl-i kitabın bu fırkası, bu Yahudi zümresi, o kâfir şeytanların izlediği ve öğrettiği bu iki çeşit sihir kitaplarından karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlar." Bu tabir, sihrin en yüksek derecedeki tesirini ifade içindir. Yani bunlar bu yolla karı ile kocanın arasını bile ayırabilecek fesatlar çeviriyorlar, bu tesiri meydana getiren sihirlerle cemiyet içinde ne büyük fitneler çıkarılabileceğini artık siz kıyas ediniz. Karı ile kocanın arasını ayıranlar, bu kadar kuvvetli bir sevgi bağını kıranlar, bir topluma neler yapmazlar; komşular ve hemşehriler arasında ne fitneler çıkarıp, halkı birbirine mi düşürmezler? İhtilaller mi çıkarmazlar? Âyet bize gösteriyor ki, sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir; fikirleri bozar, kalbleri çeler, ahlâkı perişan eder, toplumların altını üstüne getirirler.
Şu halde sihrin aslı yoktur diye aldanmamalıdır. Ve böyle sihirbazlardan sakınmalıdır.
Bununla beraber bunları yapanlar, Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremezler. Çünkü gerçek tesir ne sihirde, ne sihirbazda, ne tabiatte, ne ruhta, ne yerde, ne gökte, ne şeytanda, ne melektedir. Hakiki müessir ancak ve ancak Allah'dır. Fayda ve zarar denilen şey de ancak O'nun izni ile meydana gelir. O halde her şeyden önce Allah'dan korkmalı ve Allah'a sığınmalıdır ve bunlara karşı koymak için de Allah'ın kitabına sarılmalıdır. Allah'ın kitabını arkalarına atan bu sihirbazlar çok iyi bilirler ki, Allah'ın kitabını verip de sihri satın alan bir kimsenin, elbette ahirette hiçbir nasibi yoktur. Bunun sonu açıkça hüsrandır. Celâlim hakkı için bunların, uğruna kendilerini sattıkları şey ne kötü şeydir, amma keşke bunu biliyor olsalardı. Gerçi bunlar sihrin sonunu ve onu yapan sihirbazın ahiretten nasibi olmadığını ve sihre aldananın sonunun sadece hüsran olduğunu bilirler. Fakat yine de bu bilgilerine uygun hareket etmedikleri için davranış biçimleri cahilanedir. Diğer taraftan ahiret nasipsizliğinin ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilmezler. Aslında sihrin asıl zararı başkalarından çok yapanlaradır. Ömürlerini nasıl çirkin şeylerle geçirdiklerini bilmezler.