Şuara Süresi Meal Ve Tefsiri 1-33

#1 von Kurban , 20.11.2022 04:59

Şuara Süresi Meal Ve Tefsiri

Şuarâ Sûresi Hakkında

Şuarâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 224-227. âyetlerin Medine’de indiği söylenir. 227 âyettir. İsmini 224. âyette geçen ve “şâirler” mânasına gelen اَلشُّعَرَاءُ (şuarâ) kelimesinden alır. Sûrenin ayrıca “Tâ. Sîn. Mîm” ve birkaç peygamberin kıssasını ihtivâ etmesi sebebiyle الجامعة (Câmia) isimleri de vardır. Resmî sıralamada 26, iniş sırasına göre 47. sûredir.
Şuarâ Sûresi Konusu
Furkan sûresinde yer alan “inzâr: Allah’ın azabıyla tehdit ve uyarı”, bu sûrede peygamber kıssalarından verilen muşahhas misallerle genişçe izah edilerek, İslâm’ı tüm yönleriyle bir hayat nizamı hâlinde tebliğ ve tatbik edip yerleştirmeye çalışan Resûlullah (s.a.s.) teselli buyrulur. Bu gâyeye matuf olarak yedi peygamber kıssası anlatılır. Bahsi geçen peygamberlerin gerçek peygamber olması gibi, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de gerçek peygamber, ona indirilen kitabın da Allah kelâmı gerçek bir Kur’an olduğu haber verilir. Allah Teâlâ’nın varlık âlemine yerleştirdiği kevnî âyetler, önceki peygamberlerin gösterdiği mûcizeler, kavimlerinin başına inen ilâhî kahır tecellîleri ve bizzat Kur’ân-ı Kerîm’in mûcizevî yapısı bu hakîkatin şahididir. Bu gerçekler ışığında Resûlullah (s.a.s.) bir kâhin ve şâir olmadığı gibi, Kur’an da bir kehânet ve şiir değildir. Şeytanların böyle her yönüyle ulvî ve hârikulâde bir söz indirmeleri mümkün olmadığı gibi, hangi vadide dolaştıkları belli olmayan şâirlerin de bunun gibi bir söz söylemeleri muhaldir. O, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in kalbine Cebrâil (a.s.) tarafından inzal edilmiş, insanlığı ilâhî azap ile uyarıp ebedî nimetlerle müjdelemek maksadını taşıyan Allah kelâmıdır. Gerçek kurtuluş, ancak onun tâlimatlarına inanıp itaat etmekle mümkün olabilecektir. Sûre boyunca Cenâb-ı Hakk’ın “Azîz: çok güçlü, kuvvetli, mağlup edilemez bir kudret sahibi” ismi ile birlikte “Rahîm: çok merhametli” ismi tekrar edilir. İnsanlık tarihi, O’nun rahmet tecellilerine olduğu gibi gazap tecellilerine de şâhitlik etmektedir. Bu durumda, Allah’ın rahmetine mi, yoksa gazabına mı müstahak olmaya karar vermenin insanların kendi tercihlerine kaldığına işaret edilir.
Şuarâ Sûresi Nuzül Sebebi
Mushaftaki sıralamada yirmi altıncı, iniş sırasına göre kırk yedinci sûredir. Vâkıa sûresinden sonra, Neml sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 197. âyeti ile son dört âyetinin (224-227) Medine döneminde indiğine dair rivayetler de vardır (Süyûtî, el-İtkån, I, 12; İbn Âşûr, XIX, 89-90).
Şuara Suresinin Sırrı Havası ve Faziletleri
ŞU ARA süresini , yedi kere okuyan kimseye , Hak Teala bütün mahlukatı muhabbet ettirir ve hepsi ile hoş-hal olur.
im Şuarâ sûresini okursa, Nûh’u tasdîk edenlerin, Hûd, Sâlih, Şuayb ve İbrâhim’i yalanlayanların ve Îsâ’yı yalanlayanların ve Muhammed’i (aleyhisselâm) tasdîk edenlerin adedinin on katı sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Her kim şu’ara Suresini okursa, (Hazreti) Nuh (Aleyhisselam), (Hazreti) Hud (Aleyhisselam), (Hazreti) Salih (Aleyhisselam), (Hazreti) Şuayb (Aleyhisselam), (Hazreti) İbrahim (Aleyhisselam) ve (Hazreti) Muhammed (Sallallahuı Aleyhi ve Sellem)‘e iman edenlerin ve yalanlayanların sayısınca sevap verilir.”(Kadı Beyzavi, (Beyzavi Tefsir(Envarut-Tenzil ve Esrarut Te’vil), 2/179)
Rivayet Edildiki:
* Her türlü zarardan korunmak için okunur.
* Kabakulak olan bölgenin etrafı çizilip Şuara suresinin 130. ayeti çizili olan kısmın içine * yazılırsa, Allah’u Teala’nın izniyle şifa bulacağı ümit edilir.
* Her türlü kötülüğün rahatça işlendiği günümüzde kendimizi ve ailemizi küfür, şirk ve cinsel sapkınlıktan korumak için Şu’ara suresinin 169. ayeti çokça okunmalıdır.
”Bismillahirrahmanirrahim”;
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
/Rahman Ve Rahim Olan ALlahın Adıyla
طٰسٓمٓۜ ﴿١﴾
Ta Sin Mim

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ ﴿٢﴾
2. Bunlar, gerçekleri açıklayan apaçık kitabın âyetleridir.
Tefsir
“Gerçekleri açıklayan apaçık kitap”, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm insanları neye davet ettiğini, onlara neyi emredip neyi yasakladığını ve neyi gerçek, neyi sahte kabul ettiğini kolayca anlayabilecekleri açıklıkta anlatmaktadır. İman edip etmemek ayrı bir iş olmakla birlikte hiç kimse onun emir ve yasaklarını anlayamadığını söyleyemez. Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî bir kitap olma bakımından da açıktır. Dili, üslubu, işlediği konular, haber verdiği gerçekler onun tüm kâinatın Rabbinin kitabı olduğuna şehâdet eder. Bu mânada o hem bütün, hem de sûre sûre olarak bir mûcizedir. Bu sebeple Resûlullah (s.a.s.)’in nübüvvetine inanmak için “Apaçık Kitâb”ın ayetlerinden başka bir mûcizeye ihtiyaç yoktur.

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٣﴾
3. Rasûlüm! Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin. Hayır böyle yapma!

اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ ﴿٤﴾
4. Biz dilesek onlara gökten bir mûcize indiririz de, onun karşısında ister istemez boyun büker, inanmak zorunda kalırlar.

وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ ﴿٥﴾
5. Fakat ne zaman kendilerine Rahmân’dan yeni bir öğüt, bir uyarı gelse, mutlaka hoşnutsuzluk içinde ondan yüz çevirirler.

فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٦﴾
6. Nitekim onlar Kur’an’ın uyarılarını da yalanladılar. Fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri, pek yakında kendilerine gelecektir.
Tefsir
Peygamber (s.a.s.)’in vazifesi, insanları zorla imana getirmek değil, sadece ilâhî hakîkatleri tebliğ etmektir. Kendilerine hakkın daveti ulaşan kimseler ise inanıp inanmama da serbesttir; dileyen iman edebilir, isteyen de inkâr edebilir. Dünya hayatının imtihan için yaratılmış olmasının hikmeti de budur. İnsan hür iradesiyle tercihte bulunacak ve ona göre de bir netice ile karşılaşacaktır. O halde Peygamberin, insanlar iman etmiyorlar diye kendini helak edercesine üzülmesine gerek yoktur. Bu şekilde Allah Resûlü (s.a.s.) teselli edilmektedir. Hem sonsuz kudret sahibi Allah dilese, onlara gökten bir mûcize indirir, hepsini inanmaya zorlayabilirdi. Yahut tepelerine öyle bir belâ indirirdi ki, boyunları bükülür kalırdı. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın böyle bir muradı yoktur. Asıl mesele bu hususta murâd-ı ilâhîyi tam anlamak, kul olarak üzerimize düşen vazifeyi yapmak ve işi Allah’a havale etmektir. İşte Allah Teâlâ’nın tanıdığı bu özgürlük sebebiyle kâfirler, kendilerine ne zaman Allah’ın en büyük rahmet tecellilerinden olmak üzere yeni bir ilâhî hatırlatma gelse, bir şeriat verilse veya bir peygamber gönderilse hemen ondan yüz çevirebiliyorlardı. Aynı minval üzere müşrikler de Kur’an’ı yalanlamışlar ve alaya almışlardır. Fakat alay ettikleri bu Kur’an’ın verdiği haberler yakında bir bir gerçekleşecektir. Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiği üzere İslâm peyderpey yayılacak, dünyanın her tarafına ulaşacak; kâfirlerin başlarına ise dünyada kahr-ı ilâhî inecek, onlar âhirette de ebedî azaba uğrayacaklardır. Eğer onlar ibret nazarıyla üzerinde yaşadıkları yeryüzüne ve aynı kara toprağın bitirdiği binbir renk, koku, çeşit ve desendeki bitkilere bakacak olsalar bu inkâr girdabından kendilerini kurtarabilirler.

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ ﴿٧﴾
7. Peki bunlar, yeryüzüne bakıp hiç düşünmezler mi? Biz orada her güzel çiftten çeşit çeşit nice bitkiler yetiştirdik.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٨﴾
8. Şüphesiz bunda ilâhî kudret ve azameti gösteren apaçık bir delil, bir işaret vardır. Ama insanların çoğu yine de iman etmez.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٩﴾
9. Muhakkak senin Rabbin, elbette O, sonsuz kudret sahibidir, çok merhametlidir.
Tefsir
Allah Teâlâ, istediği her işi yapabilecek bir kudrete sahiptir. O, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamber olmasını, ona Kur’an’ın inmesini murat etmiş, bu da gerçekleşmiştir. Yine O, İslâm’ın zafer ve gâlibiyetini, İslâm düşmanlarının ise helak ve hezimetlerini istemiştir. Nitekim peygamberler tarihi boyunca hep bu murâd-ı ilâhî tahakkuk etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.) örneğinde bu durum yeniden tekerrür edecektir. Bunun en muşahhas delili, Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzünde tecelli eden ilâhî kudret akışları ve azamet tezâhürleridir. Toprağı, suyu, havası ve iklimi aynı olan bir arazi üzerinde binlerce renk, koku, tat, çeşit ve şekilde faydalı ve güzel bitkiler yetişmektedir. Bu durum, Allah Teâlâ’nın üstün bir irade, nihâyetsiz bir ilim, hikmet ve kudret sahibi olduğunu gösterir. Buna rağmen insanların çoğu iman etmezler. Ancak netice itibariyle Rabbimiz, kendine karşı gelenleri asla mağlup edilmez kudretiyle cezalandıracak, iman edip sâlih ameller yolunu tutanları da sonsuz merhametiyle mükâfatlandıracaktır. Sûre sonuna kadar her bir peygamber kıssası anlatılırken bir taraftan kahır tecellilerine ve bir taraftan da rahmet tecellilerine yer verilmekte, bununla âhenkdâr bir şekilde Allah’ın “Azîz ve Rahîm” isimleri tekrarlanarak zikredilmektedir.

وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٠﴾
10. Bir vakit Rabbin Mûsâ’ya nidâ etmiş, şöyle buyurmuştu: “Şu zâlim kavme git!”

قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ ﴿١١﴾
11. “Firavun’un kavmine! Onlar hâlâ Allah’a karşı gelmekten sakınmayacaklar mı?”
Tefsir
Peygamberimiz (s.a.s.)’i teselli etmek ve ona gelecekle alakalı başarılı olma heyecanı aşılamak üzere anlatılan ilk kıssa Hz. Mûsâ kıssasıdır. Şunu hemen belirtelim ki, Mûsâ (a.s.)’ın risâlet vazifesini yerine getirme mecburiyetinde kaldığı şartlar, zâhiren Allah Resûlü (s.a.s.)’in karşılaştığı şartlardan daha zor ve daha çetindi. Çünkü Hz. Mûsâ, Firavun ve kavmince ezilen köle bir topluma mensuptu. Buna karşılık Peygamberimiz (s.a.s.) Kureyş kabilesinin üyesiydi ve ailesi diğer kabilelerle en azından eşit bir statüye sahipti. Yine Hz. Mûsâ, Firavun’un sarayında yetiştirilmiş, büyütülmüş ve bir cinayet suçlaması sebebiyle kaçıp on sene kaldıktan sonra, hayatı uğruna kendisinden kaçtığı aynı hükümdara gitme emri almış bulunuyordu. Efendimiz (s.a.s.) için böyle bir durum söz konusu değildi. Üstelik Firavun’un imparatorluğu, zamanın en geniş ve en güçlü imparatorluğu olup Kureyş’in zayıf gücüyle kıyas bile kabul etmeyecek durumda idi. Bütün bunlara rağmen, Firavun, Hz. Mûsâ’ya hiç bir zarar veremedi, sonunda mağlup oldu. İşte Kur’an bu kıssa ile Kureyş müşriklerine ve kıyâmete kadar herkese şu dersi vermektedir: “Allah’ın yardım ettiği kişiyi kimse yenilgiye uğratamaz. Öyle zor şartlarda bile Hz. Mûsâ, bütün güç ve kuvvetine rağmen Firavun karşısında gâlip geldiğine ve hak din muzaffer olduğuna göre, ne Mekke kâfirlerinin ne de ondan sonra gelecek kâfirlerin İslâm davetine mâni olmaları mümkündür.”

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ ﴿١٢﴾
12. Mûsâ şöyle karşılık verdi: “Rabbim! Doğrusu ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum.”

وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ ﴿١٣﴾
13. “Göğsüm daralıyor, dilim konuşamaz oluyor. Onun için, ne olur, Hârûn’u da peygamberlikle şeref­len­dir.”

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ ﴿١٤﴾
14. “Hem benim onlara karşı işlediğim bir suçum da var. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.”

قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ ﴿١٥﴾
15. Allah buyurdu ki: “Hayır, korkmayın! Sen ve Hârûn mûcizelerimizle ona gidin. Elbette biz de sizinle beraberiz ve olup biten her şeyi işitip takip etmekteyiz.”

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿١٦﴾
16. “Gidin o Firavun’a ve şöyle deyin: «Biz Âlemlerin Rabbinin gönderdiği elçileriz.»”

اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿١٧﴾
17. “«Artık İsrâiloğulları’nı serbest bırak, bizimle beraber gelsinler!»”
Tefsir
Mûsâ (a.s.)’ın, Firavun’a gönderilme emri karşısında “yalanlanma endişesi, göğsünün daralması, dilinin tutulması ve onlardan bir adamı öldürmüş olması yüzünden öldürülme tehlikesinin bulunması” gibi sebepler ileri sürmesi, asla Allah’ın emrine aldırış etmemek veya ona karşı gelmek kastiyle değildi. Bilakis bu durum, emrin kesin ve hükmün kati olduğunu bilmesi sebebiyle affını talep etme, mazeret beyân etme ve bu emrin iptalini isteme gâyesine matuftu. Bir mânada bu mühim iş karşısında acziyetini itiraftı. Bu sebeple hiç değilse kardeşi Hârûn’u peygamberlikle şereflendirerek kendisine yardımcı yapmasını Rabbinden dilemişti. (bk. Tâhâ 20/25-35; Kasas 28/33-34) Cenâb-ı Hak onun bu duasını kabul buyurdu. (bk. Tâhâ 20/36) Korkmalarına gerek olmadığını, çünkü kendilerini koruyup gâlip kılacağını müjdeledi. (bk. Kasas 28/35) Bu sebeple birlikte Firavun’a gidip, hiç çekinmeden İsrâiloğullarının kendileriyle beraber Mısır’dan çıkmasına izin vermesini istemelerini emretti. (bk. Tâhâ 20/47)

قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يدًا وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ ﴿١٨﴾
18. Firavun şöyle dedi: “Öyle mi? Biz seni henüz yeni doğmuş bebekken bağrımıza basıp yanımızda büyütmedik mi? Ömrünün pek çok yıllarını bizim aramızda geçirmedin mi?”

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿١٩﴾
19:. “Sonunda yapacağını da yaptın; suçsuz yere bir cana kıydın. Sen nankörün tekisin!”

قَالَ فَعَلْتُهَٓا اِذًا وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ ﴿٢٠﴾
20. Mûsâ şöyle cevap verdi: “Evet o işi yaptım, ama sonunun ölüme varacağını bilmeden yaptım.”

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْمًا وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٢١﴾
21. “Sonra da sizden korktuğum için süratle aranızdan ayrıldım. Fakat Rabbim bana ilim ve hikmet verdi ve beni peygamberlerden kıldı.”

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ ﴿٢٢﴾
22. “İşte başıma kaktığın bu nimet, gerçekte bir iyilik değil, İsrâiloğulları’nı kul köle yapmış olmanın bir sonucuydu.”
Tefsir
Hz. Mûsâ ile Hz. Hârûn gidip Allah’ın emrini tebliğ ettiklerinde Firavun, henüz bebekken alıp elinde büyüttüğü, bin bir ihtimamla sarayında barındırıp yetiştirdiği birinin seneler sonra karşısına dikilip tüm sistemini altüst edecek bir teklifte bulunmasını hazmedemedi ve derinden sarsıldı. Mûsâ (a.s.)’a olan iyiliklerini bir bir saymaya başladı. Bu arada Kıptîlerden bir adamı öldürme suçunu hatırlatarak, gerekirse kısas edilebileceği imâsında bulundu. “Sen kâfir, nankörün tekisin!” diye tehdit savurdu. İşin ilginç yanı Hz. Mûsâ suçunu itiraf etti; ölümle sonuçlanacağını bilmeden adama vurduğunu ve adamın öldüğünü, sonra da öldürülmekten korkarak kaçtığını söyledi. Nitekim Kasas sûresinde anlatıldığı üzere Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’ndan birine vahşice davrandığını gördüğü Kıptîye yalnızca bir yumruk vurmuş, adam oracıkta can vermişti. (bk. Kasas 28/15) Yumruk, öldürme aracı olmadığı gibi öldürme niyetiyle de vurulmaz. Dolayısıyla, bu kasten bir öldürme değil, hata ile vuku bulan bir öldürmedir.
Mûsâ (a.s.) suçunu ve yaptıklarını itiraftan sonra esas meseleye geçerek, Allah Teâlâ’nın kendisine olan lutuf ve ikramlarını saymakta ve kendisinin nasıl bir vazifeyle vazifelendirildiğini açıklamaktadır. Cenâb-ı Hak ona hüküm ve hikmet vermiş, her konuda doğru ile yanlışı ayırıp isabetli karar verebilme kabiliyetini bahşetmiş, kendisini nübüvvetle görevlendirmiş ve hitap ettiği kimselere peygamber olarak göndermişti.
Son olarak Mûsâ (a.s.), Firavun’un kendisini aşağılamasına karşılık bir aşağılama ile cevap vermekte, fakat gerçeği dile getirmektedir: “İşte başıma kaktığın bu nimet, gerçekte bir iyilik değil, İsrâiloğulları’nı kul köle yapmış olmanın bir sonucuydu.” (Şuarâ 26/22) Yani Mûsâ (a.s.)’ın bebekken Firavun’un sarayında kalması ve orada terbiye görmesi, Firavun’un İsrâiloğulları’nı köle edinmesi ve erkek çocuklarını öldürmesinden kaynaklanıyordu. Bu insafsız ve zorba uygulama yüzünden annesi onu sandukaya koymak ve sandukayı Nil’in engin sularına bırakmak zorunda kalmıştı. Firavun’un hizmetçileri onu buldu, getirdi. Böylece o, anne-babasının şefkat yuvasından mahrum olarak orada barınma mecburiyetinde kaldı. Bu başa kakılacak bir lutuf değil, bir çocuğa yapılacak en büyük zulümdü.

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٢٣﴾
23. Firavun: “Sahi, şu bahsettiğin Âlemlerin Rabbi de neyin nesi?” diye sordu.

قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ ﴿٢٤﴾
24. Mûsâ: “O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten bir ilâhın varlığına inanmak istiyorsanız buna inanın.”

قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ ﴿٢٥﴾
25.Firavun etrafında bulunanlara: “Bu adamın neler saçmaladığını duyuyorsunuz, değil mi?” dedi.

قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٢٦﴾
26. Mûsâ çekinmeden: “O, sizin de Rabbinizdir, önceki atalarınızın da Rabbidir” diye karşılık verdi.

قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ ﴿٢٧﴾
27. Firavun yine etrafındakilere: “Size gönderilen şu sözde peygamberiniz var ya, gerçekten bir deli!” diye diretti.

قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٨﴾
28. Bu kez Mûsâ: “O, doğunun, batının ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer aklınızı çalıştırırsanız anlarsınız” diye cevap verdi.
Tefsir
Firavun’un “Âlemlerin Rabbi de neyin nesi?” tarzında alayvârî sorusuna, etrafındakilere “bu adam ne demek istiyor, neler saçmaladığını hiç duyuyor musunuz?” gibi tahkir ifadelerine ve “o kesinlikle bir deli” şeklindeki saldırılarına rağmen, Hz. Mûsâ, vakar ve sükûnetini hiç bozmadan, Âlemlerin Rabbinin kim olduğunu ve getirdiği tevhid akidesinin ne olduğunu açık ve anlaşılır bir dille izah etmektedir. Buna göre:
› O göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Dolayısıyla sadece yeryüzünde yaşayan insanlardan biri olan Firavun’un rablik iddiasının bir dayanağı yoktur. Kesin bilgi peşinde olan, bu gerçeği hemen anlayabilecektir.
› O, hem Hz. Mûsâ’nın şu an hitap etmekte olduğu kimselerin, hem de onların önceden gelip geçmiş atalarının Rabbidir. Önceki nesiller Firavunlarıyla birlikte yok olup gittikleri gibi, bunlar da yok olup gideceklerdir. Fenâ bulmakla malûl olan bir kimse nasıl olur da rablik iddia edebilir. Dolayısıyla Firavun’un rab olmasının hiçbir aklî ve mantıkî delili yoktur. Gerçek Rab, önce ve sonra gelenleriyle tüm insanları yaratan, yaşatan, rızıklandıran, öldüren ve yeniden diriltecek olan Allah’tır. O’nun hâkimiyet ve otoritesine inanmak ve teslim olmak gerekir.
› O, doğunun, batının ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Her gün gördüğümüz gibi güneşi doğdurup batıran, onun doğuş ve batış yerlerini tâyin eden, değiştiren, bu sûretle gök cisimlerini hareket ettirerek bütün kâinatı idâre eden, hepsinin üzerinde hüküm süren, hepsinin gerçek sahibi ve mâliki O’dur. Aklını çalıştıranlar bu gerçeği anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir. O halde yeryüzünün küçük bir bölgesinde hüküm süren fâsık Firavun mu, yoksa doğunun, batının ve Mısır ülkesi dâhil doğu ile batının çevrelediği her şeyin maliki olan Allah mı gerçek Rabdir? Aklımızı kullanıp buna karar vermemiz gerekir.
Ömer Çelik Tefsiri
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْرٖي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونٖينَ ﴿٢٩﴾
29. Firavun, “Benden başkasını tanrı edinirsen, yemin ederim ki seni zindanlarda süründürürüm!” dedi.

قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُبٖينٍ ﴿٣٠﴾
30. Mûsâ, “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” diye sordu.

قَالَ فَأْتِ بِهٖٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقٖينَ ﴿٣١﴾
31﴿. Firavun, “Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu” diye karşılık verdi.

فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبٖينٌۚ ﴿٣٢﴾
32. Bunun üzerine Mûsâ asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ düpedüz bir yılan oluvermiş!

وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِرٖينَࣖ ﴿٣٣﴾
33. Sonra elini çıkardı; o da bakanlara beyaz ışık saçan bir şey oluvermiş!
Tefsir
Eski Mısır inancında Firavun hem kral hem de tanrının oğlu ve dolayısıyla tanrı sayılıyordu. Bu sebeple, onun tanrılığını kabul etmemek veya tanrısallığına karşı meydan okumak mevcut dine karşı çıkmak anlamına geliyordu (Firavun hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/103); Allah tarafından seçilerek gönderilmiş bir peygamberin, Firavun’un tanrılığını kabul etmesi ise söz konusu olamazdı. Hz. Mûsâ’nın getirdiği deliller karşısında çaresiz kalan Firavun, kaba kuvvete başvurarak onu zindana atmakla tehdit etti. Bununla birlikte Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un iman edeceği ümidiyle ona tatlı dille konuştu, Allah da mûcizeler gönderdi (32 ve 33. âyetlerde belirtilen mûcizeler hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/107-108; Tâhâ 22/22, 56-76).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 151

 
Kurban
Beiträge: 1.013
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 02.12.2022 | Top

   

Şuara Süresi Meal Ve Tefsiri 34-66
Neml Süresi Meal Ve Tefsiri 83-93

Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz