Sad Süresi Meal Ve Tefsiri 2
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ ﴿٤٥﴾
45: Rasûlüm! Kuvvet, sağlam bir irade, derin bir görüş ve anlayış sahibi kullarımız İbrâhim, İshâk ve Yâkub’u da hatırla.
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ ﴿٤٦﴾
46: Biz onları, özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ ﴿٤٧﴾
47: Hiç şüphesiz onlar bizim katımızda seçkin, tertemiz ve hayırlı kullardandı.
Tefsir
Bu üç peygamber, kendilerine uyulması gereken güzel örnekler olarak zikredilir. Hz. İbrâhim, kavminin eziyetlerine, ateşe atılmaya ve oğlunu kurban etme teklifiyle karşılaşmasına sabrı ile bilinir. Hz. İshâk ve Hz. Yakub da fazilette, kuvvette, derin bir görüş ve anlayış sahibi olmakta Hz. İbrâhim’e ortak oldukları için zikredilmiştir. Maksat ise, Peygamber Efendimiz ve ümmetinin, Allah’ın dinini yaşayıp yaşatmada ve yeryüüzne hâkim kılmada kuvvetli ve metanetli, işlerin gerçek yüzünü görmede de derin bir görüş ve anlayış sahibi olmalarını sağlamaktır. Burada bu üç peygamberin şu üç ortak özelliğine dikkat çekilir:
Birincisi; “eydî ve ebsâr sahibi olmaları”: اَلْاَيْد۪ي (eydî), dinde, dini yaşama ve yaşatmada kuvvet demektir. اَلْاَبْصَارُ (ebsâr) ise, basîret olarak bilinen fikrî kuvvet, Allah’ın hükümlerini uygulamada ve rızâsını kazanmada basîretli davranmak, gözü ve gönlü açık olmak demektir. (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XXIII, 276) Bu özellik, onların elleriyle güzel işler yaptıklarını, sağlıklı görüş ve doğru düşünce sahibi olduklarını ortaya koymaktadır. Peygamberlerin kuvvet sahibi olarak vasıflandırılmalarının sebebi, onların sâlih ameller yapma ve günahlardan korunma hususunda güçlü olmalarıdır. Onlar, Allah’ın kelimesini yükseltmek için çok mücadele eden kimselerdir. Basîret sahibi olmalarına gelince, kastedilen sadece gözlerin görmesi değil, hakkı görerek tanımalarıdır. Onlar dünyada kör gibi yaşamazlardı. Sahip oldukları ilim ve basîret sâyesinde doğru yolu görürlerdi. Böylelikle doğru yolu bulmuş kimselerin, bu iki haslete, kuvvet ve basîrete sahip oldukları anlatılmak istenmektedir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın istediği şekilde kuvvet ve basîret sahibi olabilmek için doğru yol üzere bulunmak şarrtır. (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, V, 82)
İkincisi; “dâr zikriyle seçilmiş olmaları”: Allah Teâlâ onları, nefsin kirlerinden temizlemiştir. Bu sebeple onların nefisleri, insana ârız olan bütün ayıplardan temiz hale gelmiştir. Bu seçme, peygamberlik için lâzım olan ismet mânasındadır. “İsmet”, Allah’ın, peygamberine verdiği bir kuvvettir ki, bu kuvvet sayesinde peygamberler ister kasten ister hataen olsun bütün büyük günahlardan, nefreti ve küçük düşmeyi gerektirecek her türlü davranışlardan korunurlar. اَلدَّارُ (dâr), âhiret âlemidir. Peygamberler, âhireti hep akıllarında tutar, asla unutmaz ve âhireti bir tarafa bırakıp dünyaya yönelmezler. Himmet, inayet ve gayretlerini teksif ettikleri yegane yer, âhirettir. Onların başarılı olmaları, kalplerinde dünyaya meyletmekten eser kallmayıp, tüm çabalarının âhirete yönelik olması dolayısıyladır. Onlar, âhireti hem kendileri hatırlar hem de başkalarına hatırlatırlardı. Allah bu yüzden mertebelerini yükseltmiş ve onlara dünyaya meyleden kimselerin ulaşmalarının mümkün olmadığı dereceler vermiştir. Buradaki diğer bir incelik ise, Allah Teâlâ'nın âhiret için الدَّار (ed-Dâr) tabirini kullanmış olmasıdır. Bu ifadeyle dünyanın insanoğlu için geçici olduğu, insanın sonunda buradan göçeceği ve fakat asıl yurdun âhiret olduğu anlatılmak istenmektedir.
Üçüncüsü, اَلْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ (el-Mustafayna’l-ahyâr): Allah Teâlâ o peygamberleri kulları arasından özellikle seçmiş, tertemiz yapmış, onları kendine yaklaştırmış ve onları en hayırlı kimseler kılmıştır.Ömer Çelik
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ ﴿٤٨﴾
48: İsmâil’i, Elyesa‘ı, Zülkifl’i de hatırla. Onların hepsi de hayırlı insanlardı.
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ ﴿٤٩﴾
49: Bunlar bir öğüttür, hatırlatmadır. Kalpleri Allah saygısıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanları gerçekten güzel bir âkibet, çok hoş bir dönüş yeri beklemektedir:
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ ﴿٥٠﴾
50: Kapıları kendilerine ardına kadar açılmış sonsuz nimet ve ebedî mutluluk diyarı olan Adn cennetleri.
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ ﴿٥١﴾
51: Orada koltuklar üzerine yaslanıp otururlar, canlarının çektiği her çeşit meyve ve içecekten isterler.
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ ﴿٥٢﴾
52: Yanlarında da bakışlarını sadece kocalarına dikmiş aynı yaşta dilberler vardır.
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ ﴿٥٣﴾
53: İşte hesap gününde size verileceği müjdelenen nimetler bunlardır.
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ ﴿٥٤﴾
54: Bunlar, sizin için hazırladığımız nimetlerdir ki, sonsuza kadar bitmek tükenmek bilmez!
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ ﴿٥٥﴾
55: Evet, bunlar takvâ sahipleri içindir. İsyânkâr azgınlara gelince, onları çok kötü bir dönüş yeri beklemektedir:
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿٥٦﴾
56: Cehennem! Yanıp kavrulmak için oraya girecekler. Ne kötü bir döşek!
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ ﴿٥٧﴾
57: İşte budur onların cezası! Tatsınlar bakalım onu: kaynar suları ve kopkoyu irinleri!
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ ﴿٥٨﴾
58: Daha buna benzer nice azap çeşitlerini!
Tefsir
Burada, Allah’a karşı gelmekten sakınan takvâ sahiplerinin karşısına isyankâr azgınlar konuyor ve onların cehennemdeki halleri haber veriliyor. Onların varacakları yer, en kötü ve en berbat dönüş yeri olan cehennemdir. Orada azaptan ve cezadan başka bir şey yoktur. Tadacakları şey, fevkalade kaynar su ve kendi yaralarından akan irin olacaktır. Bunun dışında onlara zakkum, dikenli yiyecekler, sımsıcak ve simsiyah gölgeler, iliklere işleyen ateş ve dondurucu soğuklar tarzında çeşit çeşit azaplar da olacaktır.Cehennemliklerin kendi aralarındaki kavgaları burada bir kez daha sahnelenir
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَبًا بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ ﴿٥٩﴾
59: Cehennem bekçileri, azgınların elebaşılarına: “Bunlar, dünyada sizi körü körüne takip ettikleri için şimdi sizinle beraber ateşe girecek bir gürûhtur” diyecekler. Elebaşılar da: “Rahat yüzü görmesinler!” diye karşılık verecekler. Elbette bunlar da cehenneme girecek, orada yanıp kavrulacaklardır.
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَبًا بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ ﴿٦٠﴾
60: Onlara körü körüne uyanlar ise: “Asıl siz rahat yüzü görmeyin. Bu azabı bizim başımıza getiren sizsiniz. Ne kötü yer burası!” diye inleyecekler.
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَابًا ضِعْفًا فِي النَّارِ ﴿٦١﴾
61: Sonra Allah’a yönelerek: “Rabbimiz bunu bizim başımıza kim getirdiyse, onun cehennemdeki azabını kat kat artır!” diye feryat edecekler.
Tefsir
Dünyada kâfir ve azgın liderlerin peşlerinden kör körüne giden taklitçi gruplar, orada da yine liderlerinin peşini bırakmayacak ve hep birlikte cehenneme gireceklerdir. Her ne kadar birbirlerinden hoşlanmasalar da, birbirlerine lânet okusalar da bu, haklarında verilmiş kararı değiştirmeyecektir. (bk. A‘râf 7/38-39; Sebe’ 34/32-33)