Kureyş Süresi Meal Ve Tefsiri
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir. Kureyş, Hz. Peygamberin mensup olduğukabilenin adıdır.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yüz altıncı, iniş sırasına göre yirmi dokuzuncu sûredir. Tîn sûresinden sonra, Kāria sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Konusu
Sûrede Kureyş’e Câhiliye döneminde sağlanan ticarî kolaylıklardan, güvenlik, zenginlik vb. imkânlardan bahsedilmekte, bunlardan dolayı yüce Allah’a minnettar olup kulluk etmek gerektiğine dikkat çekilmektedir.
Kureyş Suresinin Türkçe Yazılışı ve Okunuşu
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allah ın Adıyla..
لِاٖيلَافِ قُرَيْشٍۙ ﴿١﴾
1- Li îlâfi kurayş.
Kureyşin Güvenliği için,
اٖيلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَٓاءِ وَالصَّيْفِۚ ﴿٢﴾
2- Îlâfihim rihlete’ş-şitâi ve’s-sayf.
﴾1-2﴿ Kureyş’in güvenliğini, onların kış ve yaz yolculuklarında güvenliğini sağlamak için (Allah lutuflarda bulundu).
فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هٰذَا الْبَيْتِۙ ﴿٣﴾
3- Felya’budû Rabbe hâze’l-beyt.
﴾3-4﴿ Onlar da kendilerini besleyip açlıklarını gideren ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin rabbine kulluk etsinler.
اَلَّـذٖٓي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ ﴿٤﴾
4- Ellezî et’amehum min cû’in ve âmenehum min havf.
4-Onlar da kendilerini besleyip açlıklarını gideren ve her çeşit korkudan emin kılan
Tefsir (Kur'an Yolu)
Güvenliğini sağlamak için” şeklindeki çeviriye göre bu âyet bir önceki sûrenin devamı gibidir ve cümle, “Ebrehe ve ordusunu helâk ettik” şeklinde tamamlanır. Sûrenin sonunu başına bağlamak da mümkündür; bu takdirde mâna şöyle olur: “... sağladığı için Kâbe’nin rabbine kulluk etsinler.”
Hz. Peygamber’in büyük dedesi Haşim b. Abdi Menâf ve diğer bazı Kureyş liderlerinin, ticaret güvenliğini geliştirmek maksadıyla çevredeki kabile ve devlet ve liderleriyle yaptıkları, kaynaklarda ‘îlâf’ adı da verilen anlaşmalar meşhurdur. Keza Haşim’in, Mekke’nin kutsiyetine saygı duymayan kabilelerden, eşkıya ve çapulcudan şehir halkını korumak için ‘îlâf’ adıyla bir güvenlik uygulaması başlattığı, hatta bu hizmetin finansmanı için mecburi vergi koyduğu bilinmektedir (Çok sayıdaki kaynaklardan bazıları için bk. Mustafa Çağrıcı, Kur’an’ın Geliş Ortamında Ahlâk ve İnsan ilişkileri, s. 167-168/dipnot 132). Yaygın görüşe göre sûrenin başındaki îlâf ile sağlanan bu ticaret güvenliği kastedilmiştir (Buradaki îlâf kelimesinin “ülfet”ten gelen başka bir anlamı, bu sûre ile Fil sûresi arasındaki anlam ilişkisi ve ikinci sûrenin geliş sebebine dair önemli bir bilgiye aşağıda yer verilecektir).
Kureyş, Hz. Peygamber’in mensup olduğu, İslâm’ın tebliğine ilk muhatap olan ve Kur’an’da adı geçen büyük Arap kabilesidir. Nesep bilginlerinin çoğunluğuna göre Kureyş’in atası Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Maad b. Adnân’dır. Hz. Peygamber Kureyş’in Hâşimoğulları koluna mensuptur. Kabile reisliği genellikle Hâşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında mücadele konusu olmuştur. Câhiliye döneminde Kureyşliler Allah’ın varlığına inanmakla birlikte putları Allah’a ortak koşuyorlardı, bu sebeple Kur’an onları, “ortak koşanlar” anlamına gelen müşrikûn sıfatıyla nitelemiştir. 610 yılında Hz. Peygamber’e Kur’an inmeye başlayınca Kureyş’in bir kısmı ona iman etmekle birlikte çoğu inanmadığı gibi Hz. Peygamber’e karşı gittikçe sertleşen ve savaşlara kadar varan bir mücadeleye girişmişlerdir. Bu direniş hicretin 8. yılında Mekke’nin fethine kadar sürmüştür. Mekke’nin fethedilmesiyle birlikte İslâmiyet’in karşısındaki Kureyş düşmanlığı da tamamen ortadan kalkmıştır. Bundan sonra İslâm’ın dünyaya yayılması için Kureyşliler’in ön saflarda mücadele verdikleri görülmektedir (ayrıca bk. Casim Avcı, “Kureyş (Benî Kureyş)”, DİA, XXVI, 442-444).
Kureyş kabilesi, Araplarca kutsal sayılan Kâbe’nin gözetim ve bakımını üstlendikleri için diğer Arap kabileleri onlara büyük saygı gösterirlerdi; özellikle Kâbe’yi yıkmaya gelen fil ordusunun mûcizevî bir felâkete mâruz kalarak Kâbe’yi yıkma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Kureyşliler’in kabileler nezdindeki saygınlığı iyice arttı. Emîrler ve krallar onlara saygı gösterir, başkaları çöllerde haydutlar tarafından saldırılara uğrarken Kureyşliler güven içerisinde yazın Tâif’in serin yaylalarına, kışın da Yemen’in ılık bölgelerine serbestçe seyahatlerde bulunarak büyük kazançlar elde ederlerdi. Hatta Kureyş’in ticaret kervanları kış aylarında Somali ve Habeşistan’a, yaz aylarında da Suriye, Mısır, Irak ve İran’a kadar giderlerdi. Mekke’nin bulunduğu bölge tarım ve hayvancılığa elverişli olmadığı için halkın ticaretten başka gelir kaynağı yok denecek kadar azdı. Hac mevsiminde kurulan panayırlar ticaretlerinin canlanmasına vesile olduğu gibi buralarda düzenlenen şiir, hitabet vb. yarışmalar da dil, edebiyat ve kültürün gelişmesini sağlıyordu. İşte sûrede Allah’ın onlara lutfettiği bu imkânlar hatırlatılmakta, özellikle Kâbe’ye vurgu yapılarak “Şu evin (Kâbe) rabbine kulluk etsinler” buyurulmaktadır.
Kabile hayatı yaşayan Arap yarımadası devlet otoritesinden yoksun olduğu için burada genel bir güvensizlik bulunduğu halde Mekke Hz. İbrâhim zamanından beri Allah tarafından saygınlığı çiğnenmeyen (harem) bölge olarak insanlığa duyurulmuş, bu sayede Mekke halkı dış saldırılardan korunmuştur. Nitekim bir âyet-i kerîmede, “Görmezler mi ki, çevrelerindeki insanlar durmadan yerinden koparılıp götürülürken biz (Mekke’yi) güvenli, dokunulmaz belde yapmışızdır?” (Ankebût 29/67) buyurularak bu nimetler hatırlatılmaktadır. Ayrıca başka bölgelerde üretilen sebze, meyve ve diğer gıda maddeleri Hz. İbrâhim’in duası bereketiyle (İbrâhim 14/37), bir ticaret merkezi haline gelmiş olan Mekke’ye getirilip satılır, böylece bura halkının ihtiyacı karşılanırdı. İşte sûrede Kureyş’in, bütün bu nimetlerin şükrünü yerine getirmek için Allah’a kulluk etmesi istenmiştir.
Kureyş sûresinin ilk âyetinin tam anlamı “Kureyş’in îlâfı için…” veya “Kureyş’in ilâfından dolayı…” şeklinde olup cümlenin geri kalanı tamamlanmamış, bu kısım tefsirciler tarafından başta özetlediğimiz bazı farklı ifadelerle doldurulmaya çalışılmıştır. Bazı kaynaklarda Kureyş sûresinin iniş sebebini ve önceki Fil sûresiyle bağlantısını farklı şekilde açıklayan, böylece bu sûrenin ilk âyetini Fil sûresinin son âyetine bağlayarak boşluğu gideren bir bilgi yer almaktadır. Bu kaynaklarda, İslâm’ın zuhuruna yakın yıllarda Mekke ve çevresinde yoksulluk sorununun dayanılmaz bir hal alması yüzünden bu çevrede bir intihar geleneğinin oluştuğundan söz edilir. Bu uygulamaya, “birinin kapıyı arkasından kilitleyip, açlıktan ölünceye kadar hiç kimseden hiçbir şey istememesi” anlamında i‘tifâd (الاعتفاد) deniliyordu. Uygulamanın mahiyeti hakkında bilgi veren klasik eserler, ilk kaynak olarak genellikle Zübeyr b. Bekkâr’ın (ö. 256/870) el-Muvaffakıyyât’ını zikreder, Zübeyr’in de bu bilgiyi Emevî halifesi Ömer b. Abdülaziz’e nispet ettiğini belirtirler. ‘İ‘tifâd’ uygulaması hakkında ve buna son verilmesi için Hz. Peygamber’in büyük dedesi Haşim’in ürettiği îlâf çözümü konusunda, –ulaşabildiğimiz kadarıyla– önce İbn Hamdûn (ö. 562/1167) et-TeŽkiretu’l-Hamdûniyye’de (II, 152), ardından bazı önemsiz değişiklikler ve kısaltmalarla İbnü’l-Cevzî el-Muntazam’da (II, 211), Suyûtî ed-Dürrü el-Menûr’da (VIII, 636) ve Muhammed b. Yusuf eş-Şâmî Süb ülü’l-Hüdâ’da (I, 269) bilgi vermişlerdir.
İbn Hamdûn’da anlatıldığına göre “Kureyş’in i‘tifâdı” şöyleydi: “… Onlar fakir düşünce açık araziye çıkarak kendileri için çadırlar kurup oraya kapanırlar, en sonunda yoksulluk durumları bilinmeden öylece ölürlerdi… Nihayet Haşim yetişkin bir insan oldu; kavmi arasında büyük itibar kazandı. Bir gün dedi ki: ‘Ey Kureyş topluluğu! … Şu i‘tifad (fakirlik yüzünden intihar olayı), birçoğunuzun başına gelmektedir. Bu hususta bir fikir geliştirdim.’ ‘Fikrin neyse emret yapalım’ dediler. Haşim şöyle devam etti: ‘Fakirlerinizle zenginlerinizi kaynaştırmayı düşünüyorum; bir zenginin yanına onunla aynı sayıda aile efradı bulunan bir fakir vereceğim. Zengin olan yazın Şam bölgesine, kışın Yemen bölgesine yapacağı ticaret yolculuğunda o fakiri yardımcısı olarak yanında götürecek; böylece zengin kazandıkça fakir ve onun ailesi de onun gölgesinde geçimini sağlayacak ve bu uygulama i‘tifadı ortadan kaldıracak.’ ‘Ne güzel düşündün!’ dediler. Bu suretle Haşim insanlar arasında bir kaynaşma (ülfet) sağladı…”
Aynı yerde Allah’ın Mekkeliler’i fil ordusundan koruduğunu anlatan Fil sûresiyle ‘îlâf’tan bahseden bir sonraki Kureyş sûresi arasında bir sebep-sonuç bağlantısı da kurulmakta; Kureyş sûresinin başındaki ‘îlâf’ kelimesinin ‘الألفة’ (ülfet, kaynaşma) kökünden geldiği, bunun da zenginlerle yoksullar arasında bir “merhamet ve yardımlaşma” ürettiği dikkate alınarak bu iki sûreden özetle şöyle bir sonuca ulaşılmaktadır: Kureyş halkı, Haşim’in çözüm teklifine uyarak aralarında ülfet kurdukları, birbirine merhamet gösterip yardımlaştıkları, yoksulları doyurup açlık ölümünden kurtardıkları için –putperest olmalarına rağmen– Allah da onları fil ordusuna karşı korumuştur.
Ayrıca Kureyş sûresinin 4. âyetinde “açlıklarını giderme” ifadesi Hâşim’in getirdiği uygulamayla açlık sorununun çözülmesine, “korkudan emin kılma” ifadesi de o yoksulların kervanlarla gidip güvenliği sağlamasına işaret etmektedir. Bu iyilikleri Hâşim’in aklına getirip yaptıran da Allah olduğu için sûrede “açlıklarını giderme” ve “korkudan emin kılma” Allah’a nispet edilmiştir.
Hz. Peygamber’in atalarını öven ve huzurunda okunduğunda onu mutlu eden şu mısralarda bu îlâf uygulamasına işaret edildiği anlaşılmaktadır:
“Zenginlerini fakirleriyle kaynaştıranlardır (onlar),
Ta ki fakirleri kendi geçimini sağlayacak duruma gelinceye kadar.”
Ne var ki, –kapsamının ve tesirinin ne kadar olduğu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız- Kureyş’in bu ülfet ve dayanışma pratiğinin zaman ilerledikçe zayıfladığı; bilhassa Kur’an’ın Mekke müşriklerinin geleneksel putperestlik inancını açıkça reddetmesi, Câhiliyye ahlâk telakkisini, dünya görüşünü ve toplumsal zihniyetini giderek artan bir kuşatıcılıkta eleştiriden geçirip her şeyi yeni baştan inşa etmek istediğinin anlaşılması ve nihayet “İslâm’ın kabileler arasında yayılmaya başladığı”nın görülmesi üzerine, Kureyş’in genel tutumunun özellikle yeni dinin mensuplarına karşı sosyal ve ekonomik tecride kadar varan, nihayetinde onları yurtlarını terketmek zorunda bırakan bir acımasızlığa dönüştüğü görülür. Sonuçta Hâşim’in bu uygulaması, Walter Dostal’ın ifadesiyle, “Açıktır ki Peygamber sayesinde soylu bir davranış formundan çıkarılmış, bütün inananlar için genel bir görev olarak zekât formunda yeniden şekillendirilmiştir.” (Bütün bu bilgiler ve kaynakları için bk. Mustafa Çağrıcı, a.g.e., s. 168-171 ve dipnot 133-142).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:693-694
Başka Bir Tefsir de:
Kureyş, Resûlullah (s.a.s.)’in kabîlesidir. Mekke’de Kur’ân-ı Kerîm’e ilk muhatap olan kimselerdir. Aralarından Peygamberimiz (s.a.s.) gibi bir insanın çıkmış olması aslında onlar için en büyük bir şereftir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Sen, önce yakın akrabanı uyar!” (Şuarâ 26/214) âyeti nâzil olunca ilk defa önce kendi akrabaları olmak üzere bu kabileyi İslâm’a davet etmiştir. Fakat bir kısmı iman etmekle birlikte, çoğu Efendimiz (a.s.)’ın davetini reddettiler, ona inanmadılar. Hatta neticesi kanlı savaşlara varan çok şiddetli bir mücâdeleye giriştiler. Bu mücâdele Mekke’nin fethine kadar sürdü. Mekke’nin fethiyle birlikte Kureyş’in düşmanlığı da tamamen ortadan kalktı. Bundan itibaren, İslâm’ın dünyaya yayılması için Kureyş hep ön saflarda mücadele vermiştir.
İşte Cenâb-ı Hak bu sûreyi indirip, Kureyş’e olan büyük ihsanlarını hatırlatarak, risâletin henüz ilk zamanlarında onları şirki terk edip yalnız kendine kulluğa davet etmektedir.
Burada Kureyşe verilen dört büyük nimete dikkat çekilir:
Birincisi; Allah, Kureyşi bir araya getirip anlaştırmış, birbirine ülfet ettirip sevdirmiştir. Âyette ا۪يلَافٌ (îlâf) kelimesi kulanılır. “Îlâf”, “ülfet etmek, ısınmak, alışmak, ünsiyet etmek, uyuşup kaynaşmak, anlaşmak, antlaşmak, ahitleşmek” gibi mânalar taşıyan şümullü bir kelimedir. Burada ise “Kureyşi alıştırmak, ısındırmak; Kureyşin birbiriyle veya başkalarıyla ahidleşmesi, antlaşması, anlaşması, îtilâf etmesi veya ettirmesi” mânalarını da ifade eder. Nitekim tarihî bilgilerden öğrendiğimize göre Kureyş, dedeleri Kilab oğlu Kusay zamanında Hicaz’ın her yerinde dağınık durumdaydılar. İlk defa Kusay onları Mekke’de topladı. Geldiler, Beytullah’ın hizmetini ellerine aldılar. Kusay’a bu hizmetinden dolayı “toplayıcı” lakabı verilmiştir. Bu şahıs Mekke’de bir şehir devleti kurmuş, Arabistan’ın her yanından gelen hacılara hizmet için en iyi idareyi tesis etmişti. Bundan dolayı Kureyş, Arap kabileleri arasında ve her yerde güven sağlamıştır. Daha sonra Kâbe’nin de insanlar nezdindeki itibarını kullanarak Kureyş çevre bölge ve ülkelerle münâsebetlerini geliştirmiştir. Çevredeki kabileler ve devletler, kendileriyle olan bu yumuşak, sıcak ve uyumlu ilişkilerinden dolayı Kureyşlilere اَصْحَابُ الإيلَافِ (ashâbu’l-îlâf) yani “ülfet eden, ülfet edilen güzel insanlar” diyorlardı. Cenâb-ı Hak öncelikle onlara bu nimetini hatırlatıyor. Eğer isteseydi onları bir araya getirmez, aralarına fitne fesat girer, kendi aralarında boğuşurken çevrede hiçbir itibarları kalmaz ve dünya ile bu ülfet ve anlaşma hâli gerçekleşmezdi.
İkincisi; özellikle ticaret yapıp geçimlerini sağlamak için onlara kış ve yaz yolculuklarını kolaylaştırmış, onları buna alıştırıp ısındırmıştır. Mekke dağlık ve çöllük bir şehirdi. Geçimlerini sağlayacak ne ziraat, ne hayvancılık, ne de başka bir şeye müsaitti. Kureyş kış ve yaz yaptıkları ticaret kervanlarıyla geçimlerini sağlıyorlardı. Onların kervanları kış aylarında güneydeki Yemen’e, Kızıl Deniz’in karşı yakasındaki Somali ve Habeşistan’a; yaz aylarında da kuzeyde bulunan Şam’a, Mısır’a, hatta Irak’a ve İran’a gidiyorlardı. Buralardan ticarî eşya ve erzak getirip Hicaz bölgesinde satıyorlardı. Bir kısım Kureyş tüccarları, komşu ülkelerden ticâret serbestisi almışlardı. Oralara rahatlıkla giderler, kendilerine engel olunmazdı. Yolda kendilerine karşı koyan olursa: “Biz Allah’ın hareminin halkıyız” derler; artık kimse onlara dokunmazdı. Özellikle Kâbe’yi yıkmaya gelen Fil ordusunun mûcizevî bir felâkete maruz kalarak Kâbe’yi yıkma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Kureyşlilerin hem çevre kabileler, hem de bu mûcizevî hâdiseyi duyan tüm bölge halkları nezdindeki saygınlıkları iyice arttı. Hatta emirler, krallar, sultanlar onlara saygı gösterir olmuşlardı. Bu sebepledir ki, başkaları çöllerde haydutların saldırılarına uğrarken, Kureyşliler büyük bir emniyet içinde yukarıda bahsedilen seferlerini ve ticaretlerini yaparlardı.
Üçüncüsü; onlar aç idi, Allah Teâlâ onları doyurdu. Mekke bir zamanlar kuş konmaz kervan geçmez dağlar arasında suyu, toprağı, bitkisi, ziraati olmayan kurak bir şehir iken, Hz. İbrâhim’in duası ve Kâbe’nin hürmeti ile bereketlendi. O dua âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilir:
“Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin her türlü hürmete lâyık Mukaddes Evin’in yanında ekin bitmeyen bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye böyle yaptım. Sen de insanlardan bir kısmının gönlünü onlara yönlendir ve onları çeşitli ürünlerle rızıklandır ki sana şükretsinler.” (İbrâhim 14/37)
“Bir de İbrâhim: «Rabbim! Burayı emniyetli bir belde kıl; halkından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri de çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır!» diye yalvarmıştı.” (Bakara 2/126)
İbrâhim (a.s.) bu dualarının bereketi ve Beytullâh’ın hürmeti ile yukarıda arz edildiği gibi Allah Teâlâ Kureyşi, yaz ve kış ticaret seferlerine alıştırmış, ısındırmış, böylece onları, o muhitte tabiî olması lazım gelen açlıktan korumuştur.
Dördüncüsü; onlar büyük bir korku içinde idiler; Allah onları emniyete kavuşturdu. Bundan da maksat, ilk olarak Fil ashâbının kendilerinden defedilmiş olan korkusudur. Bununla beraber Cenâb-ı Hak Mekke’yi emniyetli bir bölge kılmıştı. Bu bölgeye “Harem” denmekteydi. Mekke’nin ismi اَلْبَلَدُ الأم۪ينُ (el-Beledü’l-Emîn)di. Etraftaki şehirler, bölgeler anarşi ve terörle sarsılırken, insanlar haksız yere yakalanıp öldürülürken, malları gasp edilirken Mekke’de Kureyş büyük bir emniyet içinde yaşıyorlardı. Âyet-i kerîmede bu durum şöyle haber verilir:
“Çevrelerindeki insanlar yakalanıp götürülürken ve malları yağma edilirken, yaşadıkları Mekke’yi can ve mal emniyeti bakımından güvenilir ve mukaddes bir Harem bölgesi kıldığımızı görmezler mi? Buna rağmen onlar hâla saçma ve asılsız inançlar peşinde koşarak, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlüğe devam mı edecekler?” (Ankebût 29/67)
Cenâb-ı Hak onlara lütfettiği bu büyük nimetlere bir şükür olmak üzere Kureyşi, çok iyi bildikleri, hürmet ve bereketinden faydalandıkları Beytullah’ın Rabbi sıfatıyla yalnızca kendisine kulluğa davet etmektedir. Putperestliği terk edip tevhidi kabule çağırmaktadır. Peygamber (s.a.s.) ve Kur’an’a itaat davet etmektedir. Onlardan, Beytullâh’a ve Belde-i Emîn’e layık insanlar olabilmeleri için Allah’ın birliğini tanıyarak onun yolunda ve onun emirlerini yerine getirme uğrunda mücahede etmelerini, O’na layık kul olmaya çalışmalarını, tevhid dini olan İslâm’a kamil iman, sıdk u sadakatle sarılmalarını istemektedir. Zira şimdi gelmekte olan Mâûn sûresinde de açıklanacağı üzere, tam bir teslimiyet ve samimiyet içinde yapılmayan, içerisinde merhametsizlik, cimrilik ve gösteriş gibi hakiki imana aykırı manevî hastlıklar barındıran bir kuluk insana faydadan çok zarar getirecektir.
Not:
Kureyş suresi yemeklerin üzerine okunur ve üflenirse, kişiyi o yemekten gelebilecek hastalıktan ve zarardan korur. Her gün 7 kere Kureyş suresi okuyan kimse yokluk, darlık ve fakirlikten uzak olur.Cuma gecesi, yatsı namazından sonra 1000 kere Kureyş suresini okuyan ve abdestli yatan kişi rüyasında Hz. Muhammed'i görür.
Kureyş suresi okuyan kimseler maddi ve aynı zamanda manevi bakımından bolluk elde edecektir. Sureyi okuyan kişiler bereket bulur. Her gün Kureyş Suresi okuyan kişiler kötülüklerden korunacaktır. Şerler bu kimselerden uzak olur. Kureyş Suresinin düzenli bir şekilde okunması kişilerin geçim sıkıntısı yaşamasının da önüne geçecektir. Bolluk ve bereket her daim bu insanlar ile olur.
Kureyş Suresi bir malın üzerine okunduğunda o malın bereketlenmesini sağlayacaktır. Hasta olan kişilerin okuması halinde bu kişilerin şifa elde etmesini sağlar. Böbrek ile ilgili rahatsızlığı olan kişilerin mutlaka her gün bu sureyi okuması gerekir.
Kureyş Suresini düzenli olarak okuyan kişiler bereket kapılarını açacaktır.
Bu sureyi okuyanlar düşmanların kötülüklerinden korunur.
Kureyş suresinin düzenli olarak okunması kişilerin fakirlik görmeden rahat bir şekilde ömür geçirmesine yardımcı olacaktır.
Surenin düzenli bir şekilde okunması kişilerin güzel ahlaklı olmasını sağlar.
Vesveseler bu kişiden uzak olur.
Hasta bir kişiye Kureyş Suresi okunması o kişiye şifa olur.
Müslümanların günahlarının affedilmesi için sürekli okuması gereken surelerden bir tanesidir.
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |