Hud Süresi Meal Ve Tefsiri 89-110

#1 von Kurban , 15.01.2024 04:34

hud Süresi Meal Ve Tefsiri 89-110

وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقٖٓي اَنْ يُصٖيبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍؕ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَعٖيدٍ ﴿٨٩﴾
﴾89﴿ Ey kavmim! Sakın bana karşı muhalefetiniz sizi, Nûh kavminin veya Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başlarına gelenlerin benzeri bir musibetin başınıza gelmesine sebep olacak günahlar işlemeye sürüklemesin! Lût kavmi zaten sizden uzak değildir.
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِؕ اِنَّ رَبّٖي رَحٖيمٌ وَدُودٌ ﴿٩٠﴾
﴾90﴿ Rabbinizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tövbe edin. Muhakkak ki rabbimin merhameti ve sevgisi boldur” dedi.
Tefsir
Hz. Şuayb, âyette adları geçen kavimlerin peygamberlerine karşı takındıkları düşmanca tavır sebebiyle başlarına gelen felâketlerin bir benzerinin kendi kavminin başına gelmesinden endişe ettiği için onları uyardı. Ayrıca Medyen şehri ile Lût kavminin yaşadığı Sodom ve Gomore şehirlerinin coğrafî olarak birbirine çok yakın olduğunu da hatırlattı.
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَثٖيراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ فٖينَا ضَعٖيفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَؗ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَزٖيزٍ ﴿٩١﴾
﴾91﴿ Medyenliler, “Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, ayrıca aramızda seni zayıf görüyoruz! Eğer kabilen olmasaydı, seni mutlaka taşlayarak öldürürdük. Bizim karşımızda sen güçlü biri değilsin” dediler.
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْطٖٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِؕ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّؕ اِنَّ رَبّٖي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحٖيطٌ ﴿٩٢﴾
﴾92﴿ Şuayb da, “Ey kavmim! Size göre benim kabilem Allah’tan daha mı hatırlı ki O’nu arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz ki rabbim yaptıklarınızı kuşatmıştır.
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّٖي عَامِلٌؕ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْتٖيهِ عَذَابٌ يُخْزٖيهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌؕ وَارْتَقِبُٓوا اِنّٖي مَعَكُمْ رَقٖيبٌ ﴿٩٣﴾
﴾93﴿ Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Kimin başına aşağılayıcı bir azap geleceğini ve (böylece) yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber beklemekteyim” dedi.
Hz. Şuayb, kabilesinin güç ve kuvvetine değil, hiç kimsenin karşı koyamayacağı bir güce sahip olan Allah’a dayanıp güvendiğine işaret etti; Allah, bilgisi ve gücüyle her şeyi kuşattığı halde topluluğun Allah’tan korkmayıp kabilesinin hatırı için kendisine dokunmamasını kınadı. Oysa asıl korkulması gereken Allah’ın kuşatıcı gücüydü; nitekim O, Medyenliler’den önce bir kısmı tarih ve coğrafya olarak onlara yakın bulunan birçok topluluğu günahları yüzünden cezalandırıp yok etmişti.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 195
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذٖينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا فٖي دِيَارِهِمْ جَاثِمٖينَۙ ﴿٩٤﴾
﴾94﴿ Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; haksızlık edenleri de korkunç bir gürültü yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا فٖيهَاؕ اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُࣖ ﴿٩٥﴾
﴾95﴿ Sanki orada hiç oturmamışlardı! İşte böyle, Semûd’un yıkıldığı gibi Medyen de yıkılıp gitti!
Tefsir
Onları helâk eden bu gürültü de Semûd kavminde olduğu gibi kuvvetli ihtimalle deprem öncesi veya onunla birlikte gelen gürültüdür (bk. A‘râf 7/91). Şuarâ sûresinde ise “gölge gününde” (muhtemelen güneş tutulduğu bir günde) onları azabın yakaladığı haber verilmiştir (26/189). Böylece peygambere isyan edip onu öldürmek isteyen Medyen halkı da Semûd kavmi gibi helâk olup gitmişlerdir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 195
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبٖينٍۙ ﴿٩٦﴾
96.Gerçekten Mûsâ’yı da mûcizelerimizle ve apaçık bir delille gönderdik
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهٖ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشٖيدٍ ﴿٩٧﴾
﴾96-97﴿ Gerçekten Mûsâ’yı da mûcizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a ve onun adamlarına gönderdik; fakat onlar (Mûsâ’ya değil) Firavun’un emrine uydular; oysa Firavun’un emri isabetli değildi.
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَؕ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ ﴿٩٨﴾
﴾98﴿ Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Gidilen o yer ne kötü!
وَاُتْبِعُوا فٖي هٰذِهٖ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِؕ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ ﴿٩٩﴾
﴾99﴿ Onların burada da kıyamet gününde de lânet peşlerini bırakmadı; verilen “ödül” ne kötü!
Tefsir
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ 17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât 79/24).
Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَصٖيدٌ ﴿١٠٠﴾
﴾100﴿ İşte sana anlatmakta olduğumuz eski beldelerin haberleri böyle. Kiminin izleri hâlâ ayakta, kimi de biçilip yere serilmiş.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّتٖي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَؕ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبٖيبٍ ﴿١٠١﴾
﴾101﴿ Onlara biz zulmetmedik; onlar kendi kendilerine zulmettiler. Rabbinin hükmü geldiğinde Allah’ı bırakıp da taptıkları tanrıları onlara hiçbir şey sağlamadı; ziyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı.
Tefsir
Nûh aleyhisselâm ile başlayıp Hz. Mûsâ ile sona eren bu kıssalar çeşitli yerlerde yaşayan kavim ve bunlara gönderilen peygamberlerin haberleridir. Bu kavimler peygamberlere inanmayıp isyan ettikleri için her biri bir felâketle yok olup gitmişlerdir. Bunlardan bazılarının iz ve kalıntıları zamanımıza kadar ulaşmıştır (Mısır’daki piramit ve heykeller gibi), insanlar hâlâ bunları ziyaret edip ibret almaktadırlar. Bazılarının ise kalıntıları bile yok olup gitmiştir (Lût kavminin durumu böyledir).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 198
وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌؕ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَلٖيمٌ شَدٖيدٌ ﴿١٠٢﴾
﴾102﴿ Rabbin, zulme sapan toplulukları yakaladığında işte böyle yakalar! Şüphesiz onun cezalandırması pek elem vericidir, pek çetindir!

اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِؕ ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ ﴿١٠٣﴾
﴾103﴿ İşte bunda, âhiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı gündür ve o gün olup bitenin gözle görüldüğü bir gündür.
Tefsir
O gün, mutlaka gerçekleşecek, herkes yani insanlar, cinler, melekler, hayvanlar ve diğer varlıklar inkâr edilemeyecek bir şekilde onu açıkça göreceklerdir. Ayrıca o gün yer ve göklerde olanlar, insanlar, melekler, hatta insan vücudundaki organlar bile kişinin dünyada yapıp ettiklerine şahitlik edeceklerdir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 198-199
وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍؕ ﴿١٠٤﴾
﴾104﴿ Biz o günü sadece belli bir süreye kadar erteleriz.
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِاِذْنِهٖۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعٖيدٌ ﴿١٠٥﴾
﴾105﴿ O gün geldiğinde Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu!
فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فٖيهَا زَفٖيرٌ وَشَهٖيقٌۙ ﴿١٠٦﴾
﴾106﴿ Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onlar her nefeste acıdan inleyip feryat ederler
خَالِدٖينَ فٖيهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَؕ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرٖيدُ ﴿١٠٧﴾
﴾107﴿ Rabbinin dilediği hariç, onlar gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Rabbin gerçekten istediğini yapar.
وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدٖينَ فٖيهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَؕ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ ﴿١٠٨﴾
﴾108﴿ Mutlu olanlara gelince onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada kesintisiz bir lutuf olarak ebedî kalacaklardır.
Tefsir
Bu âyetler, 103. âyetin “O gün bütün insanların bir araya toplandığı gündür” meâlindeki bölümünü açıklayıcı mahiyette olup mahşerde toplanacak olan insanların dünyadaki iman ve amellerine göre oradaki durumlarının ne olacağını, varıp kalacakları yerleri haber vererek o günün dehşetini tasvir etmektedir. Âyetlerin, putperest kavimlerin kıssalarının ardından gelmiş olması dikkate alındığında 105. âyetin putların Allah katında kendileri için şefaatçi olacağına inanan kimselere hitap ettiği anlaşılırsa da âyette genel olarak şefaatçilere güvenip de günahtan sakınmayan kimselerin uyarıldığını söylemek daha uygun olur. Zira o yüce mahkemede Allah’ın izni olmadan ne peygamber ne evliya ne melek ne de başka bir güç şefaat edip söz söyleyebilir (Tâhâ 20/109; Nebe’ 78/38). İnsanlar, dünyadaki iman ve amellerine göre âhirette bedbahtlar ve mutlular olmak üzere iki gruba ayrılacaklardır. 106. âyette dünyada inkârcılıkta ısrar eden bedbahtların âhirette cehennem ateşiyle cezalandırılacakları, 108. âyette ise mutluların yani müminlerin cennet nimetleriyle ödüllendirilecekleri ifade edilmiştir.
107. âyette geçen ve “gökler ve yer durdukça” şeklinde çevirilen ifadeyi müfessirler iki şekilde yorumlamışlardır: ☼a) Bu cümle Arap dilinde mecazi anlamda sonsuzluğu ifade etmek için kullanılır. Buna göre âyet bedbahtların cehennemde ebedî olarak kalacaklarını göstermektedir.
☼b) “Âhiretteki gökler ve yer durdukça” demektir. Âhiret sonsuz olduğuna göre bedbahtlar da cehennemde sonsuz olarak kalacaklardır (âhiretteki gökler ve yer için bk. İbrâhim 14/48). “Rabbinin dilediği hariç” istisnası ile ilgili olarak da müfessirler farklı yorumlarda bulunmuşlardır. ☼a) “Allah dilediği takdirde bu ebedîliği bir süre sonra sona erdirecek” demektir. Bu durum cehennemin de sonlu olacağını hatıra getirmektedir. ☼b) Allah dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtaracaktır. Bu da bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacağı ihtimalini hatıra getirmektedir (krş. En‘âm 6/128). Şüphesiz ki Allah istediğini yapma gücüne sahiptir; O’nun için hiçbir engel söz konusu değildir; ancak müşrik ve inkârcıları affetmeyeceğini, bunların ebedî olarak cehennemde kalacağını açıkça bildirmiştir (Nisâ 4/14, 116). ☼c) Başka bir yoruma göre ise bedbahtlar, günahkâr müminler ve inkârcılar olmak üzere ikiye ayrılır. Bu istisna müşrik ve inkârcıları değil günahkâr müminleri ifade eder. Bunlar belli bir süre cehennemde kaldıktan sonra yüce Allah bunları oradan çıkartıp cennete yerleştirecek, inkârcı bedbahtlar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Bu yorum müminlerin ebedî olarak cennette, inkârcıların ise ebedî olarak cehennemde kalacaklarını açıkça ifade eden âyetlerle bu âyeti uzlaştırmaya yöneliktir (bk. Mâide 5/119; Cin 72/23. Bu istisna ile ilgili diğer görüşler için bk. Şevkânî, II, 595-596).
Bize göre, “Allah dilemedikçe...” şeklindeki ifade, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” meâlindeki âyette olduğu gibi (İnsân 76/30) –birçok yerde– her şeyin Allah’ın dilemesi sonucu olduğunu açıklamaya yöneliktir. Burada da âyeti şöyle anlamak mümkündür: “Cehenneme girecek olanların bir kısmının orada ebedî kalmaları “Allah’ın dilemesine bağlı” olarak böyledir.
Mutlu olanlara gelince bunlar da sonsuz olarak cennette yaşaya­caklardır. “Rabbinin dilediği hariç” istisnası bunlar hakkında da mevcuttur; ancak âyetin son cümlesi cennet nimetlerinin kesintisiz olduğunu ve cennete girenlerin oradan çıkarılmayacağını göstermektedir. Bu takdirde istisnanın anlamı nedir? İbn Âşûr’a göre bu istisna iki anlamda yorumlanabilir: ☼1. Tövbe etmeden âhirete giden müminler bir süre cehennemde kaldıktan sonra Allah merhameti gereği onları bir sebep ve hikmetle affeder ve cennete koyar. ☼2. Bu istisnadan maksat Allah’ın lutuf ve rahmetinin bir tecellisi olan nimetlerin, “ödenmesi gereken bir borç” şeklinde anlaşılmasını önlemektir (XII, 165-166). Bazı müfessirlerse bu istisnayı, “Allah onlara başka bir mükâfat bahşetmeyi istemedikçe” şeklinde yorumlamışlardır (Reşîd Rızâ, XII, 160-161). “Allah insanın önünde yeni bir evrim sahnesi, daha yüksek bir evre açmadıkça (cennette sonsuz olarak kalacaklardır)” şeklinde yorumlayanlar da vardır (Esed, 447).

فَلَا تَكُ فٖي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِؕ مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُؕ وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصٖيبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍࣖ ﴿١٠٩﴾
﴾109﴿ O halde onların taptıklarının boş şeyler olduğundan şüphen olmasın; onlar daha önce babalarının tapındığı gibi tapınmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Biz onların hak ettiklerini elbette eksiksiz olarak vereceğiz.
Tefsir
Hz. Peygamber’in şahsında bütün insanlara hitap eden bu âyet, müşriklerin tanrı olarak kabul ettikleri putların boş şeyler olduğunu, kimseye fayda veya zarar verecek durumda bulunmadığını, insanların –akla ve sağ duyuya dayanarak değil– atalarını taklit ettikleri için bunlara taptıklarını bildirmekte, müşrik Araplar’ın durumunun öncekilerden farklı olmadığına, bu sebeple sonlarının da aynı olacağına işaret ederek Hz. Peygamber’i teselli etmekte, müşrikleri ise uyarmaktadır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 2
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فٖيهِؕ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْؕ وَاِنَّهُمْ لَفٖي شَكٍّ مِنْهُ مُرٖيبٍ ﴿١١٠﴾
﴾110﴿ Gerçek şu ki biz Mûsâ’ya da kitabı vermiştik; onda da ihtilâfa düşüldü. Eğer rabbin tarafından daha önce verilmiş bir söz olmasaydı işleri bitirilirdi. Onlar kitap hakkında derin bir şüphe içindedirler.
وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْؕ اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبٖيرٌ ﴿١١١﴾
﴾111﴿ Şüphesiz rabbin, onların her birine yaptıklarının karşılığını tam olarak verecektir. Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.
Tefsir
Daha önce Hz. Mûsâ’nın Firavun ve adamlarına mûcizelerle gönderildiği bildirilmişti (âyet 96-97). Mûsâ Firavun’a karşı verdiği tevhid mücadelesinden sonra İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarıp Sînâ yarımadasındaki Tîh çölüne getirmeyi başardı. Burada Sînâ dağında kendisine Tevrat adındaki ilâhî kitap vahyedildi. İşte âyette Mûsâ’ya verildiği bildirilen kitap budur. Ancak Hz. Mûsâ’nın ümmeti onun Firavun’a karşı verdiği mücadeleyi ve gösterdiği mûcizeleri bilmelerine rağmen bu kutsal kitabı anlama ve uygulama hakkında ihtilâfa düştüler. Kitabın bazı hükümlerini gizleyenler, onu istedikleri yönde yorumlayanlar, kendi fikirlerini kutsal kitabın içine katarak bunun Allah tarafından gönderilmiş olduğunu ileri sürenler oldu (İbn Âşûr, XII, 169-170).“Daha önce verilmiş söz”den maksat, Allah’ın, kitap hakkında ihtilâfa düşenleri hemen cezalandırmayıp belirlenen zaman gelinceye kadar bekleyeceğine (Taberî, XII, 123) veya kıyamet gününe kadar onlara mühlet vereceğine dair sözüdür (Şevkânî, II, 600). Bir başka görüşe göre “Allah’ın, peygamber gönderip hak din ile ilgili deliller göstermedikçe ve bunlar üzerinde düşünme imkânı vermedikçe kişiyi cezalandırmayacağına dair ezelî sözü”dür (İbn Kesîr, IV, 282). İşte yüce Allah’ın önceden böyle bir sözü geçmemiş olsaydı suçluları hemen cezalandırır ve işlerini bitirirdi. Fakat O’nun isimlerinden biri de “çok sabırlı” anlamına gelen sabûrdur; acele etmez, ezelde takdir edilmiş olan zamanın gelmesini bekler, zamanı geldiğinde dilerse şiddetle cezalandırır ve suçluların işini bitirir (krş. Tâhâ 20/129).
110. âyette kitap hakkında derin bir şüphe içinde oldukları bildirilenlerin Kur’an hakkında şüphe eden müşrikler olduğunu söyleyenler varsa da, âyetin bağlamı dikkate alındığında bunların Tevrat hakkında şüphe eden İsrâiloğulları yani Hz. Mûsâ’nın kavmi olduğu anlaşılır (krş. Şûrâ 42/14). Âhirette kimin haklı kimin haksız olduğu ortaya çıkacak ve Allah Teâlâ bunların her birinin yaptıklarının karşılığını verecektir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 203-205

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 15.01.2024 | Top

   

Hud Süresi Meal Ve Tefsiri 111-123
Hud Süresi Meal Ve Tefsiri 58-88

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz