İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, Hace Muhammed Taki’ye yazmıştır.

#1 von Kurban , 28.10.2018 08:25

İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, Hace Muhammed Taki’ye yazmıştır.

*** Rahman Rahim Allah’ın adı ile..

Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.. Salât ve selâm, Seyyid’ül-mürseline,
onun pak âline..

***

Yaratılışın güzelliğinden, fıtratın üstünlüğünden sadır olan iltifat olarak
gelen mübarek mektubun mütalaası ile ‘teşerrüf ettik. Allah-ü Taâlâ, size
selâm ihsan eylesin..

***

O mektupta yazdığına göre, Muhyiddin b. Arabî Fütuhat-ı Mekkiyesinde, Resulüll
ah S.A. efendimizden rivayet edilen şöyle bir hadis-i şerif yazmıştır:

— «Allah-ü Taâlâ, yüz bin Âdem yaratmıştır.»

Bundan sonra, misal âleminden bazı müşahedelerinden şöyle anlatmaktadır:

— Kâbe-i Muazzama’nın tavafı sırasında bir topluluk zuhur etti. Onlar da Beyt’

i tavaf ediyorlardı; ama ‘ben onları tanıyamadım. Tavaf esnasında iki beyt söy
lediler ki, onların biri şudur:

Tavaf ettik tavafınız gibi yıllarca;

Bu mukaddes Beyti ki, hep birden topluca..

Bu beyti dinledikten sonra, hatırıma şöyle geldi: Bunlar misal âlemindendir.
Bunun üzerine, onlardan biri benim tarafıma yaklaşıp baktı ve şöyle dedi:

— Ben, senin ecdadın cümlesindenim.. Bunun üzerine şöyle sordum:

— Vefatın üzerinden kaç sene geçti?. Şu cevabı verdi:

— Kırk bin seneden daha fazla..

Onun bu cevabına hayret ederek şöyle dedim:

– Eb’ül-beşer Âdem’in yaratılmasından bu yana, henüz yedi bin sene bile tamam
olmadı; nasıl olur?.

Muhyiddin b. Arabî Hz. bundan sonra şöyle devam ediyor:

– O vakit, hatıra geldi ki; anlatılan hadis-i şerif bu kavli teyid etmektedir..

Ey Mahdum,

Sübhan Allah’ın inayeti ile bu meselede Fakir’e zahir olan mana şudur:

Hazret-i Âdem’in varlığından önce gelip geçen bütün âlemler. (Resulüllah
efendimize ve ona salât ve selâm olsun.)

vücud olarak hepsi misal âleminde olup şehadet âleminde değillerdi.

O ki: Şehadet âleminden vücud buldu; yeryüzünde hilâfete nail oldu; melâikenin dahi secde ettikleri oldu.. bu: Yalnız Eb’ül-beşer Âdem idi..

Bu babda netice söz şu ki:

Adem, camiiyet sıfatı üzerine yaratıldığından; hakikatında onun latifeleri ve çokça vasıfları vardı. Sübhan Hakkın vücud vermesi ile; şahsının vücuda gelmesinden asırlarca evvel, vakitlerden her vakitte onun latifelerinden bir latife, sıfatlarından bir sıfat vücud bulabilir. Onun sureti ile zuhur edip Âdem ismini de alabilir. Bu suretten dahi, beklenen Âdem’den, vaki olacak olan vaki olur. Hatta, ondan misal âlemine mahsus olmak üzere nesiller türeyip çocuklar dahi zuhur eder. O âleme münasip bir şekilde surî ve manevî kemalâta dahi nail olabilir. Sevaba, ikaba da müstahak olur. Hatta onun hakkında kıyamet dahi kopar. Dolayısı ile cennetlikler cennette, cehennemlikler dahi cehenneme gider.

Bundan sonra, Sübhan Allah’ın dileği ile, onun sıfatlarından bir sıfat veya latifelerinden bir latife daha zuhur eder. Rasulüllah efendimize ve ona salât ve selâm olsun. Yani: O âlemde.. Birinciden zuhur edenler, yine bundan da zuhur eder.

Bunun da devresi tamam olduktan sonra, üçüncü olarak sıfatlarından veya latifelerinden biri tekrar zuhura gelir..

Bu zuhur dahi tamam olduktan sonra, dördüncü bir zuhur olur..

Bu durum, Allah-ü Taâlâ’nın dilediği zamana kadar sürüp gider..

Onun sıfatına ve letaifine taalluk eden misal âlemine bağlı zuhurat dairesi tamam olduktan sonra; şehadet âleminde bu nüsha-i camiada iş sonunu bulur. Yani: Yüce Sultan Allah’ın vücud vermesi ile.. Bu nüsha-i camia dahi, Yüce Allah’ın inayeti ile muazzez ve mükerrem olur.

Eğer yüz bin tane Âdem vücuda gelmiş ise., bu Âdem’in cüzlerinden, maddelerinden ve vücudunun mukaddemilerinden ve mebde’lerinden başka değildir.

Şeyh’in {Muhyiddin b. Arabi’nin) üzerinden kırk bin seneden fazla zaman geçmiş olarak bulduğu kimse, misal âleminde ceddinin letaifinden bir latife idi.

Şeyh’in şehadet âleminde vücudu vardı ve Beyt-i Şerifi tavaf ediyordu; »ama o sırada, misal âleminde bulunuyordu. Çünkü, Kâbe-i Muazzama’nın misal âleminde bir sureti ve bir benzeri vardır ki: O âlem halkının kıblesidir.

Fakir(İmam-ı Rabbani kuddise sirruh), nazarımı bu hususta derin derin gezdirdim; onda çok derinlere daldım. Derin derin düşündüm; ama şehadet âleminde nazarım bir başka Âdem’e ilişmedi. Âlem-i misal oyunbazlarından başka bir şey de bulamadım. O misali bedenin dediğine gelince.. yani onun:

— Ben, senin ecdadının cümlesindenim.. Vefatımdan da kırk bin sene geçti.

Şeklinde sarf ettiği sözüne.. Bu cümle delillerin delilidir ki:
Eb’ül-beşer (insanların babası) Âdem’in vücudundan evvel gelen ademler, Âdem’i
n a.s. sıfat ve letaif zuhurlarından bir zuhur idi.. Âdem’in a.s. yaratılışın
dan ayrı olarak yaratılan bir şey değildi. Aralarında mübayenet olan Âdem’e
bu Âdem’in ne gibi bir nisbeti olabilir?. Sonra. Şeyh’in ceddi nasıl olabilir?
. Zira o, henüz yedi bin seneyi dahi tamamlamış değildi. Kırk bin senenin ne
yeri var?.

O kimseler ki, kalbi erinde maraz vardır; bu hikâyeden tenasüh manası çıkarırl
ar ve âlemin kıdemine kail olup kıyamet-i kübrayı inkâr ederler..

Bazı mülhidler var ki, batıl olarak, şeyhuhet mesnedine (sığınağına) oturmuşla
rdır; tenasühün cevazına hükmederler. Zannederler ki: Nefis kemal haddine
ulaşmadıkça, bedenlerde döner durur. Bu manadan olarak derler ki:

— Nefis, kemal haddini bulduğu zaman, bedenlerde tekallübden fariğ olur.
Hatta, bedenlerle alâkası da kalmaz. Zira, onun yaratılmasından gaye kemalidir
. Onun kemali ki, müyesser oldu; maksad dahi hâsıl olmuş olur.

Bu kavi, sarih küfürdür; tevatür ile dinde sabit olanı inkârdır. Her nefis ki,
kemal haddine ulaştı; o zaman cehennem kimin için olacak? Ve kim azap görece
k?.

Onların bu kavli, aynı zamanda cehennemi ve uhrevî azabı inkârdır. Keza,
cesedlerin haşrını dahi inkârdır. Zira, onların fasit kanaatine göre, nefsin
cesede ihtiyacı kalmamıştır ki: Cesetler haşrola.. Zira o, kemalâtına bir
âlettir.

Bu cemaatin itikadı, felsefecilerin de itikadına uyar. Zira, onlar dahi,
cesetlerin haşrını inkâr ederler. Sevabın ve azabın ruhanî olduklarına kail
olurlar.. Hatta, bunların itikadı, felsefecilerin itikadından daha kötüdür.
Zira, felsefeciler, tenasühü inkâr edip ona kail olanı reddederler. Ruhanî
olan azabı dahi sabit görürler. Halbuki bunlar, tenasühü isbat edip ührevi
azabı dahi inkâr ederler. Bunlara göre azap yalnız dünya azabıdır. Bunu dahi,
nefsin terbiyesi için isbat ederler.

***

Burada şöyle bir soru çıkabilir:

– Emir’ül-müminin Hazret-i Ali’den r.a. ve bazı evliyaüllahtan acaip garaip
haller meydana gelmiştir. Bu olanlar şehadet âleminde vücuda gelmiş ve
kendileri unsurî vücudu bulmadan yıllarca evvel olmuştur. Tenasüh cevazı
olmayınca, böyle bir şey nasıl sahih olur?.

Bunun için, şu cevabı veririm:

– Bu türlü ameller ve fiiller ruhlarından gelmiştir. Allah-ü Taâlâ’nın emri
ile cesetlerle cesetlenmişler ve o acaip işleri yapmışlardır. Ama, ruhlarının
taalluk ettiği bir başka ceset yoktur.

Tenasüh o demektir ki: Ruh, bu bedene taallukundan evvel, bir başka bedenle
taalluk ede.. Amma bu bedenden ayrı ve bu bedenden başka.. Amma, ruh ki,
nefsi ile cesed oldu; o zaman tenasüh nasıl olur?.

Cinleri görmez misin?. Değişik şekillere girerken birbirinden ayrı cesetler
olurlar. Bu hal içinde, onlardan acaip haller vaki olur; hayret edilecek
işler görürler. Yani: O şekillere ve cesetlere uyar biçimde.. Bunların hiç
birinde de tenasüh yoktur. Hatta hulul dahi yoktur.

Cin tayfasında ki, Allah’ın kudreti ile çeşitli şekillere girmek ve görülmemiş
amelleri yapmak kudreti vardır. Böyle bir kudretin, kâmil zatların ruhlarına
verilmesinde neden taaccüp yeri olsun?. Sonra., bir başka bedene ne hacet..


Bazı velî kullardan nakledilenler de bu Kabildendir. Meselâ: Bir saatte
muhtelif yerlerde hazır olurlar ve kendilerinden birbirinden ayrı işler
vaki olur.

Yine orada, onların letaifi, biri birinden ayrı şekillere girerler. Muhtelif
cesetler haline gelirler.

Hindistan’da durup da vatanından çıkmayan azizlerden birinin hali de böyledir.
Mekke-i Muazzama’dan bir cemaat gelip demişler ki:

– Biz, falan şeyhi Mekke-i Mükerreme’nin hareminde gördük. Azizlerden sayılan
o zat için işaret etmişler; sonra devam etmişler:

— Aramızda şöyle şöyle işler geçti.. Bir başka cemaat dahi şöyle demiş:

— Biz, onu Rumelinde gördük.

Bir başka taife ise.. ona Bağdad’da rastladıklarını söylemiş.

Bütün bu olanlar, o şeyhin letaifinin muhtelif şekillere girmesinden olmuştur.

Çoğunlukla,o şeyhin bu olanlara ıttılaı dahi yoktur; bu şekillenmeden haberdar
değildir. Dolayısı ile, öyle diyen cemaata şöyle der:

— Bunlar bana bir töhmettir. Ben evden çıkmadım. Mekke-i Mükerreme haremini
görmedim. Rumelini ve Bağdad’ı da tanımam bilmem.

Hacet erbabının korkulu ve tehlikeli zamanlarda ölü veya diri büyüklerden
yardım talebleri de bunun gibidir. Bu yardım talep ettikleri zaman, o
büyükleri hazır görürler ve o beliyyeyi kendilerinden defettiklerine şahid
olurlar.

Bu olan işlere; o büyük zatların bazen ıttılaı olur bazen da olmaz.

Bir mısra:

Sizinle aramızda ne var bir nisbetten gayrı..

Üstte anlatılan da, o büyüklerin letaif teşekkülleridir.

Anlatılan teşekkül, bazen şehadet âleminde olur; bazen da, misal âleminde..

Nitekim, bin kişi bir gecede, Resulüllah efendimizi rüyada görürler. Hepsi de
muhtelif surette görür ve çeşitli şeyler alırlar.. Bunlar dahi, Resulüllah
S.A. efendimizin sıfat ve letaifinin teşekkülüdür. Allah-ü Taâlâ, ona salât
ve selâm eylesin..

Müridlerin, şeyhlerin misali suretlerinden istifadeleri dahi bu şekildedir.
Onlardan çeşitli şeyler alır ve müşkillerini hallederler.

***

Bazı meşayihten nakledilen kûmun ve büruz dahi tenasuhla bağlantısı olan
şeylerden değildir. Zira, tenasuhta ruhun ikinci bir bedenle taalluku,
hayat sübutu ve hissin, hareketin husulü içindir. Yani: O bedene..
Büruzda garaz husulü için, bir başka bedenle nefsin taalluku yoktur.
Elbet bu taalluktan gaye o beden için kemalâtın husulüdür; derecelere
ulaşmasıdır.

Cin tayfasından birini ele alalım ki; insan fertlerinden biri ile taalluk
etmiş ve onun şahsında meydana çıkmıştır. Ama, onun bu taalluku o ferd için
hayat husulü değildir. Çünkü o, daha önce de diri, hassas, mütaharrik idi.
Yani: O cismin onunla taallukundan evvel.. Bu taalluk neticesinde, o şahıstan
meydana gelen şeyler, o cinnin sıfatları, hareketleri ve sükûnlarıdır.

Halleri istikamet üzere olan meşayih, kûmun ve büruz ibarelerini dile getirmem

işlerdir. Böyle bir şeyle, nakısları belâya ve fitneye atmamışlardır.

Fakir’in katında dahi, (bilgisine göre) asla kûmun ve büruza hacet yoktur.
Eğer kâmil bir zat nakıslar.dan birini terbiye etmek isterse; yerinde olan odur ki: Allah-ü Taâlâ’nın kudreti ile, kendi kâmil sıfatlarını o nakıs müridde in’ikâs ettire. Bu in’ikâsı dahi onda sabit ve istikrarlı kılar; ta ki o nakıs müridi noksandan kemale ulaştıra.. Düşük sıfatlarından alıp iyi sıfatlara dahi çekebilir. Amma arada asla ki’mun ve büruz olmadan..

Bir âyet-i kerime meali:

— «Bu, Allah’ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve.. Allah büyük fazlın sahibi
dir..» (62/4)

***

Bir başka zümre de, ruhların nakline kail oldu. Bunun için şöyle dediler:

— Kemal bulduktan sonra, ruh için bir kudret hâsıl olur. O kadar ki, isteyince
bedenini bırakır; bir başka bedene geçer. Bu manadan olarak, şöyle anlatıldı:


— Kendisinde kemal ve bu kudretin bulunduğu büyüklerden biri; civarda bulunan
bir genç vefat edince, yaşlanmış olan kendi bedenini terk edip o gencin bedeni
ne girmiştir, tunun üzerine, ilk bedeni ölü olmuş; ikinci beden olan gencin
bedeni ise., canlı kalmış tır.

Üstteki söz, tenasühü gerektirir. Çünkü bu takdire göre; ruhun ikinci bir bede
nle taalluku, ancak o bedene hayat husulü içindir Bu anlatılanla tenasüh arası
ndaki fark şudur: Tenasuha kail olan nefsin noksanına kail olmaktadır; tenasüh
ü dahi, onun tekmili için isbat eder. .

O kimse ki, ruhun nakline kail olur; o dahi ruhun kemaline kaildir, intikali
dahi ruhun kemalinden sonra isbat eder..

Fakir’e göre ruhun intikaline kail olmak, tenasuha kail olmaktan daha düşüktür
. Çünkü tenasuha kail olan, nefislerin tekmili için tenasuha itibar etti;
isterse bu itibar batıl olsun.. Ruhun kemali husulünden sonra intikal kanaati.
ise., kemal husulünden sonradır, İsterse, asla bir kemal olmasın.. Bedenlerin
tebeddülü ki kemalât tahsili için oluşu takarrür etmiştir; kemal husulünden
sonra ne şey için başka bedene intikal elsin?.

Kemal ehli zatlar, heves erbabı kimselerden değildir. Onların himmeti, kemal
bulduktan sonra, bedenden tecerrüd etmektir; bedenle taalluk değil.. Çünkü,
taalluktan maksad olan hâsıl olmuştur.

Üstte anlatılandan başka, ruhun intikalinde birinci bedenin ölümü, ikinci bede
nin ise., canlanması vardır. Bu durumda, birinci beden için, kabir azabı ve
sevap cinsi şeylerden berzah hükmünün husulü gereklidir, ikinci beden için
ise.. mademki hayat isbat ettiler; dünyada iken, onun hakkında haşir gerekir.


Sanıyorum ki: Ruhun intikaline inananlar, kabir azabına ve sevabına kail olmam
aktadırlar. Haşre dahi itikad etmezler.

Ah!. Bin kere ah!. Şunun için ki, bu gibi battallar şeyhlik postuna oturmuşlar
dır. Ehl-i İslâmın dahi muktedası olmuşlardır. Hem dalâlete düşmüş- hem de baş
kalarını dalâlete düşürmüşlerdir.

Dua makamında bir âyet-i kerime meali:

— «Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra, kalblerimizi kaydırma. Katından
bize rahmet hibe eyle. Sen hibesi en bol olansın..» (3/8)

***

Bundan sonrası ek kısımdır. Misal âlemine taalluku (bağlantıyı) maarifi beyan
etmektedir.

Şunun bilinmesi yerinde olur ki: Misal âlemi, bütün âlemlerden daha geniştir.
Diğer âlemlerde her ne var ise., onun bir sureti de misal âlemindedir.
Makulatın ve maaninin bir sureti orada vardır.

Denmiştir ki:

— O Sübhan Hak ki, misallerin en üstünü kendisinindir; onun dahi misali vardır.

Bu Fakir, mektuplarında yazdı: Yüce Allah için, sırf tenzih mertebesinde bir
misil olmadığı gibi, Sübhan Zat için bir başka misal de yoktur. Bu manada bir
âyet-i kerime şöyledir:

— «Allah için darb-ı emsal yapmayınız. (Yani: Benzer araştırmayınız.;» (16/70)


Alem-i sağirde misal âleminin örneği, hayaldir. Zira, bütün eşyanın sureti,
hayalde tasavvur edilmektedir. Hayal öyle bir şeydir ki: Salikin hallerini
ve makamlarını tasvirle gösterir; kendisini ilim
erbabından kılar. Eğer hayal olmazsa veya kısır olsa, o zaman cehl lâzım gelir


Üstte anlatılan manadan olarak; Zılâl mertebesinin üstünde, cehil ve hayretten
başka yoktur. Çünkü hayalin cevelan ettiği yer, ancak zılâl mertebeleridir.
Bir yerde ki, zılâl yoktur; orada hayal dahi yoktur.

Tenzihiyet sureti ki misalde yoktur, nitekim bu üstte anlatıldı; o suret,
misali zilli olan hayalde nasıl tasavvur edilir?. Hiç şüphe edilmeye ki,
orada cehil ve hayret vardır.

Her nerede ki, ilim yoktur; orada dedikodu da yoktur. Bu manadan olarak
şöyle denmiştir:

— Allah’ı bilenin dili tutulur.

Her nerede ki, ilim vardır, orada dedikodu da vardır. Bu manadan olarak
şöyle denmiştir:

— Allah’ı bilenin dili açılır..

Bunların beyanı odur ki: Dilin uzaması, zılâl makamında olur. Dilin tutulması
ise.. zılâl mertebelerinin üstünde olur.

Her ne şey ki, zılâldendir; o şey illetlidir. Yapılma illeti ile de, mahluktur
. Bu durumda onun, matluba ait eserlerden olma dışında bir durumu yoktur.
Bunun faydalı alâmetleri ise.. ihnei-yakin içindir. Aynel-yakin ile hakkal-yak
ine gelince., her ikisi de zılâlin ve hayalin ötesindedir. Hayal yontmalarında
n halâs ise.. ancak enfüsî seyri de afakî seyir gibi geride bırakıp enfüsün
ve afakin ötesinde cevelana başladıktan sonra müyesser dürüstte anlatılan
mana, evliyanın pek çoğuna, ölümden sonra müyesser olur. Mademki hayat devam
etmektedir; hayal onların eteklerinden tutmaktadır. Büyüklerden pek azlarına
müyesser olur; hayal sultanı tasarrufundan bu dünya hayatında iken çıkarlar.
Hem de, dünya hayatının varlığı ile.. Hayal yapması ve yontması olmadan
matlubla başbaşa verirler. İşte o zaman, onlar hakkında, berkî tecelli daimî
olur; vasl-ı üryan başlangıçları dahi zahir olur. Bir şiir:

Erbab-ı nimete kutlu olsun erdikleri; Miskin aşıka yeter kadehle içtikleri..

Burada şöyle bir soru sorulabilir:

— Bir cemaat, misal veya hayal âlemine ait düşlerde veya rüyalarda görülür ki:
Kendileri sultan olmuşlardır; bunların hizmetçileri, haşmetleri dahi görülür.
Yine görülürler ki: Kutuplar olmuşlardır; bütün âlem dahi onlara teveccüh
etmiştir. Halbuki, ayık halde, şehadet âlemi olan afakta bu kemalâttan yana
hiç bir şey zuhur etmemiştir. Bu görülen için; doğruluktan yana bir şey var
mıdır? yoksa sırf batıl nev’inden bir şey midir? .

Bunun için şu cevabı veririm:

— Bu görüş için, doğruluk yeri vardır. Bunun daha açık beyanı o ki: Bu cemaat
ta, saltanat ve kutbiyet manası vardır; amma onlar hakkında zaiftir. Ve lâyık
değildir. Yani: Şehadet âleminde zuhur etmesi..

Sonra bu, iki halin dışında da değildir. Şöyle ki:

a) Bu mana kuvvet olarak yaratılır. Allah’ın inayeti ile.. Şehadet âleminde
zuhura gelmesi dahi yerinde olur. O zaman, o kimseler, Allah’ın kudreti ile
sultan veya kutub olurlar..

b) Yahut, şehadet âleminde kuvvet zuhuru olmaz. Zuhuratın en zayıfı olan
misal âlemine dayalı zuhurla iktifa edilir. Kudreti kadar da orada zuhur eder.


Bu tarikat taliplerinin de, rüyalarda gördükleri bu kabildendir; Ki onlar,
kendilerini yüksek makamlarda bulurlar. Velayet erbabının makamlarına
kavuşmuş bulurlar. Eğer bu mana, şehadet âleminde zuhur eder ise., büyük bir
devlettir. Eğer onun misal alemindeki zuhuru ile iktifa edilir ise.. hâsıl
olan bir şey yoktur. Belki de bir musibet olur. Her dişçi ve hacamatçı,
kendisini rüyada sultan görür. Ama onun için, hüsrandan ve nedametten başka
hâsıl olan yoktur.

Yerinde olur ki: Rüyalara itibar edilmeye., her ne şey ki, şehadet âleminde
müyesser olmuştur; o bir ganimettir.

Bir şiir:

Ben güneşin oğluyum, ondan söz ederim; Geceden bana ne ki, sözünü edeyim.

***

Anlatılan bu mana icabı olarak; Nakşibendiye büyükleri rüyalara itibar etmemi
şlerdir. Talihlerin tevcih ettikleri rüyalara dahi teveccüh etmezler. Keza,
onların tabirlerine de.. Zira, onların pek azı meydana gelir. Onlar katında
muteber olan ancak, afakta ve ayıkta müyesser olandır. Bunun için de, şühudun
devamına itibar edip huzurun devamlı olmasını dahi bir devlet itikad etmişlerdir.
O zuhur ki, onun peşinden gaybet hali gelir; o büyükler katında itibar makamın
dan düşmüştür.

Üstte anlatılan manadan olarak; Allah-ü Taâlâ’nın masivasını unutmak, onlar
hakkında daimî olmuştur. Yabancının onların kalbinde hazır olması, tüm vakit
lerde yoktur.

Evet., bir şahsın ki bidayetinde nihayet dere edilmiştir; bu kemalât, odan
nasıl uzak görülür?.

Dua makamında bir âyet-i kerime meali:

— «Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlığımızı bağışla.
Ayaklarımıza sebat ver. Kâfir kavme karşı bize yardım eyle..» (3/147)

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010


   

.... nakil dir.[b]Kadın Erkek İlişkileri Arasındaki Sınır Nedir?[/b]
"ALLAH, Adem'den Önce Yüzbin Adem Yarattı" Hadisi

Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz