Islam da Adalet

#1 von Müderrisim Hoca ( Gast ) , 12.11.2011 18:20

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

İSLAMDA ADALET
Arapça bir kelime olan Adalet, A-de-le fiilinden bir mastar olup doğru
olmak, doğru davranmak, aynı düzeyde yapmak, düzenli ve dengeli davranma,
herşeyin ve herkesin hakkını vermek, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu
tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf, eşitlik, tarafsız hüküm, hak
gözetme, hakkı yerine getirme gibi anlamlara gelir. Diğer bir anlamı ise:
“İtikatta, amel ve ahlakta ifratla tefrit arasında yani itidal noktasında,
orta yolda olan demektir.” Bazıları da: “Adil: İnsan kemâlatının üç esasını
yani hikmet, şecaat, iffeti kendinde toplayan kimsedir.” derler. Bu kadar
geniş kapsamı olan adaletin zıddı zulüm, gadr (ihanet, ahde vefasızlık),
insafsızlıktır.
Adalet daha çok Hakk-hukuk ve kıst (insaf ve merhametle, adilce verilmiş,
bölüşülmüş nasip) kavramlarıyla birlikte kullanılır.
Yine İslam’da adalet, hukuk önünde herkese adilce, eşit bir şekilde
davranmayı kapsar. İslam bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı
olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve
heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık
bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayrımı gözetmemiş, kuvvetli zayıf
farkını gözönüne almamış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslam,
toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler
koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاءَ
لِلَّهِ وَلَوْ عَلَى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَاْلاَقْرَبِينَ اِنْ
يَكُنْ غَنِيًّا اَوْ فَقِيرًا فَاللهُ اَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُوا
الْهَوَى اَنْ تَعْدِلُوا وَاِنْ تَلْوُا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللهَ كَانَ
بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“Ey iman edenler, adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenlerden
olun. Kendinizin ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahidlik ettiğiniz
kimseler) zengin veya fakirde olsalar adaletten ayrılmayın. Çünkü Allah
ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve
hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.” (En-Nisa; 4/135)
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim adalet olgusuna tevhid, İslam, takva, salih
amel ve ibadet kadar önem verir. Hatta Kur’an’a göre bütün ilâhî öğretiler
son tahlilde insanlararası ilişkilerde adaleti tesis etmeye yöneliktir.
Adil olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah’ın rızasına ve İslam’a
uygun değildir. Çünkü Allah herşeyden evvel bir şeye hüküm verildiği zaman
adaletle hükmedilmesini ister. اِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ
وَاْلاِحْسَانِ وَاِيتَائِ ذِى الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ
وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْىِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Şüphe yok ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert
olmayı emredip, çirkin olan kötü görünen şeylerle, haksızlığı ve
taşkın-lığı yasaklıyor ve size böylece düşünesiniz diye öğüt veriyor.
(Nahl/90) Anlaşmazlığa düşen iki topluluk arasındaفَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا
بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُوآ اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
O halde mü’minler içinden iki gurup çatışırsa veya savaşa girişirse, onlar
arasın-da barışı sağlayın.
(Hucurat/9), insanlar arasında vûku bulacak anlaşmazlıkların giderilmesinde

اِنَّ اللهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا اْلاَمَانَاتِ اِلَى اَهْلِهَا
وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ اِنَّ اللهَ
نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِهِ اِنَّ اللهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve her ne zaman
insanlar arasında hüküm verecek olursanız, adaletle hükmetmenizi emreder.
Evet Allah size ne güzel öğüt veriyor. Allah mutlaka herşeyi işiten ve
herşeyi görendir.
(Nisa/58), her türlü borç, vade, alışveriş, ticaret ve şahitlikte
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوآ اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلَى اَجَلٍ
مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كاَتِبٌ
بِالْعَدْلِ(Bakara/282), ,
Ey iman edenler! Ne zaman belli bir vade ile borç verir ve alırsanız,
yazıyla tesbit edin. Bir yazıcı tarafsız olarak onu yazsın.
kadınlara karşı takınılacak tutumun belirlenmesindeوَلَنْ تَسْتَطِيعُوا
اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ (Nisa/129),
Ne kadar isteseniz de, eşlerinize adaletle davranmak elinizde değildir.
adalet ve hukukun korunması ve hayata geçirilmesi için vazgeçilemez bir
ilkedir.
Yine İslam’a göre kişiyi ve grupları adaletten saptıran ana faktör kişi
veya grubun kendi istek ve tutkusunu ön plana geçirmesi فَلاَ تَتَّبِعُوا
الْهَوَىHislerinize uyup, adaletten şaşmayın
(Nisa/135), Allah’ın gösterdiği şekilde karar vermeyi, ihmal etmesidir.
İlahî hukukun öngördüğü ilke, kural ve hükümlere riayet, adaletin
tecellisinin mümkün olan tek yolu ve teminatıdır.
Yine Allah, insanı nasıl adl üzere yarattıysa onunda yeryüzünde adl üzere
davranmasını, yani her zaman koyduğu mizana uygun hareket etmesini ister:
“Allah adl ile emreden.” (Nahl/90); “İnsanlar arasında adl ile
hükmolunmasını emreder.” (Nisa/58). Adalet mülkün, hükümetin temelidir,
alemin nizamı “amel ve itaatte miktarı vacip olan ahlaki bir fazilettir.
Adlin başı tevhiddir. Çünkü ancak tevhid üzere olunduğu zaman adalet
gerçekleşir. Madem ki kainattaki mizanı belirleyen ve insan hayatı içinde
bir mizan koyan Allah’tır, o halde insan tevhid üzere yaşayıp Allah’ın
mizanına uyarak adlde bulunabilir. İlahî ölçülere uyarak herşeyin hakkını
verebilir.
Yeryüzündeki beşerî sistemlerin hiçbirisi düşmanlara ve nefret edilen
insanlara karşı İslam’ın kefil olduğu mutlak adaleti sağlayamaz. Çünkü
İslam, kendisine inananları bu konuda sadece Allah için hareket etmelerini,
aralarındaki münasebetlerini Allah’ın rızasına uygun bir şekilde
ayarlamalarını ve yine Allah için doğru şahitler olmasını istemektedir. Bu
esaslar bu dinin bütün insanlık için son din ve mükemmel bir nizam
olduğunu, adaletinden inanan inanmayan bütün insanların yararlanmasını
öngören üstün bir hukuk ve yönetim biçimi olduğunu ifadeye yeterlidir.
Adaletin İslam toplumunda/yönetiminde muhakemelerde ve insanlar arası
ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması önemli bir hedeftir. İslam tarihi bu
hedefi tutturmuş yüce şahsiyetlerle doludur.misal
Hadis kitaplarından Et-Tacdaki bir başlık aynen şöyledir:
– El-adlü esasül- mülk!
Biz bu Arapça anlatımı bugün başımızın üstüne Türkçe levha olarak asmış,
iftiharla okumaktayız:
– Adalet mülkün temelidir.
Ama sadece okumakta mıyız, yoksa bazen uygulamasını da yapıyor muyuz,
takdir size aittir.
Bunun tarihteki uygulamasını ibretle, takdirle temaşa etmekteyiz.
İsterseniz birlikte bakalım Sadr-ı İslâm Hazreti Ömer tarihindeki şu
uygulamaya:
Halktan biri olan Übey bin Kaab, Halifeden şikâyetçidir.
Akla gelen, sıradan bir adam devletin başından şikâyetçi olabilir mi? Çünkü
o devirde diğer devletlerin hiçbirinde halktan biri devletin başından
şikâyetçi olamaz. Hele mahkemeye hiç veremezdi. Çünkü zaman ortaçağdı.
Ama halife Ömerin adalet anlayışında bu mümkündür.
İşte Übey bin Kaab da şikâyetini yapmıştır bile hakim Zeyd bin Sabite.
Neden şikâyetini yapmıştır? Çünkü halifeyle önceden tartışmışlar,
anlaşamamışlar. Her ikisi de kendisinin haklı olduğunu ileri sürmektedir.
Bu durumda geriye adaletten başka müracaat yeri kalmamıştır. Bu yüzden
halife yol göstermiştir.
– Buyur adalete müracaat et, şikâyetini yap!
Bu sebeple şikâyetini yapmıştır Übey bin Kaab.
Nitekim adalet adına çağrıldığı mahkemeye gider halife. Salonda hakim Zeyd
bin Sabiti görünce ona doğru ilerler. Zeyd ise devletin başının kendisine
doğru gelişine ayağa kalkarak karşılık verip hürmet göstermek ister. Ne var
ki bu hürmet hali halife tarafından müthiş bir ikazla durdurulur. Halife
tarihe geçen meşhur çıkışını ayaktaki hakime şu sözleriyle yapar:
– Adalet hiç kimseye ayağa kalkmaz. Ama herkes adalete ayağa kalkmalıdır.
İlave eder:
– Sen otur, biz senin huzurunda eşit şekilde ayakta muhakeme olalım.
Ve devletin başı halktan biriyle yan yana muhakeme olur hakim Zeyd bin
Sabitin huzurunda.
Bir ara davacı Übey, ortaya koyduğu iddiasını ispatlayamadığından yemin
teklif etmek ister. Zeyd bin Sabit ise buna itiraz eder:
– Karşındaki sıradan kimse değildir, devletin başı Halife-i Müslimindir.
Yalan söyler mi ki yemin teklif etmeyi istiyorsun?
Halifeden buna da sert bir ikaz gelir:
– Senin huzurunda sıradan biriyle halife eşit olmadıkça âdil olamazsın.
Adalette herkesten ne isteniyorsa halifeden de o istenecektir. Aksi
takdirde adalete nüfuzlu insanların gölgesi düşmüş olur!..
Evet, durum saadet asrında öyleydi. Ya bugün? Füze çağında nasıl?
İBRETLİ DAVA.
Fatihin atamış olduğu İstanbul kadısı Hızır Bey yorucu bir günün ardından
gitme hazırlığı içindedir. Ancak kapı önünde dolaşan tedirgin gölgenin
farkına varır. Birisi eşikte eyleşmekte gidip gidip dönmektedir. Mübârek
ansızın kapıyı açar “Buyurun!” der. Adamcağız yakalanmışlığın pişmanlığı
ile girer içeri. Kılık kıyafetine bakılırsa Hıristiyan tebâdan biridir.
Ancak yüce veli onu güler yüzle karşılar, yer gösterir. Hatta bakar hâlâ
mütereddit elceğizi ile cezve sürer mangala. Adamcağız fincanı zor tutar
zira eli kolu sarılıdır. Hızır bey sorar:
-Eline n’oldu?
-Kırdırdılar efendim.
-Kim kırdırdı?
-Sultanımız!
-Öyle bir hakkı var mıymış?
-Bilmiyorum efendim.
-Mevzû ne peki!
-Ben mimarım efendim. Evet, Sultanımıza kubbeleri Ayasofya’dan geniş ve
yüksek bir cami yapabileceğimi vaâd ettim ama...
Hızır Bey gerisini dinlemez. Adamlarına “Gidin getirin” der “Şunu!”
Mimarın dudakları uçuklamak üzeredir. “Getirin şunu” dediği üç kıtaya
yayılan bir imparatorluğun hünkârıdır. Halbuki Avrupa’da derebeyleri bile
yargılanamaz. Hele böyle akşamın alacasında apar topar mahkemeye çekmek
kimin haddine.
SEN MURAT OĞLU MEHMED!
Çok geçmez Fatih adamlarıyla görünür. Sanki o gül yüzlü Hızır Bey gitmiş
yerinde başkası peydahlanmıştır. Çehresi gergindir, devlet erkânını eşikte
durdurur. “Siz şurada bekleyeceksiniz!” der, Fatih’e kapıyı gösterir: “Sen
gir içeri!” Bu ne heybettir ya Rabbi! Sultan Mehmed’in benzi solar. Dizleri
tutmaz olur. Sedire doğru yönelir, tam oturmak üzeredir ki Hızır Bey
azarlayan bir ses tonuyla “Oturma! Madem ki hasmın ayakta, sen de ayakta
durmalısın!”
Ve silbaştan meseleyi dinler. Görünüşe bakılırsa Fatih haklıdır. Padişah
“Olacak şey mi yani?” der, “Bu adam sırf taâssubuna yenildiği için
inşaatımızı baltaladı. Binbir zorluk ve onca masrafla taa Mısır’dan
getirttiğimiz sütunları budadı ve Ayasofya’dan daha geniş ve yüksek bir
kubbe nasip olmadı bize. Halbuki anlaşmamıza göre...”
Hızır bey orasını hiç dinlemez. “İnşaat ayrı bir dava konusu” der, “Şimdi
söyle bakalım! Sen Murat oğlu Mehmed, bu zımminin elini kırdırdın mı,
kırdırmadın mı?
Sultan gözlerini yere diker.
-Efendim inanın ben buna “elin kırılsın!” dedim, adamlarım “eli kırılsın!”
anlamışlar.
-Peki bu elin vebâli kimedir?
Fatih cevap vermez, başını önüne eğer. Çocuk gibi dudaklarını ısırır. Hızır
Bey kitabı kapar, hükmü açıklar.
-Şimdi sana kısas lâzım. Bileğini kırdırsam gerek.
Padişah gayri ihtiyari eline bakar, kararlı bir ifadeyle fısıldar “Buna
hazırım!”
Mimar ağlamaklıdır. “Sakın ha!” diye bağırarak Fatih’in önüne geçer. “Ben
davamdan vazgeçtim!” Eh Fatih de altında kalmaz tabii, ona ömrü boyu
yetecek kadar dünyalık verir. Netice tatlıya bağlanır.
Fatih Hızır Bey’e hassaten teşekkür eder. “Adaletine hayran kaldım!” der.
Sonra kaftanının altındaki kılıcı gösterir ve “Eğer” der, “Bana farklı
muamele yapaydın, inan seni doğrardım!”
Hızır Bey, mânâlı mânâlı gülümser, “Eğer” der, “Sen dahi sultanlığına
güvenip iltimas isteseydin...” Cümlesini tamamlamaz, hatta başladığına
pişman olur. Tam “Neyse” deyip, dönecektir ki pelerininin altından fırlayan
iki aslan Sultan’ın karşısına dikilir, öfkeli öfkeli eşinirler. Sonra öyle
bir kükrerler ki Fatih’in dudakları uçuklar.
Genç Sultan Hızır Beyin ilmini iyi bilir, ama hâl ehli olduğunu orada
öğrenir. O günden sonra eşiğine baş koyar ve kazanır.
Peki Mimar mı? Adamcağız şaşkına döner. Ağlamakla gülmek arasında gelir
gider. Şimdi rüzgara tutulan yaprak gibidir. “Vallahi kırılan koluma
seviniyorum” der, “bana yolumu gösterdi!” Oracıkda Kelime-i Şehadet getirir
ve Hızır Bey’e talebe olur.
Fatihin atamış olduğu İstanbul kadısı Hızır Bey yorucu bir günün ardından
gitme hazırlığı içindedir. Ancak kapı önünde dolaşan tedirgin gölgenin
farkına varır. Birisi eşikte eyleşmekte gidip gidip dönmektedir. Mübârek
ansızın kapıyı açar “Buyurun!” der. Adamcağız yakalanmışlığın pişmanlığı
ile girer içeri. Kılık kıyafetine bakılırsa Hıristiyan tebâdan biridir.
Ancak yüce veli onu güler yüzle karşılar, yer gösterir. Hatta bakar hâlâ
mütereddit elceğizi ile cezve sürer mangala. Adamcağız fincanı zor tutar
zira eli kolu sarılıdır. Hızır bey sorar:
-Eline n’oldu?
-Kırdırdılar efendim.
-Kim kırdırdı?
-Sultanımız!
-Öyle bir hakkı var mıymış?
-Bilmiyorum efendim.
-Mevzû ne peki!
-Ben mimarım efendim. Evet, Sultanımıza kubbeleri Ayasofya’dan geniş ve
yüksek bir cami yapabileceğimi vaâd ettim ama...
Hızır Bey gerisini dinlemez. Adamlarına “Gidin getirin” der “Şunu!”
Mimarın dudakları uçuklamak üzeredir. “Getirin şunu” dediği üç kıtaya
yayılan bir imparatorluğun hünkârıdır. Halbuki Avrupa’da derebeyleri bile
yargılanamaz. Hele böyle akşamın alacasında apar topar mahkemeye çekmek
kimin haddine.
SEN MURAT OĞLU MEHMED!
Çok geçmez Fatih adamlarıyla görünür. Sanki o gül yüzlü Hızır Bey gitmiş
yerinde başkası peydahlanmıştır. Çehresi gergindir, devlet erkânını eşikte
durdurur. “Siz şurada bekleyeceksiniz!” der, Fatih’e kapıyı gösterir: “Sen
gir içeri!” Bu ne heybettir ya Rabbi! Sultan Mehmed’in benzi solar. Dizleri
tutmaz olur. Sedire doğru yönelir, tam oturmak üzeredir ki Hızır Bey
azarlayan bir ses tonuyla “Oturma! Madem ki hasmın ayakta, sen de ayakta
durmalısın!”
Ve silbaştan meseleyi dinler. Görünüşe bakılırsa Fatih haklıdır. Padişah
“Olacak şey mi yani?” der, “Bu adam sırf taâssubuna yenildiği için
inşaatımızı baltaladı. Binbir zorluk ve onca masrafla taa Mısır’dan
getirttiğimiz sütunları budadı ve Ayasofya’dan daha geniş ve yüksek bir
kubbe nasip olmadı bize. Halbuki anlaşmamıza göre...”
Hızır bey orasını hiç dinlemez. “İnşaat ayrı bir dava konusu” der, “Şimdi
söyle bakalım! Sen Murat oğlu Mehmed, bu zımminin elini kırdırdın mı,
kırdırmadın mı?
Sultan gözlerini yere diker.
-Efendim inanın ben buna “elin kırılsın!” dedim, adamlarım “eli kırılsın!”
anlamışlar.
-Peki bu elin vebâli kimedir?
Fatih cevap vermez, başını önüne eğer. Çocuk gibi dudaklarını ısırır. Hızır
Bey kitabı kapar, hükmü açıklar.
-Şimdi sana kısas lâzım. Bileğini kırdırsam gerek.
Padişah gayri ihtiyari eline bakar, kararlı bir ifadeyle fısıldar “Buna
hazırım!”
Mimar ağlamaklıdır. “Sakın ha!” diye bağırarak Fatih’in önüne geçer. “Ben
davamdan vazgeçtim!” Eh Fatih de altında kalmaz tabii, ona ömrü boyu
yetecek kadar dünyalık verir. Netice tatlıya bağlanır.
Fatih Hızır Bey’e hassaten teşekkür eder. “Adaletine hayran kaldım!” der.
Sonra kaftanının altındaki kılıcı gösterir ve “Eğer” der, “Bana farklı
muamele yapaydın, inan seni doğrardım!”
Hızır Bey, mânâlı mânâlı gülümser, “Eğer” der, “Sen dahi sultanlığına
güvenip iltimas isteseydin...” Cümlesini tamamlamaz, hatta başladığına
pişman olur. Tam “Neyse” deyip, dönecektir ki pelerininin altından fırlayan
iki aslan Sultan’ın karşısına dikilir, öfkeli öfkeli eşinirler. Sonra öyle
bir kükrerler ki Fatih’in dudakları uçuklar.
Genç Sultan Hızır Beyin ilmini iyi bilir, ama hâl ehli olduğunu orada
öğrenir. O günden sonra eşiğine baş koyar ve kazanır.
Peki Mimar mı? Adamcağız şaşkına döner. Ağlamakla gülmek arasında gelir
gider. Şimdi rüzgara tutulan yaprak gibidir. “Vallahi kırılan koluma
seviniyorum” der, “bana yolumu gösterdi!” Oracıkda Kelime-i Şehadet getirir
ve Hızır Bey’e talebe olur.
Yine adalet kavramı hayatın her alanında yer bulur. Kur’an, günlük hayatta
adaletin en gerekli olduğu alanlardan örnekler verir:
a) Sözde/konuşmada Adalet: Her türlü konuşma ve görüş açıklamada, yakınlar
aleyhine bile olsa adaletten ayrılmamalıdır. (enam 152) وَاِذَا قُلْتُمْ
فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللهِ اَوْفُوا ذَلِكُمْ
وَصَّيكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ve bir görüş belirttiğinizde, yakın akrabanıza karşı olsa da, adaletli
o-lun. Allah’a karşı verdiğiniz sözlere daima riayet edin. Allah bunu
düşünüp ö-ğüt alırsınız diye emretti.”
b) Hükümde/Yargılamada Adalet (Mahkeme Adaleti): Mahkemede hüküm verilirken
adaleti sağlama konusunda en fazla sorumluluk taşıyanlar yargıç ile
tanıktır. Bu yüzden Hakk’ın yerini bulması için Kur’an bu iki özellikteki
insanların adaletli olmaları üstünde önemle durur.
1) Doğru Karar (Adaletli Hüküm):
Mahkemede doğru/adaletli kararı, delilleri inceleyen yargıç verecektir.
(Nisa; 4/58)
وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ اِنَّ اللهَ
نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِهِ اِنَّ اللهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız, adaletle
hükmetmenizi emreder. Evet Allah size ne güzel öğüt veriyor. Allah mutlaka
herşeyi işiten ve herşeyi görendir.
Hz. Peygamberden (s.a.v.) adaletli hüküm vermesi istenir. (Maide; 5-42)
وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ اِنَّ اللهَ يُحِبُّ
الْمُقْسِطِينَ Ama onlar hakkında bir karar vereceksen, adaletle karar ver.
Allah adil davrananları sever.
Birbiriyle savaşan/çatışan mü’minler arasındaki arabuluculuk da adil
ölçülerde yapılmalıdır. (Hucurat; 49/9). وَاِنْ طَآئِفَتَانِ مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَاِنْ بَغَتْ
اِحْدَيهُمَا عَلَى اْلاُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِى تَبْغِى حَتَّى تَفِىءَ
اِلَى اَمْرِ اللهِ فَاِنْ فَآءَ تْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ
وَاَقْسِطُوآ اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ O halde mü’minler içinden
iki gurup çatışırsa veya savaşa girişirse, onlar arasın-da barışı sağlayın.
Buna rağmen iki guruptan biri, diğerine haksız şekilde dav-ranırsa,
davranışını Allah’ın buyruğuna uygun hale getirinceye kadar, haksızlık
yapan taraf ile mücadele edin. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, adil bir
şe-kilde aralarını bulun, hep insaflı ve adil davranın. Şüphesiz ki Allah,
adaletle barış yapıp adaletle karar verenleri sever.
2) Doğru Şahidlik:
Mahkemede doğru karar verilebilmesini sağlayan araçlardan birisi de doğru
tanıklıktır. Bunun için yüce Allah, mü’minlerin kendileri ve yakınları
aleyhine de olsa şahitliğin Allah için dürüstçe yapılmasını emreder. (Nisa;
4/135). يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ
شُهَدَاءَ لِلَّهِ وَلَوْ عَلَى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ
وَاْلاَقْرَبِينَ اِنْ يَكُنْ غَنِيًّا اَوْ فَقِيرًا فَاللهُ اَوْلَى بِهِمَا
فَلاَ تَتَّبِعُوا الْهَوَى اَنْ تَعْدِلُوا وَاِنْ تَلْوُا اَوْ تُعْرِضُوا
فَاِنَّ اللهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا Ey iman edenler! Adaleti
titizlikle ayakta tutun; kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın
zararına bile olsa… Allah rızası için şahitlik yapanlar olun. Şahitlik
yaptığınız kimseler, zengin de olsa, fakir de olsa adaletten ayrılmayın.
Allah’ın hakkı, onların her birinin hakkının önüne geçer. Hislerinize uyup,
adaletten şaşmayın. Şahitliği eğer, büker veya şahitlikten kaçınırsanız
biliniz ki, Allah tüm yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
Boşama hükümlerini belirten ayetlerden biri boşama işlemi için de iki adil
şahit tutulmasını emreder. (Talak; 65/2-3)
c) Aile İçinde Adalet:
Birden fazla kadınla evlilik durumunda zor da olsa adaletli olunmalıdır.
(Nisa; 412/3-129)
d) Ticari İlişkilerde Adalet:
Adalet isteğinin en çok ortaya çıktığı ve arandığı ilişkilerden bir bölümü
de ticari ilişkilerdir. Kur’an biri borçlanma, öteki ölçü-tartı olmak üzere
iki türlü ticari ilişki de adalet konusunda özel bir önemle durur:
1) Borç İşlemleri:
Ödünç işlemini ve borçlanma yoluyla alışverişi konu alan ayet (müdayene
ayeti) bu işlemlerin yazılı olmasını emreder. (Bakara; 2/282). يَآاَيُّهَا
الَّذِينَ اَمَنُوآ اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلَى اَجَلٍ مُسَمًّى
فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كاَتِبٌ بِالْعَدْلِ Ey iman edenler!
Ne zaman belli bir vade ile borç verir ve alırsanız, yazıyla tesbit edin.
Bir yazıcı tarafsız olarak onu yazsın.
2) Ölçü ve Tartı:
Ticari ilişkilerde ölçü ve tartıyı doğru yapmak Kur’an’ın on kadar ayetinde
ısrarla üstünde durulan bir konudur. (En’am; 6/152), يَبْلُغَ اَشُدَّهُ
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ Bütün alışverişlerinizde
ölçü ve tartıyı tam o-larak, adaletle yapın. (Hud; 11/84), وَاِلَى مَدْيَنَ
اَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلَهٍ
غَيْرُهُ وَلاَ تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ Ve Medyen halkına da
kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik. O da onlara: “Ey kavmim!
Yalnızca Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka gerçek ilahınız yok,
ölçüyü, tartıyı eksik tutmayın. Gerçi sizi şimdi zen-ginlik ve konfor
içinde görüyorum, ama doğrusu sizi dehşetiyle kuşatacak bir günün azabından
korkuyorum” dedi. (Şuara; 26/177-191), (İsra; 17/35), (Rahman; 55/7-9),
(Mutaffifin; 83/1-5).
وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفِينَ -1, اَلَّذِينَ اِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ
يَسْتَوْفُونَ -2, وَاِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ -3, اَلاَ
يَظُنُّ اُولَئِكَ اَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَ -4, لِيَوْمٍ عَظِيمٍ
Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! 2 Onlar ki insanlardan birşey
ölçüp aldıklarında, ölçüyü tam tutarlar. 3 Fakat diğer insanlara ölçüp
tarttık-larında, ölçü ve tartıyı eksik yaparlar. 4 Onlar tekrar diriltilip
kaldırılacaklarını san-mıyorlar mı? 5 Pek büyük bir gün ki, hesaba
çekilecekler.
Ölçü ve tartıda hile yapmayı yasaklayan bu ayetler, dünyada insanlar
arasında adaletin yaygınlaşmasını sağlamayı, zulüm ve haksızlığı önlemeyi,
ahirette ise insanların Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmamasını bu
yüzden de azaba uğramasını engellemeyi amaçlar.
Yine İslam’ın devlet yönetimi için öngördüğü ana ilke adalettir. Yani adil
bir siyaset biçimidir. Adalet ana gayedir. İnsanın varlık yapısına dayanır.
Öğütlenen diğer iki ilke, danışma ve emanetlerin ehline verilmesidir.
İnsanların güven içinde olmaları, adaletin gerçekleşmesi, ancak hukuka,
yaşanan kültürün hak ölçülerine bağlı kalmak, her türlü gücü bu ölçülerle
sınırlandırmakla mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de hukuka bağlılık hassasiyeti
çeşitli ayetlerde ifade edilmiştir.
Ord. Prof. Dr. M. Reşit Belgesay”Kur’an Hükümleri ve Modern Hukuk” adlı
eserinde Kur’an’da sözü geçen ve modern hukukta kabul edilmekte olan adalet
prensipleri olarak şunları sayar ve ayetlerle delillendirir:
1) Haklara riayet, taahhütleri sadakatle yerine getirmek.
2) Başkalarının zararına yol açacak kazançtan uzak durmak.
3) Herkese eşit şartlarda eşit muamele etmek.
4)Hiçbir kimseye yapamayacağı bir vazife yüklememek, kimseyi seçimi olmadan
işlediği bir fiilden dolayı sorumlu tutmamak.
5) İhtiyaç içinde olanlara mümkün olan yardımı yapmak.
6)Üretimi önce herkese ihtiyacına göre, sonra çalışanlara çalışmalarına,
yüklendikleri sorumluluğa, başarılarına göre dağıtmak.
7)Karşılaşan menfaatlerden nitelik ve nicelik yönünden üstün olana öncelik
vermek.
Cezada insaflı olmak. Suçluya, suçunun ağırlığı ile orantılı olmayan ceza
vermemek.
9) Hükümlerde hakkaniyete uygun davranmak.
10)Tanıklık etme zorunluluğu, herşeye rağmen doğruyu söyleyerek tanıklık
etmektir.
Netice itibariyle şunları söylemek gerekir ise: İslam’ın temel/ana
ilkelerinden birisi de “adalet”tir ki, insanlığın huzur ve saadet içinde
yaşaması, yeryüzünde fitne ve fesadın çıkıp yeryüzünün bozguncuların,
zalimlerin, fasıkların, kafirlerin eline geçmemesi, dünyamızın mâmur
olması, insanı insan yapan temel hak ve hürriyetlerin hayata geçirilmesi
ancak “adalet” ile mümkündür. Aksi bir durum da ise yani zulüm sözkonusu
olunca yukarıdaki yazdıklarımızın hiçbirisi gerçekleş(tirile)mez.
Adaleti bizi yaratan, bizi bizden daha iyi bilen ve tanıyan, hükmünde
“Adil” olan, yeryüzünde adaletle hükmetmemizi isteyen, bunun için
kanunlar/hükümler koyan, kendisinden insanlara adil davranmasını isteyen
bir peygamber(ler) gönderen, adaletin baş kaynağı rehber kitabımız Kur’an’ı
gönderen Allahû Teâlâ dağıtır. Bizlere de adil/adaletli olmamızı emreder.
Çünkü o “Adil” dir. Bir ismi de Adil dir.

Müderrisim Hoca

   

100 Altin Ögütler
was ist Islam?

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz