Mearic Süresi Meal Ve Tefsiri

#1 von HMCK ( Gast ) , 29.03.2022 06:39

Mearic Süresi Meal Ve Tefsiri
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 44 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyetteki “elMe’âric”kelimesinden almıştır. Me’âric, yükselme yolları demektir. Sûredebaşlıca, Mekke müşriklerinin inkâr, inat ve azgınlıkları, insan tabiatının bazıyönleri, ölüm ötesi hayatın gerçekliği konu edilmektedir
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yetmişinci, iniş sırasına göre yetmiş dokuzuncu sûredir. Hâkka sûresinden sonra, Nebe’ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 24. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet genel kabul görmemiştir (İbn Âşûr, XXIX, 152).
Konusu
Meâric sûresinde kıyamet halleri, öldükten sonra dirilme, hesap gününün sıkıntıları, cehennem azabı, âhiret hayatı ve peygamberlik gibi İslâm’ın inanç esasları ele alınmaktadır. Sûrede cömertlik ve cimrilik konularından bahsedilir; müminlerin güzel vasıfları, iyi işleri ve üstün ahlâkı anlatılır; inkârcıların Hz. Peygamber’e karşı tutumları değerlendirilir.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla..


سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ ﴿١﴾
1: Birisi kalkıp gerçekleşeceği kesin olan bir azabın hemen gelmesini istedi.
Tefsir
İbni Abbas tan rivayete göre "Bu Bedduayı yapan ve azap isteyen kişinin"En Nadr İbn ul Haris ibni Kelede dir.Bedir de esir edilmişve öldürülümüştür.
Bu kişinin El Haris İbn unnuman el Fihri olduğunu söyleyen de vardır.buna Sebep ise Rasülüllahın Ben kimin seyyidiysem Alli de onun seyyididir..sözü üzerine Bu beddua ve azap isteğin de bulunmuştur.Kurtubi .age.XVIII.181-182 Bu rivayete göre bu sürenin bir çok ayetlerinin Medinede inmiş olması gerekir.bu olaya Ğadirhum olayı da denir bu ise Medinee olan olaylardandır.Alusi..55

لِلْكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ ﴿٢﴾
2: Kâfirler için bir azap ki, geldiğinde onu önleyecek hiçbir güç yoktur.

مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ ﴿٣﴾
3: Çünkü o, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah’tandır.
Tefsir
“Huzuruna yükselmenin birçok yolu” diye çevirdiğimiz meâric (tekili: mi‘rec, mi‘râc) “yükselme vasıtaları” demektir. Bazı müfessirler bu kelimeye, “meleklerin yükseldiği gökler, Allah’ın mahlûkata lutfettiği nimetlerin mertebeleri, cennetteki dereceler, mânevî ve ruhanî mertebeler” gibi açıklamalar getirmişlerdir (Elmalılı, XIII, 5352). Bir kısım müfessirler ise meârici mecaz olarak insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve O’nunla mânevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır (bk. Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186). Bizim “istedi” diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi “sormak” mânasına da geldiği için bunu “Birisi ... sordu” şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur. Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu soruları soran Nadr b. Hâris idi (bk. İbn Âşûr, XXIX, 153). 2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza ile cezalandırılmalarını istemişlerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2. âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir.

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ ﴿٤﴾
4: Melekler ve Ruh, miktarı dünya senesiyle elli bin yıl uzunluğundaki bir günde O’na yükselirler.
Tefsir
Müfessirlere göre 4. âyette geçen “ruh”tan maksat Cebrâil’dir. “Miktarı elli bin yıl olan gün”den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süresi, kimileri de âhirette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bir görüşe göre kıyametin müddeti inkârcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Elli bin senenin, âhiret hayatının toplam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiçbirinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen “huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan” şeklindeki ifadenin ardından burada da “Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O’na yükselmektedirler” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah’a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır (V, 332; krş. Hac 22/47).
فَاصْبِرْ صَبْرًا جَم۪يلًا ﴿٥﴾
5: Öyleyse sen, güzel bir şekilde sabret!
Tefsir
Bu ayet Kelbiye göre hz.Peyğamber Savaş ile emir olunmadan önce inmiştir.Fahrettin Razi 125

اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يدًاۙ ﴿٦﴾
6: Doğrusu onlar, kıyâmeti ve cezayı uzak görüyorlar.

وَنَرٰيهُ قَر۪يبًاۜ ﴿٧﴾
7: Ama biz onu gerçekleşmesi kesin ve pek yakın görüyoruz.
Resûlullah (s.a.s.)’in davetine inanmayan, onun, iman etmedikleri takdirde başlarına büyük bir azabın geleceği yönündeki ikazını da alay ve eğlenceyle karşılayan müşrikler, kendilerine va’dedilen o azabın bir an önce gelmesini istiyorlardı. Rivayete göre Nadr b. Hâris: “Ey Allah! Eğer bu Kur’an, senin katından gelen gerçek bir kitap ise, hiç durma hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem verici bir azap gönder” (Enfâl 8/32) demişti. Bunun üzerine bu âyetler indi. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXX, 107) Ebu Cehil’in “Haydi üzerimize göğü parça parça düşür!” (Şuarâ 26/187) demesi üzerine indiği de nakledilir.
Gerçek şu ki, gerek dünyevî gerek uhrevî olsun, Allah tarafından kâfirler için takdir edilen azap vakti geldiğinde mutlaka vuku bulacak ve buna kimse mâni olamayacaktır. Kâfirlerin onu acele istemesi yahut onu alaya almaları, ilâhî takdiri değiştirmez. Varlıklar ve hâdiseler hakkında ilâhî plan nasıl karara bağlanmışsa o şekilde vuku bulur. Bu bakımdan Cenâb-ı Hak zâtını ذُو الْمَعَارِجِ (zi’l-meâric) olarak vasfeder. Meâric, ma‘rec kelimesinin çoğulu olup “yükselme vasıtaları” demektir. Bu kelimeye:
Meleklerin yükseldikleri gökler,
Allah’ın yaratıklarına lütfettiği nimetlerin mertebeleri,
Cennetteki dereceler,
Manevî ve ruhânî mertebeler, gibi mânalar verilir.
Bütün bunları yaratan, ikram ve ihsan eden Yüce Rabbimizdir. Dolayısıyla bu ifade, Cenâb-ı Hakk’ın en yüce ve en üstün varlık olduğunu bildirir. Onun huzuruna çıkmak için melekler ve Cebrâil, bizim saydığımız dünya yıllarına göre elli bin sene olan bir günde peş peşe derecelerle yükselirler. Allah Teâlâ zamandan ve mekandan münezzeh olduğu, ayrıca meleklerin yükseldiği derecelerin, merdivenlerin mâhiyetini bilemediğimiz için bu mevzûyu tam olarak anlamak bize kapalıdır. Bunu böyle bilir ve inanırız. Ancak “elli bin yıl” ifadesi, meleklerin gerekli tâlimatları alıp vazifelerini yapmak için ilâhî huzurda kat ettikleri mesâfelerin, derecelerin ne kadar çok ve ne kadar yüce olduğu hakkında insan tasavvuruna bir ufuk vermektedir. Bunun içindir ki, Peygamberimiz (s.a.s.)’e ve onun şahsında her mü’mine, Allah yolunda vazifesini tam yapıp güzel bir şekilde sabretmesi ve Rabbinin tecelli ettireceği neticeleri beklemesi tavsiye olunmaktadır. Kâfirler kıyâmeti uzak görüp inkâr etseler de, Allah Teâlâ’ya göre o, hemen şimdi olacakmış gibi yakındır. Bu ifade, kıyametin, kopması ne kadar kesin bir hadise olduğunu göstermeye kâfîdir.

يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ ﴿٨﴾
8: O gün gök erimiş maden gibi olur.

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ ﴿٩﴾
9: Dağlar da atılmış rengârenk yüne döner.
Tefsir
Kıyâmet öylesine dehşetli ve klorkunç dir ki, onun tesiriyle gökler, içindeki yıldızlar ve gezegenler eritilmiş maden gibi olur. Renkten renge girer. Dağlar da kendi ağırlıklarını kaybedip havaya kaldırıldıkları, birbirine şiddetle çarpılıp toz duman oldukları zaman, tıpkı kabartılarak atılan rengârenk yünler gibi havada uçuşurlar. Çünkü “Dağlarda da toprağın rengine göre beyaz, kırmızı, daha farklı renklerde ve simsiyah yollar vardır” (Fâtır 36/27) âyetinin beyânıyla dağların renkleri çeşitlidir. Parçalanıp dağıldıkları zaman bu renkler ortaya çıkacaktır.

وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يمًاۚ ﴿١٠﴾
10: Öyle ki, o günün dehşetinden dost dostun hâlini sormaz.

يُبَصَّرُونَهُمْۜ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَد۪ي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَن۪يهِۙ ﴿١١﴾
11: Oysa onlar birbirlerine de gösterilirler. Fakat inkârcı suçlu ister ki, mümkün olsa da o günün azabından kurtulmak oğullarını fidye olarak verse!.

وَصَاحِبَتِه۪ وَاَخ۪يهِۙ ﴿١٢﴾
12: Eşini, kardeşini!

وَفَص۪يلَتِهِ الَّت۪ي تُـْٔو۪يهِۙ ﴿١٣﴾
13: Kendisine kol kanat geren bütün sülâlesini!

وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ ﴿١٤﴾
14: Yeryüzünde kim varsa hepsini! Bunları verse de, sonra kurtarsa kendisini!
Tefsir
Mahşer yerinde akrabalar birbirlerini görecek ve tanıyacaklar. Fakat herkes kendi derdinde olacak. Bu sebeple hiçbirinin diğerinin halini sormaya mecâli olmayacak. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Çarpınca kulakları sağır eden o şiddetli çığlık geldiği zaman! O gün insan kaçar kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından! O gün onlardan her birinin başından aşkın bir işi, kendine yetecek bir derdi ve belâsı vardır.” (Abese 80/33-36)
Bunun da ötesinde, kıyametin dehşetini ve cehennem azabının şiddetini yakından görüp oraya atılacağını anlayan inkârcı suçlu, evlatlarını, hanımını, kardeşini, içinde yetiştiği ve başı sıkıştığı zaman kendisini kucaklayan, koruyup barındıran aşiretini, kabilesini, kavmini, hemşerilerini yani dünyada en sevdiği insanları bile fidye verip kendini kurtarmak ister.

كَلَّاۜ اِنَّهَا لَظٰىۙ ﴿١٥﴾
15: Ama ne mümkün! O, alev alev yanar bir ateştir.

نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ ﴿١٦﴾
16: Uzuvları bedenden ayıran, derileri soyup çıkaran, yakıp kavuran bir ateş!

تَدْعُوا مَنْ اَدْبَرَ وَتَوَلّٰىۙ ﴿١٧﴾
17: Çağırır kendisine, gerçeğe sırtını döneni ve Allah’a kulluktan yüz çevireni,

وَجَمَعَ فَاَوْعٰى ﴿١٨﴾
18: Mal toplayıp da kasalarda keselerde yığanı!
Tefsir
Kıyamet olayının; inkârcı ve mücrimlerin mahşer ve hesap ortamında yaşadıkları derin bunalımın, onları bu âkıbete sürükleyen başlıca kötülüklerin ve cehennem azabının kısa fakat kuşatıcı ve oldukça etkileyici bir anlatımı olan bu âyetlerde, ilâhî kudret ve hikmetin verdiği düzen içinde varlığını sürdüren gök cisimlerinin vakti gelince yine Allah’ın iradesiyle erimiş madenlere, dağların atılmış yüne, pamuğa dönüşeceği bildirilmekte; bu tasvirin ardından da insanın âkıbetinden sarsıcı bir kesit verilmektedir. Buna rağmen o gün suçlu kişinin, en değerli varlıkları olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korkuya kapılacağı anlatılmaktadır. Müfessirler, burada ruh hali tasvir edilen “mücrim”in (suçlu) inkârcıları veya daha genel olarak günahkârları ifade ettiğini belirtirler.
15 ve 16. âyetler cehennemin şiddetli azabını hatırlatmakta, 17 ve 18. âyetler ise oraya girenlerin bu sonuçla karşılaşmalarının başlıca sebeplerine dikkat çekmektedir ki bunlar, a) Peygamberin getirdiği hak dine, tevhid inancına sırt çevirmek, b) Servetinden muhtaçları faydalandırmamak, yani toplumda geçim sıkıntısının hafifletilmesi için üzerine düşeni yapmamaktır. Bu iki günah, yani putperestlerin tevhid davetine sırt çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip insanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur’an-ı Kerîm’in bütününde, özellikle de Mekke’de inen sûrelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tesbite göre Kur’an-ı Kerîm’in insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı, a) Allah’ın varlık ve birliğini tanımak, b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir. İslâm âlimleri bu iki büyük görevi kısaca “Allah’ın buyruğuna saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir.
Cehennemin burada zikredilen ismi لَظٰى (lezâ)dır. Lezâ, alev alev yanan ateş demektir. Öyle ki içine atılanların üzerine saldırır, onları yakar kavurur; el, ayak, baş, kulak gibi uzuvları bedenlerden ayırır, onların derilerini soyar bırakır. Ancak “Âyetlerimizi inkâr edenleri pek yakında korkunç bir ateşe sokacağız. Onların derileri kızarıp kavruldukça, yerlerini başka derilerle değiştireceğiz ki, azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler…” (Nisâ 4/56) âyetinin ifade ettiği gibi, azabın yenilenmesi için onların derileri yine eski hallerine çevrilir.

اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعاًۙ ﴿١٩﴾
﴾19﴿ Gerçekten insan pek tahammülsüz bir tabiatta yaratılmıştır.

اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعاًۙ ﴿٢٠﴾
﴾20﴿ Başına bir fenalık geldi mi sızlanır durur.

وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعاًۙ ﴿٢١﴾
﴾21﴿ Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz.
Tefsir
Mükatil,bu ayeti kerimeler Ümeyye ibni Halef el Cumahi hakkında nazil olmuştur.İbnu l Cevzi VIII 363.Alusiye göre İbni Abbas dan yapılan rivayet de Ebu cehil ibni Hişam hakkın da nazil olmuştur.
“Tahammülsüz” diye çevirdiğimiz helû‘ kelimesi sözlükte “sabır­sız ve bir şeye aşırı derecede düşkün” anlamlarına gelen bir sıfat olup tamahkârlık, tatminsizlik, acelecilik, sabırsızlık, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi insanların tabiatında var olan bazı olumsuz özellikleri ifade eder. 20 ve 21. âyetler bu zaafı şöyle açıklamaktadır: Başına yoksulluk, hastalık, korku vb. bir sıkıntı geldiğinde sızlanır, feryat eder ve ümitsizliğe kapılır; zenginlik, sağlık, güvenlik gibi nimet ve imkânlara kavuştuğunda ise bencilleşir, cimrileşir, eriştiği nimetleri Allah’ın bir lutfu olarak değil, kendi kudret ve gayretiyle elde ettiği varlık olarak değerlendirir; ne Allah yolunda harcamada bulunur ne de insanlara yardım eder.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 458

اِلَّا الْمُصَلّٖينَۙ ﴿٢٢﴾
﴾22﴿ Ancak namaz kılanlar başka;

اَلَّذٖينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَࣕ ﴿٢٣﴾
﴾23﴿ Namazlarını devamlı kılanlar;

وَالَّذٖينَ فٖٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌۙ ﴿٢٤﴾
mallarından belli bir hak tanıyanlar
لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِࣕ ﴿٢٥﴾
﴾24-25﴿ İsteyene ve yoksun kalmışa mallarından belli bir hak tanıyanlar;
Tefsir
El Hasen İbni Muhammed el Hanefiyye den rivayete göre;Rasülüllahın gönderdiği seriye bir miktar ğanimet ile dönmüşlerdi,Bu savaşa katılmayanlar da ğanimetden bir pay istemişler..bu ayet bunun üzerine inmiştir.Taberi XXIX52

HMCK
zuletzt bearbeitet 30.03.2022 09:22 | Top

   

Mearic Süresi Meal Ve Tefsiri 1
Nuh Süresi Meaal Ve Tefsiri

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz