Lokman Süresi Meal Ve Tefsiri 1-20

#1 von Kurban , 25.10.2022 07:43

Lokman Süresi Meal Ve Tefsiri

Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 34 âyettir. Sûre, adını 12. ve 13. âyetlerde anılan Hz. Lokmân’dan almıştır. Sûrede başlıca, Hz. Lokmân’ın oğluna öğütleri çerçevesinde, tevhid, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve haşr konularına dikkat çekilmekte, kıyamet günü için hazırlıklı olunması öğütlenmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada otuz birinci, iniş sırasına göre elli yedinci sûredir. Sâffât sûresinden sonra, Sebe’ sûresinden önce Mekke döneminin ortalarında inmiştir. 27-28. âyetlerin veya 27-29. âyetlerin Medine’de indiği söylenirse de bu yöndeki rivayetler güvenilir bulunmamıştır (İbn Âşûr, XXI, 138).
Bu sürenin sebebi Nuzülü olarak Alusi ,Kureyişlilerin Hz. Lokman ve oğulları hakkında soru sormaları üzerine nazil olmuştur.
Konusu
Konusu Lokmân’ın oğluna öğütlerini içeren âyetlerde özetlenen şirk inancının yasaklanması, ana babaya saygı gösterip meşrû buyruklarına uyma, sorumluluk duygusu, iyilik için çalışma, sabır, tevazu gibi dinî ve ahlâkî ödevlerdir. Daha sonra putperestleri şirkten vazgeçirmeyi ve onlara kurtuluş yolunu göstermeyi amaçlayan bilgiler, kanıtlar ve uyarılara yer verilmiştir.

الٓمٓ۠ ﴿١﴾
1.Elif lam mim
Tefsir
Bazı sûrelerin başında bulunan bu harflere “hurûf-ı mukattaa” denir (bilgi için bk. Bakara 2/1).

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكٖيمِۙ ﴿٢﴾
2.Bunlar.hikmetli kitabın ayetleridir.

هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنٖينَۙ ﴿٣﴾
﴾2-3﴿ Bunlar, güzel işlerin peşinde olanlara hidayet ve rahmet kaynağı olan hikmetli kitabın âyetleridir.

اَلَّذٖينَ يُقٖيمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَؕ ﴿٤﴾
﴾4﴿ Namazlarını özenle kılan, zekâtı veren ve âhirete kesin olarak inananlar;

اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٥﴾
5. İşte onlar rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerindedirler; kurtuluşa erenler de yalnız onlardır.
Tefsir
Kitaptan maksat Kur’an-ı Kerîm veya onun, bu sûrenin öncesinde inmiş olan kısmıdır. Kur’an’ın niteliği olarak zikredilen hakîm kelimesi, onun en doğru ve en yararlı bilgiler içerdiğini ifade eder; 3. âyetteki hüdâ ve rahmet kelimeleri de bu anlamı açmaktadır. Kur’an âyetleri insanlık için bir nimet olmakla birlikte onlardan ancak “güzel işler peşinde olanlar” yararlanabileceklerdir. 4. âyette bu kimselerin özellikleri namazı özenle kılmak, zekâtı vermek ve âhirete kesin olarak inanmak şeklinde özetlenirken Allah’a iman şartının açıkça belirtilmesine gerek görülmemiştir, çünkü 3. âyetin sonundaki muhsin kelimesinin masdarı olan ihsan kavramı Allah’a imanı da içermektedir (İbn Âşûr, XXI, 141). Nitekim bir hadiste, “İhsan Allah’a O’nu görüyormuş gibi ibadet etmektir” buyurulmuştur (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 5-7).
Bu sûrenin indiği dönemde henüz beş vakit namazın ve zekâtın farz kılınmadığı dikkate alınırsa buradaki namazı umumi mânada Allah’a “ibadet ve dua” veya o dönemdeki şekliyle namaz, zekâtı da bilhassa o sıralarda putperestlerin zulüm ve baskısı altında büyük sıkıntılar yaşayan müslümanlar için özel bir önem taşıyan “malî dayanışma” olarak anlamak yerinde olur.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 331

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَرٖي لَهْوَ الْحَدٖيثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُواًؕ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهٖينٌ ﴿٦﴾
6. İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o âyetleri alay konusu etmek için eğlendirici sözler kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor.
Tefsir-Sebebi Nuzül
Kelbi ve Mukatil derler ki:En Nadır ibn ul Haris hakkında nazil olmştur.İran hikayelerini kureyşe anlatan biriydi.bakın Muhammed isze Ad ve semud kavminin hikayelerini anlatıyorse ben de size Rüstem,İsfendiyarın ve Kisraların hikayelerini anlatıyorum derdi.Kureyşliler de bunu dinlemeye adam toplarlardı.Bunun üzerine bu ayet kerime inmiştir.Vahidi Esba bun Nüzul s.244

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا وَلّٰى مُسْتَكْبِراً كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَاَنَّ فٖٓي اُذُنَيْهِ وَقْراًۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَلٖيمٍ ﴿٧﴾
7. Böyle birine âyetlerimiz okunduğunda sanki kulaklarında ağırlık varmış da onu işitemiyormuş gibi büyüklük taslayarak sırt çevirir. Ona acıklı bir azabı müjdele!
Tefsir
Dünyada maddî haz ve mutluluktan başka gayeleri olmayan insanlar, başkalarını da bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak, alıkoymak, boş şeylerle uğraşmak maksadıyla akıl ve bilgi temeline dayanmayan anlamsız, içi boş sözlere (veya bir yoruma göre) çalgılı eğlencelere kendilerini kaptırır, hayatın gayesini bunlardan ibaret görür, bunlara para harcar; bunları konuşup bunları dinlerler; Allah’ın hikmetli, anlam yüklü ve dolayısıyla kurtarıcı âyetleri kendilerine okunduğunda ise büyüklenerek bunlara kulak tıkayıp sırt çevirirler. Böylece inançlı ve inkârcı kesimler arasındaki temel bir mantık ve zihniyet farkı ortaya konmaktadır.
“Eğlendirici söz” diye çevirdiğimiz 6. âyetteki lehve’l-hadîs deyimi klasik tefsirlerin çoğunda mûsiki olarak açıklanmış ve bazı tefsirlerde bu âyete dayanılarak şarkı söylemenin, çalgı çalmanın, dinlemenin, bu işin ticaretini yapmanın haram olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bu deyimin şirk inancı içeren sözler veya daha genel olarak insanlar için herhangi bir fayda getirmeyen boş ve lüzumsuz konuşmalar olduğu yolunda görüşler de zikredilmektedir (bu görüşler için bk. Taberî, XXI, 60-63). İmam Mâlik bir soru üzerine âyetteki “Allah yolundan saptırmak için” ifadesine dayanarak, “Eğer (müzik) insanı Allah’a karşı görevlerinden alıkoyuyorsa haramdır” demiştir (Kurtubî, XIV, 54). Kurtubî mûsikinin haram olduğu yolunda aktarılan bazı rivayetleri sıraladıktan sonra ünlü fıkıh bilgini Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye (bk. Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1494) dayanarak kendi görüşünü özetle şöyle belirtir: İnsanların kötü duygularını tahrik eden, haramları öven şarkıların haram olduğu açıktır; ancak bu tür sakıncalar taşımayan mûsiki bayram, düğün gibi sevinçli ve mutlu zamanlarda veya dinlenmeye ve rahatlamaya ihtiyaç duyulduğu durumlarda câizdir (XIV, 55-56).
Bize göre –Taberî’nin de belirttiği gibi (XXI, 63)– lehve’l-hadîs deyiminin özel olarak şarkı ve mûsiki anlamına geldiğine dair âyette herhangi bir işaret bulunmadığına göre bu deyimin anlamını mûsiki olarak sınırlamak doğru değildir. Bu iki âyette özetlenen inkârcı psikoloji ve tavır dikkate alındığında bunun, genel olarak müşriklerin, ilâhî mesajın insanlar üzerindeki etkisini kırmak veya onları alay ve eğlence konusu yapmak için ileri sürdükleri içi boş iddialar, laf cambazlıkları şeklinde yorumlanması uygun olur. Nitekim 6. âyetteki “bi-gayri ilm” (bilgisiz olarak) tabiri de bunu desteklemektedir. Eğer mûsiki, şiir vb. etkinlikler böyle bir kötü amaca alet ediliyorsa bunu yapanlar da âyetteki eleştiri kapsamına girer. Ayrıca burada, sadece o dönemdeki inkârcıların söz konusu tutumları değil, hangi dönemde olursa olsun “Allah’ın yolu”nu tıkama amacına yönelik zihniyet ile bunun ürünü olan tavır, tenkit ve faaliyetler de eleştirilmektedir.
“Tür” diye çevirdiğimiz zevc kelimesi, sözlükte “eş, bir şeyin zıt yönden dengi, eşiti, birleşik varlığın her bir ögesi” anlamına gelir. Râgıb el-İsfahânî kelimeyi, “varlıklar topluluğunu oluşturan her bir tür” anla­mın­da da açıklamış olup (el-Müfredât, “zvc” md.) meâlde bu açıklama dikkate alınmıştır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 333-334

اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعٖيمِۙ ﴿٨﴾
8.İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince, onları da nimetlerle dolu, içinde ebedî kalacakları cennetler bekliyor.
Tefsir
لَهْوَ الْحَد۪يثِ (lehve’l-hadîs) terkibi; insanı faydalı işler yapmaktan oyalayan, hayırlı amellerden alıkoyan, dinleyeni veya okuyanı cezbedip tamamıyla kendi atmosferine çeken her türlü faydasız sözleri, asılsız hikâyeleri, masalları, romanları, tarihî efsâneleri, güldürücü lakırdıları, eğlendirici gevezelikleri, şarkıları ve nağmeleri ifade eder. Cenâb-ı Hak gerçek mü’minlerin bu tür boş şeylerden uzak durmalarını isteyerek şöyle buyurur:
“Kurtuluşa erecek o mü’minler her türlü boş söz ve faydasız işlerden yüz çevirirler.” (Mü’minûn 23/3)
“Mü’minler, boş ve çirkin bir söz duydukları zaman ondan yüz çevirirler…” (Kasas 28/55)
Rivayete göre, Kur’an’ın mesajının yayılmasına mani olmaya çalışan ve buna bir türlü muvaffak olamayan Mekke müşriklerinden Nadir b. Hâris, Rûm ve Acem masalları ihtiva eden kitaplar satın alıp getirir ve Mekkelilere şöyle derdi: “Muhammed size Âd ve Semûd kavimlerinin masallarını anlatıyor. Ben de size Rüstem, İsfendiyâr ve Kayserlerin masallarını anlatacağım.” Böyle yapmakla müşrikleri eğlendirir ve insanları Kur’an dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 356) Yine o mel‘ûn, bu maksatla şarkıcı kızlar getirirdi. Bir kimsenin Resûlullah (s.a.s.)’in tesiri altına girdiğini işittiğinde, derhal şarkıcı bir kızı ona musallat eder ve: “Onu yedir, içir, söyleyeceğin şarkılarla onu öyle meftûn et ki diğer taraftan kopup seninle hemhal olsun” tâlimatını verirdi. Böylece eğlendirdiği kimseye: “Gördün ya bu, Muhammed’in çağırdığından, namazdan, oruçtan, onun önünde çarpışıp ölmekten daha iyi değil mi?” derdi. (Kurtubî, el-Câmi‘, XIV, 52)
Nitekim bu yol, şer odaklarının her devirde insanları hak yoldan saptırmak için başvurdukları bir yoldur. Kötülüğün elebaşları diye vasıflandırabileceğimiz bu kimseler, sıradan insanları kültür adı altında eğlence, spor ve müzik programlarıyla öylesine oyalamaktadırlar ki, hayatın ciddî problemlerine eğilmek için onların ne zamanları ne de istekleri kalmaktadır. Bu boş vermişlik ve nemelâzımcılık duyguları içinde sürüklenmekte oldukları büyük felâketi hissedemez duruma gelmektedirler.
خَالِدٖينَ فٖيهَاؕ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّؕ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ ﴿٩﴾
9.Bunu Allah gerçek olarak vaad etmiştir. O azîzdir, hakîmdir.

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَمٖيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍؕ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَنْبَتْنَا فٖيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرٖيمٍ ﴿١٠﴾
10. O, gökleri görebileceğiniz herhangi bir destek olmadan (duracak şekilde) yarattı, sizi dengede tutması için yere sağlam dağlar yerleştirdi, orada her türlü canlının çoğalmasını sağladı. Biz, gökten su indirip (bununla) yeryüzünde her türden faydalı bitkiler bitirdik.

هٰذَا خَلْقُ اللّٰهِ فَاَرُونٖي مَاذَا خَلَقَ الَّذٖينَ مِنْ دُونِهٖؕ بَلِ الظَّالِمُونَ فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍࣖ ﴿١١﴾
11. İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Şimdi gösterin bana, O’ndan başkası ne yaratmış? Hayır, zalimler açık bir sapkınlık içindedirler.
Tefsir
Yarattığı tüm sorumlu varlıkları yalnız kendine kulluğa çağıran Allah Teâlâ, vardır ve birdir. Yoktan var edip kâinata yerleştirdiği muazzam varlıklar bu gerçeğin şâhididir. Burada bunlardan dördüne yer verilir:
› Akıl terazimizin çekemeyeceği büyüklük ve genişlikteki gökleri, görebildiğimiz herhangi bir direk olmaksızın, yaratması. Bu mânaya göre gökleri ve sayısız gök cisimlerini düşmekten koruyup bulundukları yerde tutarak dönmelerini sağlayan göremediğimiz direklerin olması mümkündür. Günümüzdeki astronomi ilmi bunu “çekim kanunu” olarak izah eder. Ancak ilim geliştikçe bu hususta başka yeni izahların yapılması da ihtimal dâhilindedir. (bk. Ra‘d 13/2)
› Bizi sarsmaması ve üzerinde rahat yaşayabilmemiz için yeryüzüne sabit ve sağlam dağlar yerleştirmesi. (bk. Nahl 16/15)
› Yeryüzünde her türlü canlıyı yaratıp yayması.
› Gökten su indirip onunla yeryüzünde her türlü bitkiyi çift çift bitirmesi. Burada bitkilerin erkekli dişili yaratıldıklarına işaret edilmektedir ki, daha pek çok âyette bu hususa dikkat çekilir.
İbâdete lâyık yegâne tek ilâh, işte bu muazzam varlıkları yaratan Allah’tır. O’nun dışında müşriklerin taptığı putların yarattığı herhangi bir şey yoktur ki ibâdet edilmeye layık olabilsinler. Dolayısıyla yaratma vasfını taşımayan varlıkları Allah’a ortak koşmak, önlerinde secde etmek, yardımları için onlara yalvarmak zulüm ve akılsızlıktan başka bir şey değildir. Bu olsa olsa apaçık bir sapıklıktır.Ömer Çelik tefsiri

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا لُقْمٰنَ الْحِكْمَةَ اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِؕ وَمَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهٖۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَمٖيدٌ ﴿١٢﴾
12.Andolsun ki vaktiyle Lokmân’a şu hikmeti vermiştik: “Allah’a şükret, O’na şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur; nankörlük eden de bilmelidir ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, O her türlü övgüye lâyıktır.
Tefsir
Yarattığı tüm sorumlu varlıkları yalnız kendine kulluğa çağıran Allah Teâlâ, vardır ve birdir. Yoktan var edip kâinata yerleştirdiği muazzam varlıklar bu gerçeğin şâhididir. Burada bunlardan dördüne yer verilir:
› Akıl terazimizin çekemeyeceği büyüklük ve genişlikteki gökleri, görebildiğimiz herhangi bir direk olmaksızın, yaratması. Bu mânaya göre gökleri ve sayısız gök cisimlerini düşmekten koruyup bulundukları yerde tutarak dönmelerini sağlayan göremediğimiz direklerin olması mümkündür. Günümüzdeki astronomi ilmi bunu “çekim kanunu” olarak izah eder. Ancak ilim geliştikçe bu hususta başka yeni izahların yapılması da ihtimal dâhilindedir. (bk. Ra‘d 13/2)
› Bizi sarsmaması ve üzerinde rahat yaşayabilmemiz için yeryüzüne sabit ve sağlam dağlar yerleştirmesi. (bk. Nahl 16/15)
› Yeryüzünde her türlü canlıyı yaratıp yayması.
› Gökten su indirip onunla yeryüzünde her türlü bitkiyi çift çift bitirmesi. Burada bitkilerin erkekli dişili yaratıldıklarına işaret edilmektedir ki, daha pek çok âyette bu hususa dikkat çekilir.
İbâdete lâyık yegâne tek ilâh, işte bu muazzam varlıkları yaratan Allah’tır. O’nun dışında müşriklerin taptığı putların yarattığı herhangi bir şey yoktur ki ibâdet edilmeye layık olabilsinler. Dolayısıyla yaratma vasfını taşımayan varlıkları Allah’a ortak koşmak, önlerinde secde etmek, yardımları için onlara yalvarmak zulüm ve akılsızlıktan başka bir şey değildir. Bu olsa olsa apaçık bir sapıklıktır.
“–Bu iki şey iyi olursa, bunlardan daha iyisi olmaz. Yine bu iki şey kötü olursa, bunlardan daha kötüsü olmaz!..” (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXI, 82)

وَاِذْ قَالَ لُقْمٰنُ لِابْنِهٖ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللّٰهِؕ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظٖيمٌ ﴿١٣﴾
13.Lokmân oğluna öğüt verirken ona şöyle dedi: “Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır.”
Tefsir-Sebebi Nuzül
Lokmân, Kur’an-ı Kerîm’de ismi sadece bu sûrede geçen, aynı zamanda sûrenin de ismiyle anıldığı sâlih bir kişidir. Âlimlerin çoğunluğu, Lokmân’ın peygamber olmadığını, ancak Allah’ın kendisini bilgi ve hikmetle şereflendirdiğini belirtirler. İslâm öncesi Arap toplumunda da onun bilge bir kişi olduğu kabul edilir, saygıyla anılırdı. İslâm tarihi kaynaklarında ve tefsirlerde soyu, milliyeti, hayatı ve sözleriyle ilgili güvenilirliği tartışmalı çeşitli rivayetler vardır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Lokmân”, DİA, XXVII, 205-206).
Müfessirler 12. âyette Lokmân’a verildiği bildirilen hikmet kelimesini, “din konusunda derin bilgi, sahih inanç, akıl, yerinde ve doğru konuşma, isabetli görüş ve davranış” olarak açıklamışlardır (Taberî, XXI, 67; İbn Atıyye, IV, 346). Hikmet hem doğru bilgi, inanç ve düşünceyi hem de bu zihnî birikimin mümkün olan en mükemmel şekilde hayata geçirilmesini ifade eder.
Bilgi birikimi olan bir insan bu birikimini doğru, yerinde ve gerektiği ölçüde kullanmaz yahut yanlış yerlerde kullanırsa bu insana âlim denebilirse de hakîm denemez; çünkü hikmet kavramı, “bilgiyi yerli yerince kullanma” anlamına da gelir. Buna göre bilgisini doğru ve gerektiği şekilde kullanmayan insan, bilginin şükrünü yerine getirmemiş olur; bilgisini belirtildiği şekilde kullanan ise şükür ödevini yerine getirdiği gibi bunun faydasını da yine kendisi görmüş, yani bilgisini değerlendirmiş ve sonuçta onu kendisi için faydalı hale getirmiş olur. 12. âyette “O’na şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur...” buyurulurken bu gerçeğe de işaret edilmiştir.
Lokmân’a verilen hikmetin çerçevesi çizilirken tevhid inancının başta geldiği görülmektedir. Esasen bu, şükrün de birinci şartıdır; bu sebeple Lokmân, kendisi Allah’ın birliğine inandığı gibi oğluna da şirkten uzak durmayı öğütlemiştir. Âdil olmayan hakîm olamaz; adalet, “her şeyi yerli yerince yapmak, herkese hakkını vermek”tir. Herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşan yani Allah’tan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyen kişi, Allah’ın hakkı olan tanrılığı başkasına vermiş, böylece haksızlık (zulüm) yapmış demektir; üstelik bu tutum, haksızlıkların en büyüğüdür. Bu sebeple âyette “O’na ortak koşmak çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştur. Esasen İslâm’ın en başta şirki ortadan kaldırmayı hedeflemesi de Allah’a ortak koşmanın, bütün kötülüklerin başında geldiği ve diğer birçok kötülüğün temel sebebi olduğu anlayışına dayanır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 336-337
Sebebi Nuzül
Ebu Davud et Tayalisi nin kendi isnadıyla Abdullah ibn Mesud dan rivayetin de "iman edenler ve imanlarını zulümle bulaştırmayanlar varya"(Enam 82)bölümünü okuyunca" Sahabe,hangimiz imanımızı zulümle bulaştırmadık ki" demeleri üzerine bu ayet inmiştir.Tayalisi,Ebu Davud II.18

وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِۚ حَمَلَتْهُ اُمُّهُ وَهْناً عَلٰى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فٖي عَامَيْنِ اَنِ اشْكُرْ لٖي وَلِوَالِدَيْكَ ؕ اِلَيَّ الْمَصٖيرُ ﴿١٤﴾
14. Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.
Tefsir -Sebebi Nuzül
Bu ayetlerin sebebi nuzülüğ,Sa'd ibn Ebi Vakkas ve Annesi Hamne binti Ebu Süfyan ibn Umeyye onu dininden dönmeye icbar ettiğinde nazil olmuştur.Daha fazla Bilgi için Bak.Esbabı Nuzül c.2 S.700

وَاِنْ جَاهَدَاكَ عَلٰٓى اَنْ تُشْرِكَ بٖي مَا لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفاًؗ وَاتَّبِعْ سَبٖيلَ مَنْ اَنَابَ اِلَيَّۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٥﴾
15.Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran; yüzünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle. Sonunda dönüşünüz yalnız banadır. O zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim.
Tefsir
Sûrenin Lokmân’a ayrılan bölümünde, araya ana babaya itaat konusundaki bu iki âyetin girmesiyle ilgili iki farklı açıklama yapılmıştır. Bir yoruma göre bu iki âyet de Lokmân’a ait sözlerdir. Buna göre âyetin başında “Allah bana buyurdu ki...” şeklinde bir ifade takdir etmek gerekir. Diğer bir yoruma göre bu âyetler araya sokulmuş bir açıklama (i‘tirâzıyye) mahiyetinde olup amaç, ana babaya saygının önemini, ayrıca bunun sınırını ve Allah’a saygıyla ilişkisini ortaya koymaktır.
“Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur” şeklinde çevirdiğimiz ifade, emzirmenin normal süresi iki yıl kadar olmakla birlikte bunun mutlaka tamamlanması gerekmediğine, ana baba isterlerse çocuğun iki yıl dolmadan da sütten kesilebileceğine işaret eder (ayrıca bk. Bakara 2/233).
“(Ey insan), hem bana hem ana babana minnet duymalısın” buyurularak Allah’a minnettarlıkla ana babaya minnettarlığın birlikte emredilmesinin sebebi, Allah’ın insanı var edip onu nimetleriyle rızıklandırması, ana babanın da insanın hem dünyaya gelmesine vesile olması hem de hayatının en zayıf dönemlerinde, çocukluğunda, hastalığında ona kol kanat germesi, yetiştirip büyütmesi, beslemesi ve eğitmesidir (Râzî, XXV, 147; Şevkânî, IV, 273). Âyette annenin fedakârlığına özel bir vurgu yapıldığı görülmekte, dolaylı olarak onun daha çok ilgi ve sevgi beklediğine işaret edilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber de, “Yâ Resûlellah! Kime iyilik etmeliyim?” şeklindeki bir soruya, “annene” diye cevap vermiş; “Sonra kime?” denilince yine “annene” demiş; üçüncü defa tekrarlanan soruya da aynı cevabı vermiş; nihayet dördüncüsünde “babana” buyurmuştur (Müsned, V, 3, 5; Tirmizî, “Birr”, 1). Ancak Allah’ın hakkı bütün hakların önünde olduğu için ana baba çocuklarını bu hakkı ihlâl etmeye yani onu tevhid inancından sapmaya veya Allah’ın açıkça yasakladığı başka işler yapmaya zorlarlarsa kesinlikle onların bu baskısına boyun eğilmeyecek; bununla birlikte meşrû ve mâkul olan istekleri yerine getirilecektir (ayrıca bk. Ankebût 29/8).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 337-338

يَا بُنَيَّ اِنَّـهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ فٖي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُ ؕ اِنَّ اللّٰهَ لَطٖيفٌ خَبٖيرٌ ﴿١٦﴾
16. Lokmân, “Sevgili oğlum” (dedi), “Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır.”

يَا بُنَيَّ اَقِمِ الصَّلٰوةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَ ؕاِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِۚ ﴿١٧﴾
17.“Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.”

وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۚ ﴿١٨﴾
18. “Gurura kapılarak insanlara burun kıvırma, ortalıkta çalım satarak yürüme; unutma ki Allah gurura kapılıp kendini beğenen hiç kimseyi sevmez.”

وَاقْصِدْ فٖي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ ؕاِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمٖيرِࣖ ﴿١٩﴾
19.“Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin ­anırmasıdır.”
Tefsir
Lokmân’ın oğluna yönelttiği bu öğütler de Allah’ın ona verdiği hikmetin meyveleridir. Kuşkusuz insanın yaptığı her şey –ne kadar saklanırsa saklansın– Allah’ın mutlaka onu bildiği, dolayısıyla onun hesabını soracağı inancı ve bilinci ile bundan doğan sorumluluk duygusu ve kaygısı ahlâkî hayatın temelidir. Nitekim meşhur bir özdeyişte “Hikmetin başı Allah korkusudur” denilmiştir. Büyük şairimiz Mehmed Âkif’in, “Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” şeklindeki beyti de bu gerçeğin güzel bir ifadesidir.
İnsanın iyi ve itaatkâr bir kul olduğunu gösteren üç örnek davranışın sıralandığı 17. âyetteki “namaz” Allah’a kulluk ödevini, “iyi olanı emredip kötü olana karşı koymak” toplumsal davranışlar karşısındaki kulluğun gerektirdiği yapıcı tutumu, “sabır” ise maddî ve sosyal çevreden gelen sıkıntıları, belâları birer imtihan bilip metanetle karşılama olgunluğunu yansıtır. Âyetteki “İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir” ifadesi, bu müsbet davranışların, kulluktaki kemali gösteren birer örnek olduğunu, hayatın şartları içinde yerine getirilmesi gereken böyle daha başka yüksek davranışlar da bulunduğunu gösterir. 18-19. âyetlerde ise kaçınılması gereken olumsuz davranışlardan örnekler verilmektedir. Bu örneklerin, özellikle kendini beğenmişlerin, başka insanları aşağılayıcı tutumlarından seçilmiş olması ve bunların Allah sevgisinden mahrum kalacakları uyarısında bulunulması, Kur’an’ın insan onuruna verdiği değeri yansıtması bakımından özellikle dikkat çekicidir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 338

اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ ﴿٢٠﴾
20. Görmez misiniz ki Allah, göklerde ne var yerde ne varsa hepsini hizmetinize vermiş olup, açık ve gizli, maddî-mânevî tüm nimetlerini üzerinize yağmur gibi yağdırmaktadır? Buna rağmen öyle insanlar var ki, ne doğru bir bilgiye, ne yol gösterici bir rehbere, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.
Tefsir-Sebebi Nuzül
Mücahid r.a der ki:Bir Yahudi Hz.Peyğambere geldi."Ey Muhammed bana rabbinden haber ver.Neden dir O?dediğin de bir yıldırım düşdü oa anda adam öldü.İşte bu olay üzerine bu ayeti kerime indi.İbn Abbas tan yapılan başka bir rivayet de" Melekler Allahın kızlarıdır"diyen en Nadır ibn ul Haris hakkında inmiştir.Kurtubi age.XIV.50
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ ﴿٢١﴾
21. Onlara: “Gelin, Allah’ın indirdiğine uyun!” dendiği zaman, “Hayır, biz atalarımızdan ne görmüşsek ona uyarız” diye karşılık verirler. Peki, şeytan atalarını o kızgın cehennem ateşine çağırmış, onlar da şeytanın çağrısına uyup doğru yoldan çıkmış iseler, yine de onların izinden mi gidecekler?
Tefsir
Allah Teâlâ insanı kendine kulluk için yaratmış, tüm kâinatı da onun emrine ve hizmetine âmâde kılmıştır. Dünyanın niçin döndüğünü, güneşin, ayın ve yıldızların niçin doğup battığını, gece ve gündüzün niçin gelip gittiğini, onca hayvanların ve bitkilerin kime hizmet ettiğini biraz düşünmekle bu gerçeği anlamak mümkündür. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak insana hem zâhirî hem bâtınî, hem açık hem gizli, hem görünen hem de görünmeyen sayısız nimetler ihsan etmiştir. Dolayısıyla “zâhirî ve bâtınî nimetler” ifadesi, Allah Teâlâ’nın insanlara verdiği tüm maddî ve mânevî nimetlerini şumûlüne alır. “Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, imkânı yok, onları toplu halde bile sayamazsınız” (İbrâhim 14/34) âyeti gereğince bu nimetleri teker teker saymak mümkün olmasa da misal kabilinden onlardan bir kısmını, bazı zâhirî nimetlerin bâtınî karşılığını ifade etmek suretiyle saymak faydalı olacaktır.
Zâhirî nimetler: Bâtınî nimetler:
Nimeti görmek Nimet vereni görmek
Dünyevî nimetler Dînî nimetler
Yaratılışın güzel olması Ahlâkın güzel olması
Günahı olmayan bir nefis Gafleti olmayan bir kalp
Allah’ın maddî nimetler vermesi Allah’ın kulundan râzı olması
Dünya malı, mülkü ve onların artması Mânevî haller ve onların temizliği
Maddî nimetlere erişmek Günahlardan korunmak
Taatleri yerine getirebilmek Bunların kabule şayân olması
Sâlihlerle sohbet etmek, beraber olmak Onlara tâzim ve hürmeti muhafaza
Dünyaya karşı zâhid olmak İki cihanı bırakıp Mevlâ’ya yönelmek
Kalben maddî bağlardan kurtulmak Rûhen vecde erişmek
Mücâhedeyi başarmak Müşâhedeye ermek
Bedenle yapılan taat ve ibâdetler Kalpte tecellî eden incelikler
Halkı bırakıp nefisle meşgul olmak Nefsi bırakıp Rab ile meşgul olmak
Hakkı talep etmek Hakk’ı bulmak
Hakk’a vasıl olmak Hakla bâkî olmak.
(Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, III, 20)
Hak Teâlâ’nın açık ve gizli bunca nimetlerine rağmen, bir kısım insanların kalkıp ne doğru bir bilgiye, ne gerçeği gösteren bir rehbere, ne de yürüyecekleri yolu aydınlatacak ilâhî bir kitâba dayanmaksızın, tamâmen nefsânî ve şeytânî sâiklerle Allah ile mücâdeleye kalkışması ne kadar tuhaftır! Bunun sebebi aklı vahyin istikâmetinde kullanmamak, doğru ya da yanlışlığını sorgulamadan atalardan devralınan inanç ve amelleri körü körüne taklit etmektir. Bu, çok yanlış bir tutumdur. Çünkü, eğer atalar şeytana uyup çılgın cehennem azabına müstahak olmuşlarsa, onları taklit edip cehenneme sürüklenmek akıl kârı bir iş değildir.

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 03.11.2022 | Top

   

Lokman Süresi Meal Ve Tefsiri 22-32
Secde Süresi Meal Ve Tefsiri 18-30

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz