Rum Süresi Meal Ve Tefsiri 1-20

#1 von Kurban , 28.10.2022 05:58

Rum Süresi Meal Ve Tefsiri
Hakkında:
Rûm sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. İsmini, 2. âyetinde yer alan اَلرُّومُ (Rûm) kelimesinden alır. Mushaf tertibine göre 30, nüzûl sırasına göre 84. sûredir.17.ayetin dışın da hepsi Mekki ayetlerdir.
Konusu:
Rûm sûresi, çok mühim bir gaybî hâdiseyi haber vererek başlar. Bu hâdise, Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıların galip gelmesidir. Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiği şekilde gerçekleşen bu hâdise, Kur’an’ın en büyük mûcizelerinden biri olup Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği vahyin doğruluğunu ispat eder. Rûm sûresinde; bir taraftan mü’minleri seven, onlara yardım eden, onları zafere eriştireceğini va‘deden ve onları cennetle müjdeleyen; diğer taraftan da âhirete inanmayıp hayatı sadece dünyadan ibaret sayan kâfirleri cehennemle korkutan Yüce Allah’ın varlığının, birliğinin, nihâyetsiz kudret ve azametinin delilleri peş peşe serdedilir. İnsanlar böyle bir Allah’ın dinine girmeye ve o dinin itikâdî, amelî ve ahlâkî gereklerini yapmaya davet edilir. Bu münâsebetle şirkin tutarsızlığı misallerle izah edilirken, şirke bulaşmış hastalıklı ruhların içler acısı halleri ortaya konur. Bunların tedavisi için açık ve anlaşılır reçeteler sunulur. Yine mecbûri istikâmet olan âhiretin varlığı, tabiatta ve insanlarda durmadan cereyan eden ölme ve yeniden dirilme delilleriyle ispat edilir. Mahşerdekilerin diliyle dünyanın bir gün, hatta bir saat gibi çok kısa olduğuna temas edildikten sonra, gönüller o dehşetli ve sonsuz âhiret âleminin manzalarını ibretle temâşâya, kulaklar da, bütün bu hususlarda en doğru bilgiyi ve misalleri veren Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemeye yönlendirilir.
Sebebi Nuzül:
Mushaftaki sıralamada otuzuncu, iniş sırasına göre seksen dördüncü sûredir. İnşikak sûresinden sonra, Ankebût sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 17. âyetinin Medine’de nâzil olduğuna dair bir rivayet de vardır (nüzûl sebebi için bk. 2-6. âyetlerin tefsiri).
Fazileti:
Kim Rûm sûresini okursa, semâda ve yerde Allahü teâlâyı tesbih eden meleklerin adedinin on katı sevâb kazanır, gece ve gündüzünde kaybettiğine kavuşur. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
Sevabu’l-Amal kitabında İmam Sadık’tan (a.s) şöyle bir rivayet nakledilmiştir: Ramazan ayının 23. Gecesinde Rum ve Ankebut surelerini okumanın sevabı; cennettir, İmam Sadık (a.s) rivayetin devamında şöyle buyurdu: Bu iki surenin, Allah katında çok büyük bir değere sahip olduğuna eminim.
İmam Ali’den (a.s) şöyle bir rivayet nakledilmiştir: Her kim, ilkindi vakti 17 ve 18. Ayet-i kerimeleri 3 kez okursa, her iyi ve hayır işi yapmaya muvaffak olur, her şer ve kötü iş de onun üzerinden kaldırılır ve her kim, sabahları bu ayet-i kerimeleri 3 kez okursa, aynı şekilde bereketinden faydalanır. [Şeyh Saduk, Emali, h.ş 1358, s 674.]Yine aynı şekilde, Peygamber efendimiz (s.a.a) bir hadis-i şeriflerinde Rum suresi 17 ve 18. Ayet-i kerimeleri okuyana cennet vaat etmiştir.Düşmana galip olmak ve kalbine korku salmak için Rum suresinin 59-60 ayeti yazılır ve sık sık okunur.

اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ “Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm.”“Kovulmuş Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırım.”
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ “Bismillahirrahmanirrahîm.”“Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı ile
الٓمٓ۠ ﴿١﴾
1: Elif. Lâm. Mîm.

غُلِبَتِ الرُّومُۙ ﴿٢﴾
2: Rumlar mağlup edildiler.

ف۪ٓي اَدْنَى الْاَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَۙ ﴿٣﴾
3: Arabistan’a yakın bir yerde, yeryüzünün en aşağısında. Fakat onlar, mağlubiyetlerinden sonra yakın bir zamanda tekrar gâlip geleceklerdir.

ف۪ي بِضْعِ سِن۪ينَۜ لِلّٰهِ الْاَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُۜ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَۙ ﴿٤﴾
4: Üç ile dokuz yıl içinde. Her işin öncesinde de sonrasında da mutlak hüküm ve o işleri karara bağlama yetkisi bütünüyle Allah’a aittir. Rumların gâlip geldiği o gün mü’minler de sevineceklerdir.

بِنَصْرِ اللّٰهِۜ يَنْصُرُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ ﴿٥﴾
5: Allah’ın yardımı ve bahşedeceği zaferle. O, dilediğine yardım edip onu zafere eriştirir. Çünkü O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
Tefsir
Rumlardan maksat, o zaman Doğu Roma’da yaşayan Bizanslılardır. Bizanslılar Ehl-i kitap, İranlılar ise Mecûsi idiler. Nübüvvetin beşinci senesinde vuku bulan bir savaşta İranlılar Bizanslıları müthiş bir şekilde mağlup etmiş, Ürdün, Filistin, Mısır, hatta Anadolu’yu onlardan alarak İstanbul boğazına, Kadıköy’e kadar dayanmışlardı. Bu durum Mekke müşriklerini sevindirmiş, fakat müslümanları üzmüştü. Çünkü müslümanlar Ehl-i kitap olanları kendilerine daha yakın görüyor, müşrikler ise kendilerini putperest olan Mecûsilerle aynı safta sayıyorlardı. Bunun üzerine Kur’ân-ı Kerîm, bir mûcize olarak yakın gelecekte vuku bulacak bir savaşın neticesini kesin ifadelerle haber verdi. بِضْعِ سِن۪ينَۜ (bid‘i sinîn) “3 ilâ 9 sene” içinde Bizanslıların İranlılara galip geleceğini ve o sırada mü’minlerin hem onların bu zaferine hem de bizzat kendilerine lütfedilecek zaferlere sevineceğini bildirdi. Halbuki mevcut şartlar içinde ne müslümanların, ne de Rumların üç-beş sene gibi kısa bir müddet içinde düşmanlarını yenebilecek güçleri vardı. Hatta bu, hiç kimsenin hayal edemeyeceği bir şeydi. Böyle iken Kur’an, hiç kimseden çekinmeden ve yalanlanmaktan korkmadan iki gaybî müjdeyi birlikte verdi. Gerçekten de Bizans kralı Herakliyus 624’de İranlıları mağlup edip Azerbaycan’a kadar ilerlediğinde, müslümanlar da aynı tarihlerde Bedir zaferini kazandılar. (Tirmizî, Kırâât 4; Tefsir 30/2) Nihâyet Herakliyus 627’de en büyük darbeyi vurup nihaî zaferi kazanırken, müslümanlar da apaçık fetih ve İslâm’ın tebliğ sürecinde çok mühim bir dönüm noktası olan Hudeybiye zaferini elde ettiler.
2. âyetteki اَدْنَى الْاَرْضِ (edna’l-ard) ifadesi iki anlama gelir:
› Yakın bir yer,
› Yerin en aşağısı.
Anlatılan savaş için her iki anlamda geçerlidir. Çünkü Şam ve Kudüs’ün İranlılara geçmesiyle sonuçlanan savaşın cereyan ettiği Lût Gölü bölgesi Arapların yaşadığı bölgeye en yakın bir yer olduğu gibi, karaların en derin noktasını teşkil etmekte ve deniz seviyesinin 395 metre aşağısında yer almaktadır.
Bütün bu olaylar Kur’an’ın haber verdiği şekilde gerçekleşmiştir ve gerçekleşecektir.
Sebebi Nuzül
Meşhur rivayete göre İran Kıralı(Ateşperes)Kisra Şapurun Şam beldeleri ile ondan sonra gelen Cezire ve Rum diyarının içlerine kadar olan bölgeyi ele geçirip Rum Kıralı(Hiristiyan) Hiraklı zor durumda bırakır.Kostantineye(İstanbula)mecbur bıraktığın da nazil olmuştur.Bak Ebabı Nuzül C.2.s.694

وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٦﴾
6: Bu, Allah’ın verdiği sözdür. Allah sözünden asla dönmez ve onu yerine getirmede kusur etmez. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Tefsir
Allah, bir şeyi yapmaya söz verdiği zaman onu mutlaka yerine getirir. Asla sözünden caymaz ve onu yerine getirmede kusur etmez. Fakat insanların çoğu, bu ilâhî hakîkati kavrayabilecek ilimden mahrumdur. Onlar sadece yemek, içmek, giymek, ekip biçmek gibi dünya hayatının dış yönünü bilirler. Olayların perde arkasından ve özellikle âhiret hayatından büyük bir gaflet içindedirler. İşlerin sonunun nereye varacağını hiç düşünmezler. Halbuki Allah’ın dünya hayatıyla ilgili verdiği sözler kesinlikle gerçekleştiği gibi, âhiret hayatıyla ilgili sözleri de elbette gerçekleşecektir.
Nitekim bu âyetler nâzil olunca Allah Resûlü (s.a.s.): “İranlılar mutlaka mağlûb olacaklardır!” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 276) Bu haberi öğrenen Ebubekir (r.a.) müşriklerden Übey b. Halef ile Rumların İranlıları üç seneye kadar yeneceğine dâir on deve karşılığında bahse girdi. Hz. Ebubekir bu bahsi Allah Resûlü (s.a.s.)’e haber verince Efendimiz: “Âyetteki «bid’» kelimesi üç ile dokuz arasındaki sayıları ifade eder. Sen hemen git, develerin sayısını artır, müddeti de uzat!” buyurdu.
Ebubekir (r.a.) gitti ve müddeti dokuz seneye, develerin sayısını da yüze çıkardı. Rumlar birdenbire gelişerek İranlıları ağır bir hezîmete uğrattılar. Bunu haber alınca Hz. Ebubekir Übey’in veresesinden yüz deveyi alıp Peygamber Efendimiz’e getirdi. Allah Resûlü (s.a.s.):
“Bunları fakirlere dağıt!” buyurdu. O da fakirlere dağıttı. Kur’ân-ı Kerîm’in bu mûcizesini gören Mekkeli müşriklerden bir kısmı müslüman oldu (Bk. Tirmizî, Tefsir 30/3194; Kurtubî, el-Câmi‘, XIV, 3)

يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ ﴿٧﴾
7. Onlar dünya hayatının sadece görünen yüzünü kısmen bilirler; âhiret konusunda ise büsbütün habersiz ve kayıtsızdırlar.

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ ﴿٨﴾
8. Onlar, Allah’ın gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunan her şeyi ancak gerçek bir sebep, derin bir hikmet, şaşmaz bir kanun ve belirli bir ecel ile yarattığını kendi içlerinde hiç düşünmezler mi? Ne var ki, insanların çoğu, öldükten sonra dirilip Rablerine kavuşacaklarını kesinlikle inkâr etmektedir.

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ ﴿٩﴾
9. Onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin âkıbet­lerinin nasıl olduğuna ibretle bakmazlar mı? Halbuki onlar kendilerinden çok daha kuvvetli idiler; hem sular, madenler çıkarmak, ekin ekmek, ağaç dikmek için yeri karmış, alt üst etmişler; hem de onu bunların imarından daha fazla îmâr etmişlerdi. Onlara da peygamberleri mûcizeler, açık deliller getirmişti fakat inkâr edip helâk oldular. Böyle yapmakla Allah onlara asla zulmetmedi; fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿١٠﴾
10. Sonunda kötülüklere batmış o toplulukların âkıbeti çok fenâ oldu. Çünkü Allah’ın âyetlerini yalanlıyor ve onlarla alay edip duruyorlardı.
Tefsir
Bu âyetlerde, Allah’ın kudretinin ve buna bağlı olarak âhiretin varlığının delilleri serdedilir. Bunlar, selim bir akılla düşünüldüğünde hemen anlaşılabilecek delillerdir:
Birincisi; Allah gökleri, yeri ve aralarında bulunan her şeyi “hak ile” yaratmıştır. Yani iş olsun veya abesle iştigal olsun diye değil, gerçek bir sebep ve derin bir hikmet ile, sağlam ve şaşmaz bir düzen içinde, hak ve adâlet temelleri üzerine yaratmıştır. Dünyada ciddi bir imtihanın ve âhirette de sıkı bir hesabın olmadığını düşündüğümüzde, bu muazzam kâinat çarkının boş yere döndüğünü söylemiş oluruz ki, bunun akla ve mantığa uygun olmadığı kesindir. Allah, iyilik yapanlara mükâfatlarını adâletle vermek, kötülük yapanları da müstahak oldukları şekilde cezalandırmak için bu kâinat sistemini kurmuş, kıyâmetle ona yeni bir düzen verecek ve öyle devam ettirecektir. (bk. Yûnus 10/4)
İkincisi; göklerin, yerin ve aralarında bulunan tüm varlıkların sona erecekleri belirli bir süre vardır. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin hayatında bu gerçeği daha net görürüz. Kâinatın da bir eceli vardır ki, bu kıyâmet günüdür. O gün yeni bir sayfa açılacak, iyilik yapanlar ebedi bir mükâfata nâil olurken, kötülük yapanlar da ceza göreceklerdir.
Üçüncü delil tarihten verilir. Onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd kavimleri gibi nice toplumlar bu dünya üzerinde hayat sürdüler. Çok üstün bir güç ve kuvvete sahiptiler. Dünya nimetlerinden tıka basa faydalandılar. Toprağı kazıp ziraat yaptılar; yeri yarıp su kanalları açtılar, madenler çıkardılar, bağlar bahçeler yetiştirdiler. Dünyayı bunlardan daha fazla imar ettiler. Benzeri olmayan muhteşem köşkler, saraylar yaptılar. Fakat Allah Teâlâ onları başıboş bırakmadı; peygamberleri vasıtasıyla mesajını onlara ulaştırdı. Peygamberlerine lütfettiği açık deliller ve mûcizelerle onları hidâyete çağırdı. Ancak onlar, âhiretin varlığını kabul etmedikleri için azgınlaştılar, günahlara düştüler. Neticede helak olup gittiler. Ne kuvvetleri, ne kazandıkları ne de dünyayı imarları, onları yok olmaktan kurtarabildi. Şimdi onlar küfür ve azgınlıklarının hesabını vermek ve neticesini görmek üzere son derece ıstıraplı kabir koridorunda mahşer sabahını beklemektedirler. Ancak netice bellidir: Allah’ın âyetlerini yalanlamaları ve onlarla alay etmeleri sebebiyle âkıbetleri çok kötü olacak ve cehennemi boylayacaklardır. Çünkü diken ekenin gül biçemeyeceği, afyon ekenin güzel meyveler toplayamayacağı gibi, ömür tarlalarına günah tohumu ekenler de herhalde hayırlı bir mahsul elde edemeyeceklerdir. Bu, Allah ve Rasûlü’nün çağrısına uymayan, bilakis onlara muhalif cephede yer alan kıyâmete kadar gelecek tüm fert ve toplumlara yönelik çok ciddi ilâhî bir uyarıdır.Ömer Çelik Tefsir

اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١١﴾
11. Allah, varlıkları ilk defa yoktan yaratan, sonra dünyada bu yaratmayı tekrar tekrar yineleyen ve âhirette her şeyi yeni baştan yaratacak olandır. Sonra da O’nun huzuruna getirileceksiniz.

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ ﴿١٢﴾
12. Kıyâmet koptuğu gün inkârcı suçlular, bütün kurtuluş umutlarını kaybedip derin bir suskunluğa bürünecekler.

وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ ﴿١٣﴾
13. Dünyada Allah’a koştukları ortaklardan kendilerine bir tek şefaatçi bile çıkmamış, bunun da ötesinde, o ortaklarını orada ret ve inkâr etmişlerdir.
Tefsir
Tüm varlıkları yoktan yaratan ve yaratılışı tekrar tekrar yineleyen Allah, kıyâmeti koparmaya, ölüleri diriltmeye ve onları huzurunda toplamaya elbette kâdirdir. Bu, O’nun için ilk yaratmadan daha kolay olacaktır. (bk. Rûm 30/27) Dolayısıyla kıyâmet mutlaka kopacak ve o gün ömürlerini günah bataklığında geçirmiş inkarcı suçlular, özellikle affı olmayan şirk günahıyla gelen kâfirler, bütün kurtuluş umutlarını kaybederek, hayretten donakalacak, suspus olacaklardır. Çünkü onlar, hiç ummadıkları dehşetli bir günle karşılaşacak, dünyada Allah gibi değer verip saygı duydukları putlarından hiçbir şefaatçi bulamayacak, hatta mahşer aydınlığında şirkin temelsiz bir inanç olduğunu yakînen anlayarak, koştukları ortakların gerçekte Allah’a ortaklıkla hiçbir alakalarının olmadığını görüp onları reddedeceklerdir.

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ ﴿١٤﴾
14. Kıyâmet koptuğu gün, işte o gün mü’minlerle kâfirler birbirlerinden ayrılacaklar.

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ ﴿١٥﴾
15. Ayrılacaklar da, iman edip sâlih ameller işleyenler, işte o bahtiyâr insanlar, cennetin has bahçelerinde mutluluk içinde ağırlanacaklar.

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ فَاُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿١٦﴾
16. İnkâra saplanıp, âyetlerimizi ve âhiret günü buluşmasını yalanlayanlara gelince, onlar yakalanıp getirilecek ve azabın orta yerine atılacaklar.
Tefsir
O gün, Cenâb-ı Hakk’ın “Ey inkârcı suçlular! Bugün mü’minlerden ayrılıp şöyle bir kenara çekilin bakalım!” (Yâsîn 36/59) hitabıyla inananlarla inanmayanlar birbirlerinden ayrılacaklar. İman edip sâlih ameller işleyenler cennetlerde ağırlanırken, neş’elenip sevinirken; kâfirler kıskıvrak yakalanıp cehennem azabının içine yuvarlanacaklar. O halde kıyâmet günü tüm umutları kaybedip cehennem azabına maruz kalmaktan kurtulmak, daha da mühimi cennet bahçelerinde ağırlanıp, sayısız nimetler içinde sevinebilmek için şimdi fırsat eldeyken Allah’ı tesbih etmeliyiz. O’nu her türlü şirk ve eksiklik şüphelerinden tenzih etmeliyiz.
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ ﴿١٧﴾
17. O halde akşama erdiğinizde ve sabaha çıktığınızda Allah’ı tesbih edin!

وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ ﴿١٨﴾
18. Göklerde ve yerde bütün hamdler yalnız Allah’a aittir. Günün sonuna doğru ve öğlene eriştiğiniz zaman da Allah’ı tesbih edin!
Tefsir
Allah’ı tesbih ve tenzih ya yalnız kalple olur ki, bu sağlam bir itikattır. Veya onunla beraber dille olur ki, bu dilimizle Allah’ı zikretmektir. Yahut bunlarla beraber bir de hususi fiil ve davranışlarla olur ki, bu da sâlih amellerdir. Birincisi asıl, ikincisi onun meyvesi, üçüncüsü de ikincinin meyvesidir. Çünkü insan, bir şeye kalben inanınca o dilinden meydana çıkar. Konuştuğu zaman da doğruluk ve samimiyeti, onun hal ve fiillerinden, tutum ve davranışlarından belli olur. Buna göre dil, kalbin tercümanı, amel de dilin bürhânıdır. Amellerin en faziletlisi ise hem kalple niyeti, hem dille zikri, hem de azalarla hususi hareketleri içine alan namazdır. Onun için namaz hem bir zikirdir, hem bir tenzih ve tesbihtir. Şu halde tesbih denince, her çeşidini içerirse de mutlak ifade mükemmele yorumlanacağına göre ilk önce namaza yorumlanır. Bu sebepledir ki burada beş vakit namazın vakitleri hülâsa edilmiştir. Şöyle ki:
› “Akşama eriştiğinizde” ifadesiyle akşam ve yatsı namazına,
› “Sabaha çıktığınızda” ifadesiyle sabah namazına,
› “Günün sonu” ifadesiyle ikindi namazına,
› “Öğlene girdiğinizde” ifadesiyle de öyle namazına işaret edilir ki toplamı farz olan beş vakittir.
Hâsılı yalnız Allah’a kulluk yapılmalı, yalnız O’na rukû ve secde edilmeli, yalnız O tesbih ve tenzih edilmelidir.

يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ۟ ﴿١٩﴾
19. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır ve kışta ölümünün ardından baharda yeryüzünü tekrar diriltir. İşte siz de öldükten sonra böyle diriltilip, kabirlerinizden çıkarılacaksınız.
Tefsir
İbâdete lâyık yegâne mabûd Allah’tır. Kudretinin kemâli her şeyde zâhirdir. Bununla birlikte O’nun kudretinin kemâlini anlamak için sadece dünyada her gün milyonlarca kez tekerrür eden “diriltme ve öldürme” sıfatına bakmak kâfi gelecektir. O, ölüden diri çıkarır. Gıdadan hayvan, yumurtadan civciv, nutfeden insan, câhilden âlim, kâfirden mümin çıkarması, uyuyanı uyandırması buna birer misaldir. Kışın ölümünden sonra baharda yeryüzüne hayat vermesi de yine bu kabildendir. Bunun aksine diriden de ölü çıkarır ki bunun misâli çoktur. Her an gözler önünde tecelli eden bu ilâhî kudret akışları, Allah Teâlâ’nın mahşerde ölüleri dirilteceğinin açık bir belgesidir.

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ ﴿٢٠﴾
20. O’nun varlığının delillerinden biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz dünyanın her tarafına yayılan insan nesli hâline geliverdiniz.
Tefsir
Bu âyetten itibaren 27. âyete kadar serdedilen deliller, bir taraftan kâinatın kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, tek yaratıcı, yegâne hakim ve mabud olan Allah tarafından idâre edildiğini, bir taraftan da öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğunu göstermektedir. Esasen gerçek şudur:
“Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet,
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî.” (Ziyâ Paşa)
“Kâinatta bulunan bütün varlıklar tek tek Cenâb-ı Hakk’ın varlığına en güzel şekilde şâhitlik etmektedir. Gökler, yerler, güneş ve yıldızlar gibi devâsâ büyüklükteki varlıları bir tarafa bırakalım, gözle görülemeyecek küçüklükteki her zerre, her atam, hatta her proton ve nötron hal diliyle Allah Teâlâ’nın birliğine tanıklığını arzetmektedir.”
Bu deliller sayısız olmakla birlikte burada bahis konusu edilenler şunlardır:
Birincisi; Allah’ın, cansız gibi görünen kara topraktan insan gibi en güzel sûrete; duygu, düşünce, konuşmak, inanmak gibi pek çok manevî hususiyete sahip bir varlık yaratmasıdır. Birbirleriyle ortak ve farklı pek çok özelliğe sahip olan insanlar, canlılar arasında “beşeriyet” olarak bir cins teşkil etmişler, dünyanın her bir tarafına dağılmışlar, birbirleriyle ülfet ve muhabbet tesis ederek bir insanlık medeniyeti oluşturmuşlardır. Bir kara toprağın böylesine bir tekâmüle erdirilmesi, gerçekten Cenâb-ı Hakk’ın ne büyük Rab olduğunu ve ölüleri diriltmeye kudretini gösteren apaçık bir delildir.

 
Kurban
Beiträge: 1.014
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 31.10.2022 | Top

   

Rum Süresi Meal Ve Tefsiri 21-32
Lokman Süresi Meal Ve Tefsiri 22-32

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz