Enbiya Süresi Meal Ve Tefsiri 1-20

#1 von Kurban , 09.02.2023 05:43

Enbiya Süresi Meal Ve Tefsiri

Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 112 âyettir. “Enbiyâ”, peygamberler demektir.Sûre, temel konu olarak peygamberlerden, onların tevhit davası uğrunda verdikleri mücadelelerden bahsettiği için bu adı almıştır
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yirmi birinci, iniş sırasına göre yetmiş üçüncü sûredir. İbrâhim sûresinden sonra, Mü’minûn sûresinden önce Mekke döneminde inmiştir. Abdullah b. Mes‘ûd, “Benî İsrâil (İsrâ), Kehf, Meryem, Tâhâ ve Enbiyâ sûreleri, benim Mekke’de ilk öğrendiğim güzel sûrelerdir” demiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 21/1). Bazı müfessirler 44. âyetinin Medine döneminde nâzil olduğu kanaatindedir.
Konusu
Sûrede Allah’ın birliğinin yanı sıra O’nun eş, ortak ve çocuk edinmekten münezzeh olduğu; vahiy, peygamberlik ve insanların vahiy karşısındaki tutumu, kıyamet alâmetleri, kıyamet halleri, öldükten sonra dirilme ve hesap verme gibi İslâm’ın temel inançları ele alınmakta; insanlarda ve kâinatta Allah’ın kudretini gösteren delillere, Allah’ın büyüklüğüne, kâinatın bütünlüğü ve düzeni ile Allah’ın birliği arasında bir irtibat bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Bu arada hayat ve ölüm konularına yer verilmekte, hiçbir insanın ebedî olarak yaşayamayacağı hatırlatılarak insanların bu gerçek ışığında davranmaları istenmektedir. Peygamberleri yalanlayan önceki kavimlerin helâk oldukları, sonrakilerin onların yurtlarını ve kalıntılarını gördükleri halde ibret almadıkları için cezaya çarptırıldıkları bildirilmekte; Hz. İbrâhim’in putperest kavmiyle olan mücadelesine, bazı peygamberlerin kıssalarından kesitlere yer verilmekte, son olarak da Hz. Muhammed aleyhisselâmın âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamber olduğu ifade edilmekte ve davetinin esasları açıklanmaktadır.
Fazileti

Enbiya Suresinin Sırrı Havası ve Faziletleri
ENBİYA süresini, her kim yetmiş kere okursa , gizli kokulardan kurtulur, okumağa devam ederse Hak Teala kendisine Salih çocuk ihsan buyurur.
Resulullah (Sallallahü Aleyhçi ve Sellem) buyurdu ki: "Her kim Enbiya Suresini okursa, ahirette hesabı çok kolay olur. (Kıyamet gününde) peygamberlerle musafaha etmiş olur." (1)
Enbiyâ Suresi’nin Sırları Hakkında Rivayetler
Hamile olan bir kadın kolay doğum yapmak isterse, Enbiya Suresinin 30. ayetini bir kağıda yazıp suyun içinde bekletir, daha sonra bu sudan içerse, Allah’ın izniyle isteği olur.
Yangından veya tehlikesinden kurtulmak veya yanarak ölmemek için Enbiya Suresinin 69. ayeti zaman zaman 693 kere okunur ve tekrarlanır.
Her kimin evladı olmuyorsa, Zekeriya (Aleyhisselam)’ın çocuğu olması için yaptığı ve Enbiya Suresinin 89. ayetinde geçen duaya devam ederse, Allah’u Teala’nın izniyle çocuğu olur.
Düşük yapan bir kadın bu sıkıntıdan kurtulmak isterse, Enbiya Suresinin 91-93. ayetleri bir kağıda yazılıp üzerinde taşırsa, Allah’ın izni ile isteği olur.
Maddi ve manevi hastalıklarına şifa bulmak isteyen kişi, Eyyüb (Aleyhisselam)’ın hastalıkları için yaptığı Enbiya Suresinin 83. ayetine devam etsin.
Enbiya Suresinin 87. ayeti hakkında rivayet edildi ki:
a) Sa’d bin Ebi Vakkas (Radıyallahü Anh)’den rivayetle Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Yunus Peygamber balığın karnında iken (kurtulmayı murat ettide) Rabbine ettiği dua şu idi ["Lâ ilâhe illa ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn"]. Herhangi bir Müslüman herhangi bir şey için bu sözlerle dua ederse, muhakkak surette Allah onu kabul eder."(2)
b) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Hasta olan bir kimse 40 defa (bu zikri) okur da ölürse, şehit olarak ölür. Eğer, hastalıktan kurtularak şifa bulur, iyileşirse, günahları affedilir."(3)
c) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Size birinizin başına dünya ile ilgili bir sıkıntı veya bela geldiğinde okuyarak bundan kurtulacağı bir şeyi haber vereyim mi? O, (Hazreti) Yunus’un Duasıdır."(4)
d) Cafer bin Muhammed Hazretleri buyurdu ki: "Bir kederi olana şaşıyorum. Nasıl şu yukarıda zikredilen duayı (Hz. Yunus (a.s.)’ın duası) yapmaz."
e) Her türlü tehlikeye karşı okunur.
f) Bir kimse: bu duayı hapiste bulunan, esir olan, borçlu veya hastaya şifa için okursa, okunacak miktarı 100, 313, 1000, 2455 kere okumalı yine de sonuç alamadı ise 70.000′ den 700.000’e kadar miktarı çoğaltmalıdır. Okumada kusur edilmediyse veya tesir edeceğine inanılmışsa, mutlaka istenen sonuç elde edilir. Defalarca tecrübe edilmiştir.
Dipnotlar
Ebu Suud Efendi, Ebu Suud Tefsiri (İrşadü Aklis-Selim) 6/90
Tirmizi, Daavat, 3505
Hakim, El-Müstedrek, 1/506
Suyuti, Cami’ussağir, 3/104, no.2861; Hakim, Müstedrek, 1/505
Bu tür duaları, Müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır. Ancak namaz kılmayan, haram işiten ve kalbi gafil olan, yaptığı duadan tam nitece alamaz. Ehli Sünnet inancında olmayanın bu tür duaları okuması fayda vermez. Allah’ü Teala, her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Bir şeye kavuşmak isteyen, o şeyin sebebine yapışmalıdır. Rabbimiz, insana sıhhat, şifa vermek için dua etmeyi, sadaka vermeyi ve illaç kullanmayı sebep kılmıştır.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم Arapça ”Bismillahirrahmanirrahim”;Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فٖي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ ﴿١﴾
1. İnsanların hesaba çekilecekleri gün iyice yaklaştı; halbuki onlar gaflet içinde haktan yüz çevirmektedirler.
Tefsir
Yüce Allah dünyayı, hayatı ve ölümü imtihan için yani kimin daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için yaratmış, dünyada insana sayılamayacak kadar çok nimet vermiştir. Bu nimetlerin karşılığında ondan kendisine şükretmesini, emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmasını istemektedir. Âyet-i kerîmede, insanların bu nimetlerden bir gün hesaba çekileceği ve o günün yaklaştığı haber verilerek uyarılmakta, o gün için hazırlıklı olmaları istenmektedir. Ancak imtihan için yaratılan insanoğlu, bu uyarılara rağmen hürriyetini yanlış yönde kullanarak nefsinin isteklerine uyup gerçeklere sırt çevirebilmekte ve kendine verilmiş olan bu sınırlı ömrü gaflet içinde geçirebilmektedir. Müminin gaflette bulunması, âhiret gününe iman ettiği halde orası için gereken hazırlığı yapmadığı, günahlardan sakınmadığı, tövbe edip Allah’a kulluk görevlerinde gereken hassasiyeti göstermediği ve iyi işler yapmadığı anlamına gelir. İnkârcının gaflette bulunması ise kendini yaratan bir aşkın kudretin bulunduğunu, başı boş bir varlık olarak yaratılmış olmadığını, dünyada yaptığı iyiliklerden de kötülüklerden de sorumlu olduğunu düşünmemesi, peygamber ve ilâhî vahiy tarafından uyarıldığında da bunlara sırt çevirmesi ve kulak tıkamasıdır. Oysa hesap günü kesinkes geleceği için âyette geçmiş zaman şekli kullanılmıştır (gaflet hakkında bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Gaflet”, DİA, XIII, 283).
مَا يَأْتٖيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ ﴿٢﴾
2. Ne zaman rablerinden kendilerine yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, eğlence içinde iken dinlemişlerdir.
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْؕ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىࣗ اَلَّذٖينَ ظَلَمُواࣗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ ﴿٣﴾
﴾2-3﴿ Ne zaman rablerinden kendilerine yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, akılları başka yerde, kendileri oyun ve eğlence içinde iken dinlemişlerdir. O zalimler, “Bu da sizin gibi sadece bir insan değil midir? Şimdi siz göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?” diye gizlice fısıldaşmaktalar.
قَالَ رَبّٖي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِؗ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ ﴿٤﴾
4. Peygamber dedi ki: “Benim rabbim yerde ve gökte konuşulan her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir, bilendir.”
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ ﴿٥﴾
5. “Hayır” dediler, “Bunlar karma karışık düşlerdir; hayır, onu kendisi uydurmuştur. O olsa olsa şairdir. Böyle değilse bize, öncekilere gönderilenin benzeri bir mûcize getirsin.”
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾
6. Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir yerin halkı iman etmemişti; şimdi (aynı yolu tutan) bunlar mı iman edecekler?
Tefsir
Hasan-ı Basrî, peygamberden mûcize isteyen kavimlere mûcize gösterildiği takdirde iman etmezlerse kökleri kesilecek şekilde cezalandırılacaklarına dair Allah’ın hükmü olduğunu söylemiş; soylarından dindar nesiller geleceği, dolayısıyla onların eliyle İslâmiyet kıyamete kadar yaşayacağı için Hz. Peygamber’in ümmetinden bu hükmün kaldırıldığını, bu sebeple bu ümmet içinden inkârcıların, sırf inkâr ve alay maksatlı mûcize isteklerine cevap verilmediğini ifade etmiştir (Râzî, XXII, 143; 5. âyetin meâlinde “karmakarışık düşler” diye tercüme ettiğimiz “adgâsu ahlâm” tamlaması hakkında bilgi için bk. Yûsuf 12/44).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 666
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٧﴾
7. Rasûlüm! Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de, kendilerine vahyettiğimiz bir kısım adamlardan başkası değildi. Bilmiyorsanız, bilenlere sorun!
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ ﴿٨﴾
8. Biz peygamberleri, yeme içme ihtiyacı olmayan birer bedenden ibaret kılmadık. Hem onlar ölümsüz de değildiler.
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ ﴿٩﴾
9. Sonra peygamberlere verdiğimiz yardım sözünü yerine getirdik. Böylece hem onları hem de dilediğimiz kimseleri azaptan kurtardık. Sahip oldukları imkân ve sermayeleri boşa harcayıp haddi aşanları ise helâk ettik.
Tefsir
Hz. Muhammed (s.a.s.) bir insan olduğu gibi, ondan önce gönderilen peygamberler de yiyen, içen, evlenen, çoğalan ve ölen birer insan idiler. Hiçbiri ebedi yaşamamış; vakti gelince ruhlarını teslim etmişlerdir. Allah onlara tâlimatlarını vahyetti, onlar da bu ilâhî tâlimatları olduğu gibi insanlara tebliğ ettiler. Tarih boyunca insanlara melek bir peygamberin geldiği hiç vâki olmuş bir durum değildir. Bilmeyenlerin, bu konuları bilenlerden sorup öğrenmesi mümkündür. Meselâ bir âyet-i kerîmede Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e şöyle söylemesini emreder: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Şu farkla ki bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyedilmektedir. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine kulluk ederken hiçbir şeyi O’na ortak koşmasın!” (Kehf 18/110) Şu da bir gerçek ki, dinini tebliğ ederken Allah peygamberlerini yardımsız bırakmamış, onları muvaffak kılmış ve düşmanlarını da helak etmiştir.
Peygamber’e inen Kur’an’ın mahiyetini ve iniş gayesini öğrenmek isterseniz:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَابًا ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ ﴿١٠﴾
10. Şimdi size öyle bir kitap indiriyoruz ki, uymanız gereken(Zikiriniz) bütün kâideler onun içinde yer aldığı gibi, bütün şerefiniz de o kâideleri tatbik etmenize bağlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
Tefsir
Kur’ân-ı Kerîm’de dinin emirleri, şeriatin hükümleri, âhirette karşılaşılacak mükâfat ve cezalar açıkça izah edilmektedir. Akıllı olanlara düşen vazife, bunlar üzerinde tefekkür edip doğru yolu bulabilmektir. Kur’an’ın hayatı tanzim eden her türlü kanun, kaide ve hükümlerini gerektiği şekilde tatbik edebilmektir. Bunu başarabilenlere Kur’an’ın çok büyük bir izzet ve şeref kazandıracağında şüphe yoktur. Onun tâlimatlarına iman ve itaatten yüz çevirenler ise bu şereften mahrum kalacaklardır. Resûlullah (s.a.s.)’in: “Kur’an ya senin lehine, yahut aleyhine bir delildir” (Müslim, Tahâret 1) hadis-i şerifi bu gerçeği hatırlatır.
Dolayısıyla insanların önünde iki seçenek vardır. Ya Kur’an’a sımsıkı sarılıp kurtuluşa ererler. Ya da onu inkâr edip bunun cezasını çekerler:

وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ ﴿١١﴾
11 Biz, halkı zulümde ısrar eden nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra yerlerine başka toplumlar getirdik.
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ ﴿١٢﴾
12. Onlar, hak ettikleri cezanın bir baskın şeklinde gelmekte olduğunu hisseder etmez, derhal bozgun hâlinde oradan kaçmaya başladılar.
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ ﴿١٣﴾
13. Nereye gitseler azap melekleri karşılarına dikiliyor: “Hayır, kaçmayın! İçine gömülüp şımardığınız refah ve konfora, hiç ölmeyecekmiş gibi dayayıp döşediğiniz o lüks evlerinize, saraylarınıza dönün! Dönün ki, bakarsınız ihtiyaç sahipleri bir şey istemek için başınıza üşüşür, size bir şey danışmak, bir şey sormak için gelenler olur(!)” diyorlardı.
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ١٤﴾
14. Onlar ise: “Eyvahlar olsun bize! Gerçekten biz kendimize yazık etmişiz” diye feryat ediyorlardı.
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يدًا خَامِد۪ينَ ﴿١٥﴾
15. Biz onları biçilmiş ekin ve sönmüş ateşe çevirinceye kadar böylece feryat edip durdular.
Tefsir

Cenâb-ı Hak, sahip oldukları fâni dünya malına, mülk ve saltanatına aldanarak şımaran, az­gınlaşan, zulmeden ve günahlara batan nice toplumları, bu zulümleri sebebiyle helak etmiş, kırıpgeçirmiştir. Bunları hatırlatarak Allah Resûlü (s.a.s.)’i yalancılık ve sihirbazlıkla suçlayan müşrikleri ve kıyâmete kadar onun getirdiği İslâm davasına karşı cephe alacak olanları son derece tesirli bir üslupla tehdit etmektedir. İşte o geçmiş toplumlar zulüm ve haksızlıkları sebebiyle helak edilip tarih sahnesinden silindiler. Başlarına belâ gelince ne kadar imkânları varsa bunları kullanarak kaçmaya çalıştılar, fakat kurtulamadılar. Haksızlıklarını itiraf etmekten, kendilerini kınamak­tan başka çare bulamadılar. Ekinin biçilip kuruması gibi kuruyup, ateşin sönmesi gibi söndüler. Onlarda ne bir his ne de bir hareket kaldı. İşte küfür, zulüm ve azgınlıkta ileri giden fert ve toplumlar, onların bu hallerinden ders alarak, gittikleri bu yanlış yoldan derhal dönmelidirler. Yoksa onların da, öncekilerin uğradıkları helâke uğramaları kaçınılmaz olacaktır.
“Hayır, kaçmayın! İçine gömülüp şımardığınız refah ve konfora, hiç ölmeyecekmiş gibi dayayıp döşediğiniz o lüks evlerinize, saraylarınıza dönün! Dönün ki, bakarsınız ihtiyaç sahipleri bir şey istemek için başınıza üşüşür, size bir şey danışmak, bir şey sormak için gelenler olur(!)” (Enbiyâ 21/13) sözünde, helak edilecek o azgınlarla alay üzere alay, hakaret üzere hakaret vardır. Şöyle ki:
› Başınıza inen bu azabı iyice düşünün ki, biri size onun hakkında soru sorduğunda, ayrıntılı ve kesin bir hesap verebilesiniz.
› Her zamanki gibi büyük toplantılarınızı yapın. Belki köleleriniz el pençe divan durup emirlerinizi almak, isteğinizi sormak için gelebilirler.
› Eskisi gibi toplantılarınıza devam edin, belki insanlar yine gelip size bir şeyler danışabilirler.
› Malınızın mülkünüzün başında kibrinizden deve kuşu gibi kabarıp bekleyin, belki fakirler, ihtiyaç sahipleri korka korka yanınıza gelip, sizden rica minnet bir şey isteyebilirler.
Zulüm pâyidâr olmaz. Allah Teâlâ, belki zâlime belli bir süre mühlet verebilir, fakat fazla geçmeden onu kahır ve intikam pençesiyle şiddetle yakalar. Çünkü O, zâlimlerin yurtlarını, meskenlerini yıkıp târumâr edeceğine karar vermiştir. Bu hakikate binâen şu söz meşhur olmuştur: “Eğer zulüm cennette bir ev olsaydı, orada bile mutlaka harap olurdu.” Kul nefsine zulmederse, Allah ona başarının yollarını kapatır ve onu bir kaybedişler mekânı kılar. Gaflete düşerek kalbine zulmederse oraya şeytanın vesvesesi olan ve günaha teşvik eden alçak düşünceleri Musallat eder. Ruh harap olduğu zaman ise, ilâhî hakikatler ve gerçek sevgililer onu terk eder; orayı bayağı alakalar ve ruhu öldüren âdilikler istilâ eder.
İnsanın öncelikle en büyük zulüm olan şirkten, sonra da küçük büyük her türlü zulüm ve haksızlıktan sıyrılabilmesi, ancak varlık âlemi üzerinde ciddî bir tefekkürle bu kâinatın oyun ve eğlence olsun diye yaratılmadığını idrak etmesine bağlıdır. Bu sebeple buyruluyor ki:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ ﴿١٦﴾
16. Biz göğü, yeri ve aralarında bulunan şeyleri oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ ﴿١٧﴾
17. Eğer biz eğlence edinmek isteseydik, bunların hiçbirini yaratmadan, onu kendi katımızda edinirdik. Fakat biz böyle bir şey yapmayız.
Tefsir
Cenâb-ı Hak, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan bütün varlıkları oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Eğer böyle bir arzusu olsaydı, gökleri ve yeri yaratmadan, insan gibi akıllı ve sorumlu mükemmel bir varlığı vücûda getirmeden, gözlerden tamâmen uzak bir şekilde kendi katında bunu yapardı. Hiç kimsenin buna bir müdâhalesi söz konusu olamazdı. Fakat böyle bir şey yapmak Allah’ın şânına yakışmaz. Cenâb-ı Hak bütün varlığı dinî ve dünyevî sayısız hikmet, ibret ve sebeplerle yaratmıştır:
› Dinî hikmet, insanın onların nasıl yaratıldığı üzerinde tefekkür ederek Allah’ı tanıması, O’na kulluk etmesi, O’nu zikredip şükretmesidir. Kâinat kadar geniş imtihan salonunda ve orada kendine sunulan imkânlar çerçevesinde imtihana tâbi tutulması; neticede ya kazananlardan veya kaybedenlerden olmasıdır.
Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için pek çok delil ve ibretler vardır.” (Âl-i İmrân 3/190)
“Düşünüp öğüt almak, bir de Rabbine şükretmek isteyenler için geceyle gündüzü peş peşe getiren de O’dur.” (Furkân 25/62)
› Dünyevî hikmetine gelince, özellikle insanın dünya üzerinde yaşayabilmesi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için bunlarda rakamlarla ifade edilemeyecek kadar faydalar vardır.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“O Allah ki, içinde gemiler O’nun koyduğu kanunlara göre akıp gitsin ve siz de O’nun lütfundan nasibinizi arayasınız diye denizleri sizin hizmetinize verdi. Umulur ki şükredersiniz. Ayrıca O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi tarafından bir lutuf olarak sizin hizmetinize verdi. Bütün bunlarda düşünen bir toplum için elbette nice dersler ve ibretler vardır.” (Câsiye 45/12-13)
Aslında bu âyetlerde; kâinatın hiçbir ciddi sebebe dayanmaksızın yaratıldığı, insanın her istediğini yapmakta serbest olduğu, ona hesap soracak hiç kimsenin olmadığı, yani kişinin iyi amellerinin mükafatlandırılıp kötü amellerinin cezalandırıldığı bir âhiret yurdunun olmadığı, dolayısıyla bir peygamberin davetine kulak asmanın gereksiz olduğu zannına dayanan bütün dünya görüşleri reddedilmektedir. Bu fikri zihinlere iyice perçinlemek üzere de şöyle buyrulmaktadır:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ ﴿١٨﴾
18. Bilakis biz gerçek bir yaratışla hakkı bâtılın tepesine indiririz de, hak onun beynini darmadağın eder, bir de görürsün ki bâtıl can çekişerek yok olup gitmiştir. Allah’a yakıştırdığınız o çirkin vasıflardan dolayı vay sizin hâlinize!
Tefsir
Allah Teâlâ, abesle iştigal etmekten temiz ve uzaktır. O’nun boş ve mânasız olan hiçbir fiili, hiçbir tecellisi yoktur. O, oynayıp eğlenmekten nihâyetsiz yücedir. O’na yakışan vasıf, oyun eğlence değil; oyunu ciddiyetle mağlup etmek, bâtılı hak ile ezip geçmektir. “Hak”tan maksat Kur’ân-ı Kerîm, “bâtıl”dan maksat şeytan ve ona bağlı olan şeylerdir. Cenâb-ı Hak, hakkın beyânı olan Kur’ân-ı Kerîm vasıtasıyla ne kadar bâtıl, yalan ve yanlış şeyler varsa hepsini, beyinlerini parçalayıp öldürürcesine darmadağın edip ortadan kaldırmaktadır. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm karşısında hiçbir bâtılın tutunması, varlığını devam ettirmesi ve başarılı olması mümkün değildir. Bu ise, İslâm’ın en büyük cihad vasıtasının Kur’an olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Nitekim şu âyet-i kerîme de buna işaret eder:
“Biz dileseydik her şehre elbette Allah’ın azabıyla uyarıcı bir peygamber gönderirdik. Fakat Rasûlüm, biz senin cihanşumûl son uyarıcı olmanı diledik. Bu sebeple kâfirlere asla itaat etme! Kur’an’ı esas alarak onlara karşı büyük bir gayretle, çok yönlü ve çok kapsamlı bir şekilde cihad et.” (Furkân 25/51-52)
Tefsiri sadedinde olduğumuz âyet-i kerîmeden işârî olarak şöyle bir mâna anlamak mümkündür:
“Biz, dinî gerçekleri bir bütün olarak kesin bir bilgiyle kavrama gündüzünü, karanlıklar gibi insan ruhunu saran vehim geceleri tepesine indiririz de kulu Allah’tan perdeleyen bulutlar dağılır, gerçeği anlamasına engel olan şüphe kilitleri çözülür, yakîn güneşi doğar ve ilâhî gerçeklerin birer güneş gibi parıldadığı gönül semâsı bütün töhmet tozlarından temizlenir.” (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 288)
Böyle bir manevî terakkiye eren kul, gelen âyetlerde haber verildiği üzere Cenab-ı Hakk’ı devamlı surette ve hiç bıkmadan zikredebilecek bir duruma gelir:

وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ ﴿١٩﴾
19. Göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’a aittir. O’nun yakınında bulunan melekler ise, ne büyüklenip O’na ibâdetten yüz çevirirler, ne de yorulurlar.
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ ﴿٢٠﴾
20. Gece gündüz usanmadan, ara vermeden Allah’ı tesbih ederler.
Tefsir
Göklerde ve yerde olan herkes, hem yaratma hem de mülkiyet itibariyle Allah’a ait olduklarına göre, bunların Allah’a ortak koşulması nasıl mümkün olabilir? Hiç yaratılmış olan, yaratana ortak olabilir mi? Müşriklerin Allah’ın kızları olduklarını iddia ettikleri meleklere gelince, onlar Allah’ın sırf kendine ibâdet etmeleri için yarattığı seçkin kullarıdır. Ne O’na ibâdet etmeye karşı büyüklenirler, ne de O’na ibâdetten usanırlar. Gece gündüz hiç ara vermeksizin ve yorulmaksızın Allah’ı tesbih ederler. Onların tesbihi, bizim nefes alıp vermemiz gibidir. Nasıl ki yaptığımız işler bizim nefes alıp vermemize mâni olmuyorsa, onların yaptıkları işler de onların tesbihlerine mâni olamaz.
Allah dostlarının hali de meleklerin haline benzer. Allah’a olan şiddetli muhabbetlerinden ve neticede mücâhedelerinin yerini ilâhî muhabbete bırakmasından dolayı, sıradan insanlar için geçerli olan dinî sorumlulukların zorluğu onlardan kalkmıştır. Çünkü artık onlar bu sorumlulukların değerini anlamış ve onların ruhanî ve uhrevî hayatları için son derece faydalı ilâhî tecellîler olduğu gerçeği güneş gibi ortaya çıkmıştır. Buradan şu anlaşılmaktadır ki; ancak Allah Teâlâ’ya tam bir muhabbet ve O’nunla alakalı kâmil bir müşâhededen sonra kulluğun tadı mümkün olur. Seyislik yapan kişi hükümdarla konuşmanın lezzetine eremeyeceği gibi, hicap ehlinin ibâdeti de gevşeklik, sıkıntı ve zorluktan uzak değildir. İlâhî keşf ehlinin hâli ise onların aksinedir. Çünkü bu gibiler için ibâdet, kolayca yerine getirilme bakımından başkalarına nispetle artık bir tabiat-i asliye haline gelmiştir. (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 552)
Allah’a kulluğun hazzını tatmada böylesine zirvelere tırmanan seçkin kulların yanında, henüz tevhid gibi en temel inanç mes’elelerinde bocalayan, İslâm’ın öğrettiği ve Allah’ın birliği esasına dayalı doğru inanç sistemini bir türlü kabullenemeyen nasipsizler de vardır:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

 
Kurban
Beiträge: 1.014
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 13.02.2023 | Top

   

Enbiya Süresi Meal Ve Tefsiri 21-51
Hacc Süresi Meal Ve Tefsiri 67-78

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz