Saf Süresi Meal Ve Tefsiri 1-14
Hakkında
Medine döneminde inmiştir. 14 âyettir. Sûre, adını 4. âyette geçen “saff ” kelimesinden almıştır. Saff, sıra, dizi demektir. Sûrede başlıca, Allah yolunda cihadın fazileti konu edilmektedir.Saff sûresi İsmini, 4. ayetinde geçen صَفًّا (saffen) kelimesinden alır. Sûrenin “İsa” ve اَلْحَوَارِيُّونَ (Havariyyûn) isimleri de vardır. اَلْمُسَبِّحَاتُ (Müsebbihât) diye bilinen sûrelerin üçüncüsüdür. Resmî tertîbe göre 61, iniş sırasına göre 108. sûredir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada altmış birinci, iniş sırasına göre yüz dokuzuncu sûredir. Tegābün sûresinden sonra, Cum‘a sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.
Abdullah ibni Abdurrahman kanalıyla Abdullah ibn Selam dan rivayet de o şöyle anlatıyor:Ashab kendi araların da "Amellerin hangisi daha faziletli bilsek de onu işlesek,diyorlardı.O zaman 1-den 4 kadar ki ayet indi.İmamı Ahmedin Abdullah ıbn Selam dan haber de bu olay Saff süresinin tamamının iniş sebebidir.
Konusu
Kişinin yaptıklarıyla bağdaşmayan iddialarda bulunmasının Allah katında çok çirkin sayıldığı belirtilerek öz ve söz arasındaki uyumun önemine vurgu yapılmakta; Allah yolunda çarpışanların O’nun hoşnutluğunu kazanabilmeleri için tek bir yürek ve tek bir vücut gibi olmaları gerektiğine dikkat çekilmekte; İsrâiloğulları’nın verdikleri sözü tutmamaları, Hz. Mûsâ’yı üzmeleri ve Hz. Îsâ’nın kendisinden sonra gelecek peygamberi isim de vererek müjdelemesine rağmen ona vefasızlık etmeleri eleştirilmekte; gerçek kurtuluşun Allah’a ve resulüne iman edip malıyla canıyla Allah’ın gösterdiği yolda çaba harcamaktan geçtiği bildirilmektedir.
Her türlü noksanlıktan, eksiklikten ve ortaktan mutlak mânada yüce olan Allah Teâlâ, bütün âlemlerden müstağnîdir. Hiç kimsenin imanına ve fedakârlığına muhtaç değildir. Gökte ve yerde ne varsa her şey O’nu tesbih etmekte; O’nun her türlü noksan sıfatlardan ve ortağı bulunmaktan uzak olduğunu ilan etmektedir. Buna mukâbil insanlara yönelik bütün ilâhî buyruklar, dinî tâlimatlar sadece kulların iyiliği için gönderilmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahim./Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla.بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿١﴾
1: Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٢﴾
2: Ey iman edenler! Yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٣﴾
3: Yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında büyük kızgınlığa sebep olan çok çirkin bir davranıştır.
Cenâb-ı Hak burada mü’minlere ibâdet ve kullukta ihlâslı olmalarını, canlarıyla ve mallarıyla savaşmalarını emrediyor. Dolayısıyla burada, İslâm için fedakârlık yapma konusunda iddiada bulunup, sonra da yüz çeviren kimseler yerimektedir. Nitekim âyetlerin şöyle bir iniş sebebi zikredilir:
Cihad farz olmadan önce mü’minlerden bir grup:
“- Keşke Yüce Allah bize en çok sevdiği bir işi bildirse de onu yapsak!” demişlerdi. Allah da Peygamberi’ne en çok sevdiği işlerin kâmil mânada iman etmek, sonra da bu imana karşı koyanlarla savaşmak olduğunu bildirdi. Fakat savaş farz olunca bu onlara zor geldi. Cenâb-ı Hak da “Ey iman edenler! Yapmadığınız, yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff 61/2) âyetini indirdi. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIX, 269)
Bu âyetin, savaşmadığı halde “savaştım”, mızraklaşmadığı halde “mızraklaştım”, yapmadığı halde “yaptım” diyenler hakkında nâzil olduğu da nakledilir. Yine bu âyetin, savaş hususunda münafıklık yapanlar hakkında nâzil olduğu da rivayet edilir. Çünkü onlar savaşmayı arzuluyorlardı. Fakat Allah savaşı bilfiil emredince: “Rabbimiz, bize savaşı niçin farz kıldın?” (Nisâ 4/77) diyorlardı. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIX, 270)
Âyet-i kerîmeler, bu özel mânanın yanında bir de umûmî bir mâna ifade eder ki onu da şöyle izah edebiliriz:
Gerçek mü’minin söylediği sözle, yaptığı işin birbirini tutması, ne söylüyorsa, onu bizzat yaparak göstermesi gerekir. Sırrı-i Sakatî (k.s.)’un şu hâli bun güzel bir örnek teşkil eder:
Bir gün Hazret’e sabırdan soruldu. O, sabırdan anlatırken ayağı üzerine bir akrep geldi, iğnesini ayağına dürtmeye başladı. Akrep onu iğnelerken o sakindi; akrebi kendinden uzaklaştırmıyordu. Bunun sebebi sorulunca da şöyle anlattı:
“- Sabırdan söz ederken sabırlı olmazsam Allah’tan utanırım.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 201)
Yine mü’min yaptığı adakları mutlaka yerine getirmelidir. Adağın yerine getirilmesinin vacipliği bu âyetlerden anlaşılmaktadır. Şayet yapmaya niyeti veya gücü yoksa, o zaman susmalıdır. Çünkü insanın yapamayacağı bir şeyi bile bile “yapacağım”; yapmadığı bir şeyi de yine bile bile “yaptım” demesi, Allah katında kızgınlık ve cezayı gerektiren kötü bir iştir. Mümin olduğunu söyleyen bir kimseye bu şekilde davranmak yakışmaz. Resûlullah (s.a.s.) böyle bir özelliğin müminliğin değil, münafıklığın alametlerinden olduğunu şöyle haber verir:
“Münafıklığın alametleri üçtür: Söz söylerse yalan söyler, söz verirse sözünü yerine getirmez ve kendisine emanet edilene hıyanet eder.” (Buhârî, Şehâdât 28; Müslim, İman 107)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bir kadının çocuğuna:
“- Gel! Bak sana ne vereceğim!” diye seslendiğini duydu. Hemen ona:
“- Çocuk yanına gelince ne vereceksin?” diye sordu. O kadın da hurma vereceğini söyledi. O zaman Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) o kadına şöyle buyurdu:
“- Eğer çocuğa bir şey vermeseydin, bu söz defterine bir yalan olarak yazılacaktı.” (Ebû Dâvûd, Edeb 79; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 447)
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفًّا كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ ﴿٤﴾
4: Şüphesiz Allah, bütün yapı taşları birbirine kurşunla kenetlenmiş sağlam bir binâ gibi saf tutarak kendi yolunda savaşanları sever.
Tefsir
Bu âyet-i kerîme özellikle Allah yolunda savaşacak ordunun şu üç hususiyete sahip olmasını ister:
› İmanlı ve Allah yolunda savaştıklarının şuuruna ermiş askerlerden müteşekkil,
› Dağınık olmayıp, disiplin içinde ve düzenli saflar halinde savaşan,
› Düşmana kurşunla kaynatılmış surlar gibi sağlam ve sarsılmaz bir şekilde karşı koyan bir ordu.
Bir ordunun düşman karşısında kurşunla kaynatılmış surlar gibi durabilmesi için de şu vasıflara sahip olması gerekir:
İnanç ve hedef bakımından mükemmel bir görüş birliği, yani subaylar ve erler arasında mükemmel bir dayanışma olmalıdır.
Askerler birbirlerine samimi bir şekilde bağlı olmalıdır. Ancak bu bağlılık, gayeye ihlâsla sarılmadıkça ve ortada yüce gaye olmadıkça gerçekleşemez. Aksi takdirde, savaş gibi çetin bir imtihanda, niyetlerdeki zaafların saklı kalması mümkün değildir. Dolayısıyla güven sarsıldığında, askerler itimatlarını kaybeder ve birbirlerinden şüphe etmeye başlarlar.
Yüksek derecede ahlâk sahibi olmalıdırlar. Şayet bir ordunun subay ve erleri ahlâken zayıf kimselerse, aralarında saygı ve sevgi yok demektir. Bu ahlâki zaafları dolayısıyla da birbirleriyle kavga ve münakaşa etmekten kurtulamazlar.
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ ﴿٥﴾
5: Hani Mûsâ kavmine: “Ey kavmim! Benim size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğumu kesinlikle bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Onlar doğru yoldan sapınca Allah da onların kalplerini eğriltti. Çünkü Allah, dinin sınırlarını aşıp günahlarda direten bir topluluğu doğru yola iletmez.
Tefsir
İsrâiloğulları Hz. Mûsâ’ya çeşitli şekillerde eziyet etmişlerdi. Allah’ı görmek istemeleri (Bakara 2/55), buzağıyı tanrı edinmeleri (A‘râf 7/138), savaştan geri durup “Haydi, sen ve Rabbin birlikte gidip savaşın; biz işte burada oturuyoruz” (Mâide 5/24) demeleri, sağlığıyla alakalı bir takım iftiralarda bulunmaları (Ahzâb 33/69) sadece birkaç örnektir. Bunlar hatırlatılarak, müslümanların da Peygamberimiz (s.a.s.)’e karşı aynı hataları yapmamaları istenir. Eğer bu hususta bir yanlışlık yaparlarsa, âkıbetlerinin onlar gibi olacağı ikazı yapılır.
Nitekim Peygamber Efendimiz Huneyn savaşından elde edilen ganimetleri yeni müslüman olanlara gönüllerini İslâm’a yaklaştırmak için fazla fazla, daha önce müslüman olanlara daha az vererek taksim etmişti. Efendimiz (a.s.) müslümanlardan birinin: “Bu taksimde âdil davranılmadı, Allah’ın rızâsı gözetilmedi” dediğini duyunca öfkelendi, yüzünün rengi değişti. Ardından da şunları söyledi:
“Allah ve Rasûlü âdil davranmazsa kim âdil davranır. Allah Mûsâ Peygamber’e rahmet eylesin. O kavminden bundan daha fazla eziyet gördü, ama sabretti.” (Buhârî, Enbiyâ 28; Edeb 71; Müslim, Zekât 141)
وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٦﴾
6: Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrâiloğulları! Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim; daha önce inen Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed adındaki bir peygamberi müjdelemek üzere geldim” demişti. Fakat o müjdelenen Peygamber, kendilerine apaçık deliller getirince: “Bu düpedüz büyü!” dediler.
Tefsir
Hz. İsa da İsrâiloğulları’na gönderilen peygamberlerden biridir. Onlara Allah’ın emirlerini tebliğ etmişti. Tevrat’ın hükümlerini tatbike devam etti. Getirdiği esasların Tevrat’ı doğrulayıcı muhtevada olduğunu, kendisinin de Tevrat’ta haber verilen vasıflara sahip olduğunu, yani yalancı biri olmadığını bildirdi. İkinci olarak, kendisinden sonra “Ahmed” adında bir peygamberin geleceğini müjdeledi. Ahmed; “Allah’a en çok hamd eden kişi” veya “ahlâkının güzelliği sebebiyle en çok methedilen, kullar arasında en çok övülen kişi” gibi mânalar ifade eder. Hz. İsa’nın müjdelediği bu Peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Zira onun bir adı da Ahmet’tir. Nitekim bir hâdis-i şerfte şöyle buyrulur: “Benim beş tane ismim vardır: Ben Muhammed’im, Ahmed’im. Ben, Allah’ın kendisiyle küfrü silip süpürdüğü Mâhî’yim. Ben insanların, ayaklarının ucunda haşrolunacağı Hâşir’im ve ben Âkib’im.” (Buhârî, Tefsir 61/1; Muvatta, Esmâu’n-Nebî 1)
İsrâiloğulları’na kendi kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla Hz. Muhammed (s.a.s.)’in son peygamber olarak gönderileceği haber verildiği ve onu sahip olduğu vasıflardan çok iyi tanıdıkları halde, Efendimiz (s.a.s.) apaçık deliller getirip onları dine çağırdığı zaman ona inanmadılar, getirdiği delilleri de “açık bir sihir, düpedüz büyü” olarak nitelediler. Dolayısıyla bu âyet hem Ehl-i kitabı yeniden düşündürüp Peygamberimiz (s.a.s.)’e imana yönlendirmekte, hem de Arapların ve diğer milletlerin onların hallerinden ibret alıp intibaha gelmelerini öğütlemektedir.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٧﴾
7: Kendisi İslâm’a çağrıldığı halde, buna uymayıp üstelik Allah hakkında yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? Allah, zâlimler toplumunu asla doğru yola erdirmez.
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿٨﴾
8: Onlar, Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Fakat Allah nûrunu mutlaka tamamlayacaktır; kâfirler hoşlanmasa da!
Tefsir
Ata ıbn Abbas rivayetine göre Hz.Peyğamber bir ara 40 gün vahiy gelmemiş.Bunu duyan Ka'b ibnul Eşref .Ey Yahudiler topluluğu,size müjdeler olsun.Allah muhammede gönderdiği nuru tamamladı artık vahy gelmeyece.demiş.Rasülüllah bunun üzerine üzüldü.O zaman 8.ayet indi..
هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟ ﴿٩﴾
9: Rasûlü’nü bütün dinlere üstün kılmak için doğruya giden yolun tâ kendisiyle ve adâlet ve hakkaniyet üzere oturan hak din ile gönderen O’dur; müşrikler hoşlanmasa da!
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْجٖيكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَلٖيمٍ ﴿١٠﴾
﴾10﴿ Ey iman edenler! Sizi, elem verici azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?
Abdullah ibni Abdurrahman kanalıyla Abdullah ibn Selam dan rivayet de o şöyle anlatıyor:Ashab kendi araların da "Amellerin hangisi daha faziletli bilsek de onu işlesek,diyorlardı.O zaman 1-den 4 kadar ki ayet indi.İmamı Ahmedin Abdullah ıbn Selam dan haber de bu olay Saff süresinin tamamının iniş sebebidir.
تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَتُجَاهِدُونَ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْؕ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ ﴿١١﴾
﴾11﴿ Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Tefsir
Said Ibn Cübeyirden rivayetine göre ashabı kiram "Ey iman edenler,sizi elim bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Ayeti nazil olunca bu ticaretin neolduğunu bilsek,diyenler oldu.Mükatile göre Bu ayet Osman ıbn Mazun hakkında nail oldu.Hanımını boşamak istemiş ve rahibler gibi yaşamak istediğini Rasülüllaha bildirdi.Rasülüllah Biz de rahiblik Cihaddır.Rahiblik yoktur..Evlilik sünnetimdir.Ümmetimin hadımlığı da oruçtur.Oruç tutun sihhat bulursunuz..buyurdular.Bunun üzerine bu ayeti kerime inmiştir.
يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَا كِنَ طَيِّبَةً فٖي جَنَّاتِ عَدْنٍؕ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُۙ ﴿١٢﴾
﴾12﴿ O sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, adn cennetleri içindeki güzel köşklere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.
وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاؕ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَرٖيبٌؕ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنٖينَ ﴿١٣﴾
﴾13﴿ Hoşunuza gidecek bir şey daha var: Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele.
Tefsir
Saîd b. Cübeyr’den rivayete göre ashâb-ı kirâm “Sizi pek acı bir azaptan kurtaracak çok kârlı bir ticaretin yolunu size bildireyim mi?” (Saff 61/10) âyet-i kerîmesi nâzil olunca “Bu ticaretin hangisi olduğunu bilsek mallarımızı onun yolunda versek” dediler de Allah Tealâ: “Allah’a ve Rasûlü’ne gerektiği gibi inanır...” âyet-i kerîmesini indirdi. (Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, II,167)
Mukâtil (r.h.) şöyle anlatıyor: Bu âyet-i kerîmeler Osman b. Maz’ûn hakkında nâzil oldu. Bir gün Resûlullah (s.a.s.)’a: “Bana izin versen de hanımım Havle’yi boşasam, rahip gibi yaşasam. Bunun için kendimi hadım etsem, eti kendime haram kılsam, hiçbir gece uyumasam, oruçsuz hiçbir gün geçirmesem” demişti. Resûlullah (s.a.s.) da ona: “Nikâh benim sünnetimdendir. İslâm’da rahiblik yoktur. Benim ümmetimin rahibliği Allah yolunda cihaddır, ümmetimin hadımlığı da oruçtur. Allah’ın size helâl kıldığı hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın. Benim sünnetimdendir ki gece uyurum, kalkıp ibâdet de ederim, bazı günler oruç tutarım, bazı günler de oruç tutmam. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” buyurdu. Osman: “Ey Allah’ın Rasûlü! Hangi ticaret Allah’a daha sevgili, bilsem de o ticareti yapsam” dedi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerîmeler nâzil oldu. (Kurtubî, el-Câmi‘, XVIII, 57)
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ كَمَا قَالَ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّٖنَ مَنْ اَنْصَارٖٓي اِلَى اللّٰهِؕ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ فَاٰمَنَتْ طَٓائِـفَةٌ مِنْ بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ وَكَـفَرَتْ طَٓائِـفَةٌۚ فَاَيَّدْنَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا عَلٰى عَدُوِّهِمْ فَاَصْبَحُوا ظَاهِرٖينَ ﴿١٤﴾
﴾14﴿ Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu Îsâ da havârilerine, “Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?” diye sorduğunda havâriler, “Allah’ın yardımcıları biziz” demişlerdi. Sonra İsrâiloğulları’ndan bir kısmı iman etmiş, diğer bir kısmı da inkâr etmişti. Biz inananları düşmanlarına karşı destekledik, böylece üstün geldiler.
Tefsir
Bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiği yani Allah’ın evrendeki mutlak egemenliği hatırlatılıp bu gerçeği dikkate alanlar açısından özü sözü bir olmamanın, hele Allah’a karşı zevâhiri kurtarma çabası içine girmenin ne kadar saçma olduğuna dikkat çekilerek başlayan sûrenin sonunda, kurtuluş yolunun samimi bir iman ve bu imana uygun davranışlardan geçtiği bildirilmekte; Hz. Muhammed’den önceki peygamber Hz. Îsâ’nın hayatından canlı bir örnek verilerek Allah’ın dinine içtenlikle destek olanlar büyük fetihler ve zaferlerle, sonunda da en büyük başarı olan âhiret mutluluğuna erişmekle müjdelenmektedir. 13. âyetin “Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele” şeklinde çevrilen kısmı, savaşlarda müslümanların morallerini yükseltici bir ifade olarak sık sık tekrar edilmiş; özellikle Osmanlı’da ordunun muzaffer olacağı inancını pekiştirmek üzere mehteranın icrâ ettiği mûsikinin arasında coşku verecek biçimde seslendirilmiştir. Hz. Îsâ’ya iman etmiş olanlar büyük sıkıntılara mâruz kalsalar da sonunda inkârcılara karşı büyük bir üstünlük elde etmişlerdir. 14. âyet bu tarihî gerçeğe gönderme yaparak müslümanların bundan sonuçlar çıkarmaları istenmektedir. Bununla birlikte gözden kaçırılmaması gereken bir husus, dünyada elde edilecek zafer ve üstünlüğün 13. âyette “hoşunuza gidecek bir şey daha” şeklinde nitelenmiş olduğu ve 12. âyette belirtildiği üzere asıl güzel sonucun, keza kurtuluş ve başarının Allah’ın hoşnutluğuna ve âhiret mutluluğuna erişmek olduğudur. 14. âyetin “Böylece üstün geldiler” şeklinde çevrilen son cümlesi, “Allah Hz. Muhammed’i gönderip iman eden o kimseleri onaylayan bildirimlerde bulununca, özellikle Hz. Îsâ’nın Allah’ın kelimesi olduğunu haber verince, onların delilleri açık hale geldi veya delillerinin üstünlüğü ortaya çıktı” gibi mânalarla da açıklanmıştır (bk. Taberî, XXVIII, 92-93; İbn Atıyye, V, 305; Râzî, XXIX, 319. İman temeline dayalı olarak can ve malla Allah yolunda cihad etmenin ticaret olarak nitelenmesinin izahı için bk. Tevbe 9/111; “cihad” hakkında bk. Nisâ 4/84, 95; Mâide 5/35; Tevbe 9/73; Hac 22/77-78; adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/23-24; “Allah’ın yardımcıları olma”nın anlamı hakkında bk. Âl-i İmrân 3/52; “havâri”, Hz. Îsâ’nın havârileri ve aralarında geçen konuşma hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4, 19, 45, özellikle 52; Mâide 5/110-115).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 339-340