MEVLİD KANDİLİ

#1 von Kurban , 02.01.2015 20:02

1.Mevlid:Doğum,doğum zamanı,doğum yeri anlamlarına gelir.Arapça “ve-le-de” kökünden türetilmiş olup Resulullah (s.a.v)in doğumuna,bununla ilgili yapılan merasimlere,yazılan eserlere ve Resulullah (s.a.v)in doğduğu eve de “mevlid”denilmektedir.Resulullah (s.a.v) Fil yılında,Rebiulevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi dünyaya gelmiştir.(İbn-i saad “Et-tabakatul Kübra,Beyrut,t.y.I,100-101)
Bu miladi takvime göre 571 yılının nisan ayının yirmisi olarak hesaplanmıştır.
Onun doğduğu ev Beytullahın doğusundaki safa tepesinin yanında mevlid sokağı diye adlandıralan yerdir.Mevlid Kandili 2015 ne zaman ve Mevlid Kandili müslümanlar için neden önemlidir? Mevlid Arapça'da "ve-le-de" kökünden türetilmiş bir kavramdır. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük Peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğum gününü bu yıl 2015, 2 Ocak Cuma gününü 3 Ocak Cumartesiye bağlayan gecede idrak edeceğiz.

Sevgili Peygamberimiz (sas)'in dünyaya teşrif ettikleri [20 Nisan 571 Pazartesi] Rabiülevvel ayının 12. gecesidir ki buna Mevlid–i Nebi [Kutlu Doğum] denir. Kâinat ve beşeriyetin yüzyıllardır yolunu gözlediği o Peygamberler Peygamberi'nin doğum günüdür bugün.Sözlükte “doğum yeri ve zamanı” manasına gelen “mevlid”, yaygın bir şekilde Fahr-i Kainat Efendimiz’in doğum zamanı olan miladî 571 yılının Rebiülevvel ayının 12. günü için kullanılır. Sahih rivayetlerle aktarıldığına göre bu gün pazartesi günüdür.
Nitekim İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: “Rasulullah s.a.v. pazartesi günü dünyaya geldi, ona pazartesi günü peygamberlik verildi, Mekke’den Medine’ye pazartesi günü hicret etti, Medine’ye girişi pazartesi günü oldu. Pazartesi günü de vefat etti.” (İbn Receb el-Hanbelî, Letâifü’l-Meârif)
Allah Rasulü s.a.v.’in dünyayı teşrif ettiği gün olan bu tarih, müslümanlar için bir sevinç vesilesi olmuş ve bu güne İslâm aleminde büyük ehemmiyet verilmiştir.

Hz. İbrahim'in duası, Hz. İsâ'nın müjdesi ve dedesi Abdülmuttalip ve annesi Âmine'nin rüyasıdır. Fil vak'ası onu haber verdi. Doğduğu gece irhasât denilen bir takım olağanüstü hâdiseler cereyan etti.

Dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan bir nur görüldü. Sâve Gölünün suları bir anda çekiliverdi. Ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanmakta olan ateşleri hiç sebepsiz sönüverdi.

Asırlardır kupkuru olan Semâve Vadisi, seller altında kaldı. Gökyüzünden onlarca yıldız kaydı. Kisrâ'nın saraylarından ondört burc kendiliğinden yıkıldı. Kâbe'deki putların pek çoğu baş aşağı devrildi.

Şeytân, ölesiye çığlık kopardı. Daha ne gizemli olaylar iç içe ve peş peşe yaşandı. Nasıl yaşanmasındı ki Kâinatın Efendisi, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Ahmed–i Mahmud–u Muhammed Mustafa (sas) dünyaya teşrif ediyorlardı. Bütün varlık O'nu ayakta karşılamıştı.

Doğum ânı öncesi hane–i saadetleri nurla doldu, yıldızlar evin üzerine salkım salkım dökülecekmiş gibi aktı. 96 Seher vaktiydi. Bir ara Âmine validemizin kulağına müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldu. Bir de ne görsün? Bembeyaz bir kuş peydahlandı ve yanına geldi; sonra da kanatlarıyla Âmine'nin sırtını sıvazladı. Ne korku kaldı, ne kaygı. Yine doğum öncesi başka bir nur gözüktü. Âmine'ye bu nur ile Şam'ın saray ve köşkleri gösterildi. Kendisine ak bir kâse içinde şerbet sunuldu. İçer içmez de muhteşem bir nur bulutu kendisini sardı.

Tam o esnada mukaddes doğum gerçekleşti. O sıra ebesi Şifa Hatun gizemli bir ses duydu: “Allah'ın rahmeti, Onun üzerine olsun!” diye. Hattâ Rum diyarının bazı sarayları bile görünmüştü kendisine. Maşrık ile mağrib arası nurlara boğulmuştu. Annesinin anlattığına göre: “Doğuda, batıda ve Kâbe"nin üzerinde bir bayrak gördüm. Doğum tamamlanmıştı. Yavruma baktım, secdedeydi. Parmağını da göğe kaldırmıştı. Hemen bir ak bulut inip onu kapladı. Şöyle bir ses işittim: "Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin. Tâ ki mahlukât Muhammed"i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar!" Biraz sonra da bulut gözden kaybolup gitti.”

Hz. Âdem'den başlayarak devirlerden devirlere, aileden aileye intikal ede ede gelen o Biricik Nur, artık vücud sahnesinde varlık bulmuştu.

Efendimiz'in “Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur.” dediği kendi Nur'u, beden giymiş, görünür hâle gelmişti. Her çocuk doğunca yere düşerken, o ise ellerini yere dayamış, önce secde edip sonra da başını ve parmağını semaya kaldırmıştı.

Doğduğunda sünnetli ve göbek bağı kesilmiş vaziyetteydi. Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında peygamberlik mührü “Hâtem–i Nübüvvet” vardı. Dedesi Abdülmuttalip adını Muhammed koymuştu. Övülen demekti. Zira onu Allah övmüştü; melekler, insanlar ve cinler de övecekti.

Sonra o Nur topunu alarak Kâbe"ye götürdü ve Allah'a duada bulundu: “Bana bu temiz çocuğu ihsan eden Allah'a hamdolsun!” dedi. Nasıl ki insanlara ve cinlere sonsuz mutluluğun yollarını gösterecek Nebi dünyaya teşrif edince bütün varlık ayağa kalkmıştı. Teşrifinden asırlar sonra da “Doğdu ol saatte ol Sultân–ı Dîl / Nûra gark oldu semâvât ü zemîn” –S.Çelebi– deyince mevlidhânlar, benzeri bir heyecanla Mü'minler “Hoş geldin ey Kutlu Nebi!” mânâsına ayağa kalkmaya devam ediyorlar. Bir edep anlayış ve göstergesi olan bu hürmet ve tazimlerini, O'na arz etmeye çalışıyorlar...


Resulullah (s.a.v) doğduğu gece bir takım mucizevi olaylar zuhur etmiş;
Kisranın sarayındaki burçlar çatlamış,bin yıldan beri yanmakta olan ateşgedelerindeki ateş sönmüştür.Ayrıca doğumu anında orada bulunan kadınlar da bir takım harikuladeliklere şahit olmuşlardı.Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib doğumundan yedi gün sonra Mekke de büyük bir ziyafet tertiplemiş ve çocuğa Arapların o güne kadar kullanmadıkları bir isim olan Muhammed ismini verdiğini ilan etmiştir.

Şimdi Mevlidin tarihçesi ile ilgili olarak bilgilenelim:

İslam dünyasında ilk mevlid merasimi Mısırda hüküm süren Fatimiler(910-1171) tarafından tertiplenmiştir.Bu merasimler saraya ait olup sadece devlet erkanı arasında cereyan etmekte idi.Fatimiler,Hz Ali r.a ve Fatıma r.a nın doğum günlerinde de mevlid merasimleri tertip ederlerdi.Sünni Müslümanlarda ilk mevlid merasimi hicri 604 yılında Selahaddin-i Eyyubinin eniştesi ve Erbil atabeyi Melik Muzaferuddin Gökbörü tarafından tertiplenmiştir.Uzun hazırlıklarla düzenlenen merasimler bütün halkı kapsayan bir şekilde düzenlenirdi.Muzaferuddin çevre bölgelerden Fakıh,sufi ve diğer alimleri Erbile çağırır ve kutlamalar debdebeli bir şekilde devam ederdi.Daha sonra değişikliğe uğrayarak Mekkede de mevlid merasimleri tertiplenmeye başlanmıştır.Mekke ve Medine den sonra mevlid merasimleri İslam coğrafyasının her tarafında birbirinden farklı şekilde tertiplenmeye başlanmış ve bu bugüne kadar sürekliliğini korumuştur.Mevlid kutlamalarını resmî manada ilk başlatan kişi Erbil hükümdarı (Selâhaddin-i Eyyûbî’nin kayınpe-deri) Begteginli Muzafferüddin Kökböri’dir. Bu padişahın mevlid törenlerinde 5000 baş pişmiş koyun, 10.000 tavuk, 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva bulunduğu nakledilmiştir. Mevlid ayı geneline yayılan bu resmî törenler halk için bir şükür ve sevinç vesilesi olmuştur. Muzafferüddin Kökböri bu kutlamaları ilk olarak tasavvuf erbabında görmüş ve bunun üzerine resmî kutlamaya başlamıştır.

Memlükler döneminde de Mısır’da bu resmî kutlamalara devam edilmiş ve büyük ehemmiyet verilmiştir.

Osmanlılarda Mevlid ilk defa III.Murat zamanında 1588 de resmi hale getirildi.Merasimler belirlenmiş teşrifat kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir,ayrıca önceleri Ayasofya camiinde sonraları ise Sultan Ahmet camiin de yapılan merasimlere devlet erkanıyla birlikte halkta katılırdı.Bu resmi kutlamalar daha sonraları Diyanet aracılığıyla radyo ve tv lerde aynen sürdürülmüştür.Resulullah s.a.v in doğumunu ve hayatını medh ve sena eden mevlid adını taşıyan bir çok eserler kaleme alınmıştır.Bu eserler daha sonra mevlid merasimlerinde Mevlidhanlar tarafından Teğanni ile okunmaya başlanmıştır.Bunların Türkçe de en meşhur olanı Süleyman Çelebinin “Vesiletün Necat”adındaki mevlididir.Arap ve Türk edebiyatında mevlid türü eserler iyice yer etmesine rağmen İran edebiyatında bu tür bir eser kaleme alınmamıştır.İlk zamanlar sırf Resulullah s.a.v in doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan mevlid,sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rastgele zamanlarda okunur olmuştur.Kandil gecelerinde ölülerin ardından kırkıncı elliikinci gecelerinde sene-i devriyelerinde de mevlidler okunmaya başlanmıştır.(1)
Bu Gece Ne Yapalıyız?
Peygamber s.a.v in doğumu pazartesi günü,Medineye varışı pazartesi günü,vefatı pazartesi olduğu için her senenin Rebiulevvel ayının ilk pazartesi gününde onun mevlidini ihya etmek,şemail-i şerifini hatırlamak,siyer-i şerifini okumak,azametini zihninde ihtizar ederek ittiba için ahlakını öğrenmek müstehabtır.Bu itibarla bir çok aşıklar mevlidler yazmışlardır.Mevlid okumak huzurla dinlemek bid’at değil müstehabtır.Bid’at sayanlar lakaydlıkla mevlidi dinleyen okuyup okuttukları halde hikmetinden feyz u bereketinden mahrum olanlar gibi mahrumdurlar.(2)

Her ne kadar bazıları mevlid için bid’at tir dese de bidat-ı hasenedir.Sonradan ortaya çıkmış güzel bir adettir.Niyet çok önemlidir.Allah cc buna bakar.Bu gece bizler okuyacağımız salavatlar,kılacağımız kaza namazları,okuyacağımız kur’anla, mevlidimizle,Rabbimize yapacağımız münacatlarla(Dua) iltica etmaliyiz.

Yaratılış gayesi Allah'ı bilip tanımak ve O'na layıkı vechiyle kul olmak olan insanoğlu, tarihin bazı dönemlerinde Peygamberlerin üstün gayretleri ve rehberliği sayesinde tevhid akidesine bağlı kalmış, bazan da zulüm ve haksızlığa dalarak dalalete düşmüştür. Bu gibi durumlarda Cenab-ı Hak Peygamberlerle insanların yardımına yetişmiştir. İşte milâdî 7.asırda da dünyanın her tarafı zulümler, karanlıklar ve sapıklıklar içindeydi. Öyle ki, insan ya vahşi, zalim, merhametsiz ve kaba bir mahluk, yahut esir, mazlum ve mağdur bir varlıktı. Dağdan getirdiği odun parçasını yontarak tanrı ediniyor, kendi eliyle yoğurup şekil verdiği helvayı put yaptıktan sonra acıkınca yiyordu. O zamanın Arabistanında her şey aslî hüviyetinden uzaklaştırılmış, içki korkunç bir alışkanlık haline gelmiş, yalancılık ve dolandırıcılık alabildiğine yayılmış, faiz alıp vermek servetleri sömürme noktasına varmış, kabalık ve zulüm, çocukları diri diri toprağa gömecek ve mini mini yavruları hunharca katledecek seviyeye ulaşmıştı.


O Günün insanlarının Durumu
2.İnsanlık küfrün bu karanlık çağında kötülükleri iyiliğe, fesadı sulha çevirecek, insanların ruhlarında filizlenen fesat tohumlarını söküp atarak yerine fazilet, iyilik ve Allah korkusu yerleştirecek bir kurtarıcı bekliyordu. Nihayet beklenen nûr bütün mahlukatın varlık sebebi,
Nebiler silsilesinin son halkası, Seyyidü'l-Kevneyn, Rasûlû's-Sekaleyn, İmâmü'l-Harameyn, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) milâdî 571 senesinin Rabîulevvel ayının 12. Pazartesi gecesi sabaha karşı dünyamızı şereflendirdiler. Bu teşrifle kainattaki bütün varlıkların sürura gark olduğunu ve ona arzı hürmette bulunduğunu Mevlid müellifi Merhum Süleyman Çelebi şu mısralarla dile getirir.
Cümle zerrat-ı cihan edüp nida
Çağrişu ben dediler kim merhaba
Merhaba ey âl i sultân merhabâ,
Merhaba ey kân-i irfan rnerhaba.
Merhaba ey sırr ı furkân merhabâ;
Merhaba ey derde derman merhaba,
Merhaba ey Rahmeten lil-âlemin,
Merhaba sensin şefiu'l müznibin
O'nun doğumuyla bu âlemde Allah'ın rahmet ve bereketi dolup taştı. Geceler ve gündüzler renk değiştirdi. Duygular ve düşünceler derinleşti. Sözler, sohbetler ve lezzetler enginleşti. Nura hasret çeken gönüller huzura erdi. Her şey ayrı bir mana, ayrı bir letafet kazandı
Yani, "Bahçıvan gül bahçesini sulamak için boş yere zahmet çekmesin.
Zira, bin tane gül bahçesi sulasa, ya Rasulallah yine de senin yüzün gibi bir gül hiçbir zaman açılmaz."
O güller gülünün bu ulvi teşrifi ile her şeyin akışı değişti. Rahmet tecellisi inci taneleri gibi kainata serpildi. Putlar sarsılarak yere devrildi.
Kisraların saraylarındaki sütunlar ve kuleler yıkıldı. Mecusilerin 1000 yıllık ateşleri söndü. Save gölü buharlaştı, Bütün zulüm ve küfür bataklıkları kurudu ve O'nun nuru kainatı aydınlatmaya başladı.
Ne mutlu gönlünü onun aydınlığına açanlara. Ne mutlu ona layık ümmet olup, onun izinde olanlara. Ne mutlu, ne mutlu ve ne mutlu o bahtiyarlara.
"Allah ve melekleri, Peygambere çok salevat getirirler. Ey Mü'minler! Siz de O'na salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selamlayın O'nu" (33/56)
O’nun (as) gönderiliş gayesini yüce rabbimiz Kur’ân’ı Kerimde şöyle açıklıyor; :“Andolsun Allah, kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.Al-i İmran 3/164
3.Süleyman Çelebi Hazretleri, Mevlidini Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) Efendimiz’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu isbat etmek üzere yazmıştır. Buna lüzüm görmesine Bursa’da İranlı bir vaiz’in Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem)’in diğer peygamberlerden farklı olmadığını ileri süren cahilce sözleri sebep olmuştur.

Bursa’da bir vaiz camide vaaz ettiği sırada “Biz onun (Allâh’ın) peygamberlerinden hiç birini öbürlerinin arasından ayırmayız hepsine inanırız.” (Bakara 285) ayetini tefsir ederken, peygamberler arasında hiçbir fark olmadığını kendisinin bu ayet gereğince Muhammed (Sallallâhu Aleyhi Vesellem)’i Hazreti İsa (Aleyhis-selâm)’dan üstün görmediğini söyler. Cemaat arasında bulunan Allah Resulü’nün gerçek aşık ve sadıklarından bilgili ve dini gayret sahibi bir arap buna itiraz eder. Kuvvetli ve kesin deliller ortaya koyarak bu ayete verilen mananın yanlış olduğunu söyler ve derki:

“Hey nâdan ve cahil sen tefsir ilminde yayasın. Peygamberler arasında fark yoktur demekten murad, Resullük ve Nebilik bakımındandır. Yoksa mertebe ve fazilet bakımından değildir. Eğer bu bakımdan olsaydı ‘O peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık’ (Bakara 253) ayetinin manası nasıl uygun düşerdi.”

Fakat şehir halkı vaiz tarafını tutar. Bunun üzerine bu zat arap vilayetlerine Mısır ve Halep’e giderek kendi görüşünün lehinde altı kere fetva getirse de vaiz sözünde ısrar eder. Ancak vaizi yedincisinde yenmek mümkün olur.

Bu tartışma cemaat arasında bölünmelere yol açmış, her iki tarafı da tutanlar olmuştur. Süleyman Çelebi’de bu tartışmalara şahit olmuş, Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem)’ in fazilet ve mertebesinin iyice anlaşılması ve yanlış bazı fikirlerin önlenmesi bakımından bir eser yazmanın yerinde olacağı kanatine varmıştır. İşte onun şu beyitleri bu olayı doğrular boyuttadır.

Ölmeyip İsa göğe bulduğu yol

Ümmetinden olmak için idi ol

Dahi hem Musa elindeki Âsa

Oldu anın izzetine oldu ejderha

Çok temenniler kıldılar Hakk’dan bunlar

Kim Muhammed ümmetinden olalar

Gerçi bunlar dahi mürsel durur,

Lâkin Ahmed efdal ü ekmel durur

Zîra efdallığa ol elyak durur

Anı öyle bilmeyen ahmak durur

Bu beyitler de Süleyman Çelebi Hazretleri, İsa (Aleyhis-selâm)’ın göğe yükseltilmesini ileride gelecek olan Muhammed (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) ümmetinden olmak arzusuna bağlamaktadır. Musa (Aleyhis-selâm)’ın Asa’sının yılan haline gelmesi onun şerefi’nin yüceliğine delalet ettiğini ve nice peygamberlerin onun ümmetinden olmak için Allâh’tan temennilerde bulunduklarını hepsinin Allah tarafından gönderildikleri halde Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem)’in onlardan daha faziletli ve daha mükemmel olduğunu beyan etmektedir.

Bu olay kaynakların ekserisinde belirtilen bir hâdisedir. Ayrıca İranlı vaizin batiniliğinden de bahsedilmektedir. Ehl-i Sünnet olduğu bilinen Süleyman Çelebi’nin ona mal edilen Ehl-i Sünnet inançları dışına düşen parçaları kaleme alamayacağı hususu bu vesileyle belirmiş bulunmaktadır.[1]

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i yazmasındaki ikinci gaye: Ehl-i Sünnet akidesini yıkmak isteyenlerin ve bâtinilik propagandası yapanların tesirini azaltmak, hatta ortadan kaldırmaktır.

Osmanlı imparatorluğunun zayıf sayılabilecek bir devrinde (Fetretten yeni çıkdığı bir sırada) siyasi, fikri, dini her türlü cereyanların kaynaştığı ve etrafı karıştırdığı bir zamanda Süleyman Çelebi, Ehl-i Sünnet tarafını tutmuş ve devletin yıkılmasını önlemekte yardımcı olmuştur.

Süleyman Çelebi, itikat meselelerinde ve diğer hususlarda hep Ehl-i Sünnet görüşünü ortaya koymuş ve eserinde baştan sona Ehl-i Sünnet akîdesinin müdafasını yapmıştır.

Tarihçilerin belirttiğine göre, Osmanlı imparatorluğu Ehl-i Sünnet akidesini yaymak ve batıl mezeplerin yayılmasını önlemek için Mevlid’e çok önem vermişler, Osmanlı padişahları, şeyhul islam’lar ve o zamanın meşhur alimleri bizzat bu Mevlid merasimlerine katılmışlar ve kendileride Mevlid cemiyetleri düzenlemişlerdir.
Eskiden beri ve bugün Mevlid olarak tanınan ve şöhret bulan eserin asıl adı Vesîlet-ün Necât (kurtuluş sebebi) ‘tır. Süleyman Çelebi bunu kitabın sonunda şu beyitlerle açıklamaktadır

İşbu kan-ı şehd ki şirindir tadı

Bil Vesilt’ün Necât oldu adı

Vesilet’ün Necât h. 812 m. 1409-1410 yılında yazılmıştır. Bu hususta herhangi bir terettüt yoktur. Eserin son bölümünde şu beyitler bulunmaktadır.

Hem sekiz yüz on ikide tarihi

Bursada oldu tamam bu ey ahi
Bir kitap da Süleyman Çelebi’nin bu eserini kaç yaşındayken ve hangi tarihte yazdığını şöyle açıklıyor:
Raif yelkenci nüshalarının ikisinde de mevcut olan: “Erişti şarstluk u olduk koca” mısrasının Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i altmış yaşında yazdığını, bu eserin 812 de kaleme alınmış olduğu bilindiğine göre de doğum tarihinin 752 olabileceğini söylemiştir.

 
Kurban
Beiträge: 1.007
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 02.01.2015 | Top

   

Mevlid Kandili Duası
Prof. Dr. Nevzat Tarhan kişisel web sitesinde üzerinde çok tartışılacak bir konuya temas etti. İşte Prof. Nevzat Tarhan'ın "Bed

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz