VESİKALARLA SÜLEYMANCILIĞIN İÇ YÜZÜ Bu yazılara En kısa Zaman da Uygun Cevap Verilecektir)Kaynak: Vesikalarla Süleymancılığın İçyüzü – Rahmetullah İnayet, Bidatlarla Mücadele Yayınları, Trabzon, Tarih::İnanacağımız esaslar: Dikkatle okunmalı ve tatbik edilmeli (S.215-216)
1 — Suleyman Efendi Hazretleri Ali rasüldür.
Cevap:Hz Ali soyundan geldiği iddiası doğru değildir..bu konuda bir idiaları da yoktur..Ama ehli sünnet büyüklerinin ehli beyit gibi saygıya layık oldukları anlaşılır bir şeydir.
2 — Efendi hazretleri gelip - geçmiş bütün evliyaların en efdaldi ve sonuncusudur. Bütün evliya-i. Kirem Efendi Hazretlerinin ruhundan müstefit olmuşlardır.Bu sadece bu silsilenin sonuncusu demek belki aklın kabül edeceği doğrular olabilir yoksa büyük bir ZIRVA dan başka bir anlam taşımaz.Zırva tevil götürmez.Zira eğer bu doğru olsa imdiye çoktan kıyamet kopmuş olması yer yüzünde Allahın dostu olmaması gerekirdi..
3 — Kıyamet Alametlerinden olan ve hadis-i şerifte sübut bulan "güneşin Garb'den doğmasından" mu-rad efendi Hazretlerinin garbde doğup, şarkae uful etmesidir.
Cevap:Bu bir yorumdur,yani burada zikir edilen Güneşin alimler olduğu konusu bir yorumdur,ciddiye almak almamak hakkınız vardır.. doğrudan inancımızı ilgilendirmez.
4 — Türklerden Peygamberimiz 300.000 kişiye şefaat etmesi için Efendi hazretlerine izin vermiştir. Onlar da ancak bizim gibi üstad dan feyiz alan mür'î-dan kardeşlerimizdir.Bu gurup kuran hizmeti veriyor diğerleri vermiyor gibi anlayış ve başka grupları cennete gitmeyen grup diye göstermek yahudilerin sapan aşırı yorumlarıyla bilinenlere benziyor.
5 — Efendi Hazretlerine murid olanlar Mehdi'nin ordusu, olmayanlar da Deccal'ln ordusudur. Bugün Deccal'in ordusunu İmam - Hatipler, İlahiyat ve İslam Enstitüsü mensublanın olduklarını unutmayalım...başka mürşid den feyiz alacağına inanmayanlar,başka mürşid olma ihtimalini kabül etmezler. Kabül edenlerde bunlardan ayrılan mürtedler,bunlar gerçekten yolunu sapıtmışlardır.
5-Cevap:İlahiyat ve islam enst..lerine bu bakış hastalıklı bir bakışdır. Elbette tashihe ihtiyaç vardır.Mehdi ve deccal konusu çok çetrefilli bir konudur.Her tarikat erbabında bulaşmış ve kendi şeyhini mehdi ilan ettikleri bilinmektedir.Deccal Bize düşman olanlar,biz ise mehdi ordusu eklinde yaklaşım fitneye sebep olmakta.hele başkasının arkasında namaz kılmamaları bu yanlışların neticesidir.
6 — Efendi Hazretleri ölmemistir. Ruhu Arşa çıkmış ve oradan bizleri işaretleriyle idare etmektedir, Kemal Ağabeyimizin, Hüseyin Ağabeyimizin işareti onun işaretidir.
Cevap:Bu fikir tamamen yanlış fikirdir..Her insan gibi oda ölmüşdür ve ruhun ölümsüzlğü de tartışmalıdır.Üstadın ölmediği mezarından bizi gözetlediği denenmiş gerçeklerdendir,derler.Bu tasavvufun kabülü bir şeydir.İslam alimleri ruhun ölümsüzlüğü konusunu kabül etmezler.
7 —Üstadımızın dilediği her şey olur. Sadece hu-lus-i kâlb ile rabıta yapmalı.
Cevap:Dilediği herşey olur sözü de yanlıştır.Bunu H.Süleyman efenedi hz.demiş olamaz.Bu ona atılmış bir iftira yada onun adına uydurulmuş yanlışlardır.
8— Dört sene içerisinde bütün Türkiye Reis-i Cumhurundan, Başbakanından, şoför muavinine kadar Süleymancı olacaktır.Ölümününden kırk sene sonra ya kıyamet kopacak yada Bütün Türkiye Müslüman o(süleymancı )olacak..
Cevap:Bu korkuları yönetme tekniğdir.Bununla bir yere varılmaz..Devleti elegeçirmek diye bir niyyetleri olamaz.Ama içlerine girmiş bir çok ajanlar ve onların uydurdukları butür zırvalar olabilir.Son zaman Amerika ingiliz ve israil ajanlarına çalışan Feto Ve Pkk ajanları butür Fıtneye sebeb olacak inanclardan yararlanmaktadır.
9 — Süleymancılardan başkasına selam verirken dikkatli olunuz. Onların, selamını" Essamü aleyküm" (Allah belanızı versin) olarak almayı unutmayınız.
Biliniz ki. Abdu'l-Kadir Geylâni Hazretleri üstaddan feyiz almış ve İmam-ı Rabbaniye Mektubatı da üstad yazdırmıştır. [/b
[b]Cevap 9:Bu iddia doğru ise tamamen saçmalama dır..aklı başında olan bir kişi bunlara inanmaz.Bu tamamen yalan ve gerçek dışıdır.Belki doğrusu Şahı Nakşibend hz.Abdulkadir Geylaninin ruhaniyetinden istimdad ederek feyiz almışdtır.Ayrıca Onun ayağı bütün velilerin başı üstündedir sözünü kabül ederek "alerrasi vel ayın" buyurmuştur.
Vaka"ya uygun olmayan ve gerçek dışı olan suclamalara cevap vermeye de değmez..Nevarki olur da bir sabi yada bir ğafil bu saçma suclamalara uygun düşüncelere sahib olursa tabiki savunulacak bir tarafı olmaz..Hicbir Süleyman efendinin evlatları bu tür düşüncelere sahib değildir.
Rabıta Nasıl Yaparız?
Yedi kerre istiğfar edip, Efendi Hazretlerinin ruhuna bir fatiha, üç ihlas-ı şerif okuruz. Sonra rabıta yapmağa başlarız.
Şöyle ki: Efendi Hazretlerini Fatih camiinde tıpkı Fatih Sultan Mehmed'e benzeterek hayalimizde canlandırırız.. Bu canlaştırıştan sonra üstadın sağ elini üç kere öperiz.. Sağ ve sol kaşımıza üç kere süreriz. Arkasından anlımıza koyduktan sonra, -Destur Ya Hazret- deriz. Eûzü besmele ile (Yaeyyü-heliezine amenüsbirû vesabirû verâbitû...) âyetini okuruz. Tekrar yedi kerre istiğfar'ederiz, iki. âdet hutbe ayeti okuruz. Arkasından yedi kerre sala,vatı şerife' okuruz. Tekrar yukarıdaki rabıta ayetini okuruz. «Des-tur Ya Hazret» deyip üstadın elini yine öperiz. Dizimizi sağ dizine dayarız. Sonra anlımızdan bir siyah had çekeriz. Kalbimizdeki Allah'ın lemini üstada bağlarız. O'nun kalbine ekleriz. Arkasından kalbimizdeki Allah'ın lâfzına bakarak, bir saat başımızı sol göğüs üzerine eğerek rabıtaya devam ederiz. Arkasından destur Ya Hazret deyip, teşbihe başlarız. Her kardeş (Ve rabitû) ayetini okuyup, dilini üst damağına yapıştırıp, beş defa dolandırırsa, kalbinin Allah Allah . dediğini duyacak o zaman bir fatiha, üç- ihlâs Efendi Hazretlerinin ruhuna okusun. Bundan sonra Efendi Hazretlerinin elini öper arka kapıdan çıkarsın. Önce kalbi çalıştırırsın, ruha geçersin, ruhu çalıştırdın mı sırra geçersin, sırrı da çalıştırınca Hafiye geçersin. Onu da çalıştırdıktan sonra Ihfa'ya geçersin, işte bu. beşi çalıştıran her kardeşimiz veli olur. Hazret bir nur deposudur. Kalbini kalbine bağladın mı öyle yıllarca okumaya lüzum yoktur. Onun kalbinden sizin kalbinize nur akar. Bitmek tükenmek bilmez.
PAROLAMIZI TEKRAR EDELlM VE UNUTMaYALIM : imam - Hatipliler başa geçiyor. Her Kardeş gittiği yerde Kurs açacak, en az beş tanesini de açtıracaktır. Îmam-Hatiplilerin köşede bucakta içki içtikleri, dini yıkmak için, camide işe mlhrabtan başladıkları halka anlatılacaktır. Bu, küfürle savaştır. (El-Harbü hud'atün..) Süleymancılığm selâmeti İçin her şey mubahtır. Yerinde yalandan iftiradan korkmayın. Bu bir harptir ve harpte de her şey size helaldir.Kadınlardan imam ve müftü olmaz.Onlar fetva veremez gibi şeyler söylerlerse gerçekten büyük tehlike demektir.İmam hatiplilerin hiçbirinin arkasında namaz kılmayın,derlerse bu ehli sünnete uymaz.
Tuna Han’ın evlatları Ahmet Kaplan (S.218-219)
TUNA HAN EVLATLARI AHMET KAPLAN
Bir seyyah olup şu dünyayı arasam Süleyman Hilmi gibi Sultan bulunmaz Cedd-i Muhâmmed'dir eğer sorarsan Süleyman Hilmi gibi Sultan bulunmaz Gelin kardeş hep beraber varalım Ol mürşide halimizi soralım Cümlemiz de ona evlâd olalımSüleyman Tuna Han gibi sultan bulunmaz.
Gelin kardeş hep beraber varalımDinle kardeş neler deniyor
Üstazımıza evlâd olasın diye
İSTANBUL'DAKİ VELİLERİMİZ
Ahmed Kaplan. Hüseyin Kaplan, Mehmed Arı-kan, Mustafa Özaltın, Seyfettin Alkan, Kemal Ağabey çok hikmetlidir. A.P. istanbul-Mebusu-olupr. Diyanet-te ve hükümette bütün işlerimizi takib eder. Darda kalan her kardeşin imdadına koşar. Kalb gözleri açık Abdullah ve Halil dünyada 'görülmedik rüyalar görürler. Hele bir Necati vardır ki jipi uçar. Kıyamet 13 yıl sonra kopacaktır...Gerçek dışı söylem ve iddialar..
Süleyman Hilmi Tuna Han
İlimde buldu reyhan ihya etti İslama Süleyman Hilmi Tuna Han Süleyman Hilmi Tuna Han
Ehli küfürce ayan Süleyman Hilmi Tuna HanSüleyman Hilmi evlâdına ...........'. Rabbani
Süleyman Hilmi Tuna HanKaynak: Ben Bir Süleymancı İdim - Mustafa Akyıldız,
2.Baskı, Uzman Matbaası, Ankara 1978
Süleymancılar’ın ibadet sistemleri (S.21-22)
Hacı Süleyman Efendi'ye "Hâtemü'l-evliyâ" derler.Yani velîlerin sonu. Artık Kıyamet'e kadar eviyâ gelmeyeceğine, diğer tarikatların tamamen bâtıl; diğer insanların dalâlette; Imam-Hatip okulu; Yüksek islâm enstitüsü; îlâhiyet Fakültesinin Deccal mektepleri, bir çok partiler komünist, kendilerinin irfan ve Mehdi ordusu aldıklarını:
Bu iddialara cevaben şunu ılave edelim: Bu sözler asla doğru değildir.Olsa olsa ancak Kendi silsilesinde ki irşada ehil velilerin gelmeyeceği hakikatı dır ki bu da doğrudur.
Hacı Süleyman Efendiye intisap edenin ve rabıta yapanın doğrudan doğruya Cennetlik, sırlarını dışan çıkaranların katli vacip; iftira hakaret ve yalan söylemek helâl; Hacı Süleyman Efendinin şahsına yapılan ibadetlere "Rabıta" ismi verilerek gizli tutulur.
Bu bir sırdır. Sırrı söyleyen dinden çıkar, kâfir olur. Manevî darbeyi yer. Gökten atılanın bir parçası belki bulunursa da bizim sırrımızı söyleyenin dünyada ve Ahiret'te bir parçası dahi bulunmaz.
Hacı Süleyman Efendin'in Mehdi olduğuna kat'î delille inanırlar. Rabıta ismi vererek beş vakit namaz insan üzerinde nasıl farz ise o şahsa ibadet en aşağı bir defa olmak üzere farz kabul ederler. (Yaptıkları rabıtanın islâmiyet'le hiç bir ilgisi yoktur.)
Aksi takdirde bunu yapmayanı Müslüman olarak tanımazlar. Kim çok rabıta yaparsa o teşkilâtça en makbul insandır. Çabuk ilim sahibi olur. isterse derse çalışmasın. Hepsi rabıta yapmaya bakar. Bu rabıtanın bir âyetle sabit olduğunu söylerler, ibadet şeklini kitabın sonunda bir misalle anlatacağım. Hacı Süleyman Efendi'ye yapılan bu ibadet vasıtasiyle insanların, feyiz; nur ilim sahibi olduğuna inanıyorlar. Aksi takdirde Allah'a olan ibâdetin kabul olunmayacağına, Süleyman Efendi vasıtasiyle olacağına kayıtsız şartsız çocukları inandırıyorlar, inandıkları takdirde yıllarca ilim okusa ilim sahibi olmayacağını böyle yaparsa calısmasıdahi âlim olacağını; başı dara geldiğinde derhal rabıta yapacağını; va'z vermek için kürsüye çıkarken seni konuşturan "o'dur" derler.
Nakşi tTarikatına mensup olan Süleymancılık’taki Rabıta şekli (S.37-38)
Ve baştan sona Süleymancılık'taki Rabıtayı şu şekilde kısaca anlattım:
-Efendim, insan vücudunda yedi aza vardır. Bu temiz olmadıkça insan Müslüman olamaz. Yedi azaya yedi istiğfar ile günahtan temizlendi. Yedi Salâvat-ı Şerife ile kalay landı.Üstacılığa göre, ,bu rabıta için bir de Âyet nazil olmuştur ki, Âl-i İmran'ın son âyetidir. Bu Âyet okunacak; gözler yumulacak, insan başına battaniye veya yorgan gibi bir şey örtülecek. Daha önce verilen fotoğraf göz önünde tutularak istanbul'a gidilecektir. Fatih Camisi açılacak ve üstadın huzuruna girilecek Hacı Süleyman Efendiyi orada diz çökmüş bir hâlde, Güneşin dünyaya saçtığı ışıklar gibi ışık saçan bir halde dünyaya ilim saçıyor göreceksin. Orası bir ilim deposu. Hoca Efendinin bu hâlinde: -Destur ya Üstaz, deyip elini öpüp sağ dizini dizinin arasına alıp sıkacaksın. O anda göreceksin ki, bütün biraderler gelmiş ilmini alıyor. Burada ilim alma şekillerinin de kısımları vardır. Bir kısmı manevî bir fişi üstazın kalbine sokarak ilmi kendi kalbine aktarır. Bir kısmı da kalbini Efendi Hazretleri'nin balbine aktarır. Bir kısmı da kalbini Efendi Hazretleri'nin zılık gibi akıtır. Bir kısmı da kendi kalbini üstadın kalbinin altına tava gibi sürerek, efendi hazretlerinin kalbinden ilim doldurur ve: "Yâ Üstaz! Benim de nasibimi ver. Elimi boş çevirme" diye yalvarır.
İlim alma şekli kısaca budur. Bu şekil bitince bin defa "Allah" diyeceksin burada dil ile "Allah" denmez. Dilini üst damağına yapıştırıp kendi kalbinde küçük bir "Allah" yazısı Efendi Hazretleri'nin kalbinde büyük bir "ALLAH" yazısı kendi kalbindeki Allah lafzını durmadan üstazın kalbindeki Allah lâfzına vuracaksın ve bir taraftan da tesbih çekeceksin. Bu şekilde her teşbih 70.000 saydır ve bin teşbih böylece çekilir. Sonunda Üç İhlâs bir Fatiha okuyup Efendi Hazretleri' nin ruhunu bağışlarsın.
Kaynak: Mekasıdu't-Talibin - Mehmed Raif Efendi, Osmanlı Yayınevi, İstanbul-1973
1. Tasavvuf ve Tarikatın, Şeriatın hulasası özü olduğu İddiası.(S. 125)
Vaktaki Tarikat ehli kendi tertiplerine dair okunuşu basit ifadesi düzgün, rabıta ehlinin bütün hallerini içinde toplamış, bir risaleye muhtaç olduklarından, bu fakir ve acizi rabıta ehli olduğuna inanarak, her türlü hüsnü zanda bulunup Rabbimiz Tealânm feyiz ve ihsanına muhtaç olduğum halde acizlerden hallerine uygun bir risale istediler. Ben de hallerine muvafık risaleler içinde bir risale arayıp Mi-zânüssülûk isimli risaleyi azıcık açıklayarak rabıta ehlinin hal ve arzularına uygun kılıp ve her tarikatın özünü şamil ve ehli tarikat ile ehli ilmin aralarını bulup, tarikatın, şeriatın bir hülâsası olduğunu ve şeriatın da tarikatın temeli bulunduğunu açıkladım ki mağfiretime ve Cennete girmeme sebep olsun.
2. İslam’ın Beş Şartına Karşılık Tasavvuf Dinin de Batıl Beş Şart.(S.127)
İlmi batının hasıl olmasına alet ise, devamlı ihlas ve mürşidin nefesi ile zikire ber devam, az yemek az konuşmak ve insanlardan ayrı kalmaktır.
İlmi hakikatin hasıl olmasına sebep dünyayı terktir. Çünkü dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünyayı terk ise bütün ibadetlarin başıdır. Dünyayı terk ise bütün ibadetlarin başıdır buyuruldu. Ve terki ukba ve terki vücut ve terki terktir. Ahireti terk, mevcut mahlukatı terk, ve terki de terk Hakikat ilmi için birer alettir.
3. Zahiri amelin ölçüsü şeriat, Batıni amelin ölçüsü şeyh ve rüya iddiası.(S.128)
Şimdi bundan sonra malûm olsun ki, bir kimse zahiri amelinin doğru veya bozuk olduğunu bilmek isterse, onu şeriatta arasın; Fıkıh kitaplarına müracaat ile bilir, okur, onunla amel eder. Eğer Batıni âmelinin doğru veya bozukluğunu inişini veya yükselişini bilmek isterse, usulü esma ile, mürşidin telkinlerinin en aşağısı ile gönül kitabına Hikmet tabirlerine müracaat. ile her gün rüyada, ne görürse mürşide arzeyler, ona durumu anlatır. Böylece O müridin müşkili hal olur ve yola girer.
4. Tarikat olmadan, şeriat kalbe huzur veremez iftirası.(S.129)
Eğer bir kimse zahir amelini işlerker batın amelini ve Hakikal amelini zahir ilmin yoluyla elde ederim diye zannedip, ondan bir kısım işlerse, meselâ: Kendiliğinden esmaya devam edip oruçlar tutsa, halvetler çıkarsa; o kişi alelade sülûkünde çok zorluk çeker. Böyle giden kişiler bu yolu şaşırır. Eğer o kişi Mürşidi Kâmil terbiyesiyle sülük eder, mürşidin nefsi ateşinden telkin çakmağı ile talibin kalb-i kavına bir kıvılcım yetişirse ümit'edilir ki, o zaman sâlik, feyiz ve isteklerine kavuşur.
5. Hakkı bulmak için mürşid gereklidir, yalanı.(S.129)
Hakkı arayanlara mürşid lâzımdır. Fakat her mürşidim diyene gönül verilmez. Çünkü noksanın da noksanı vardır. Noksan mürşidden fayda yerine zârâr gelir. Mürşidi Kamıli bulmak için çalışmak lazımdır.
6. Muhyiddin-i Arabi’nin batıl bir sözünü hadis diye rüya ile peygambere tasdik ettirme yalanı.(s. 130)
Nefsini bilen kirnse muhakkak rabbini de bilmiş olur, buyurmuştur.
HİKÂYE
Bir kimse zîkrolunan bu hadisi şerifi ra'ların kesresiyle okurdu. Bir gece rüyasında Hâce-i kâinat ve Ekmelüttahiyyat Efendimizi gördü. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz ona senin okuduğun söz benden zuhur etmedi buyurdular. Sonra o kimse âlim ve fazıl bir kimsenin huzuruna gelerek kıssayı arzetti. O zatta o hadisi bir defa daha oku dediğinde o kimse hadisi şerifi okudu. O kimse yine ra'ların kesresi ile okuduğunda o alim zat: «Bu hadisi şerifin ra'ları fetha iledir. Bunun hilafına kesre ile okuduğundan dolayı Efsahul füseha Efendimiz Hazretleri kelâmı şeriflerinin değiştirildiğine Allah tarafından tenbih ecilinden bu vakıa zuhur etmiş» cevabını verdiler..
7. Erkek ve kadın müride manevi nehir sebebiyle mürşidin batınından feyiz akması uydurması.(S. 131)
Feyz almağa sebep birdir: O da mürşide muhabbetten ibarettir. Fakat o da çalışmadan ve zorlamadan sıdk ve yakın üzere lâzımdır. Çünkü sevgi, müridin içinden mürşidin bâtınına akan bir manevi nehirdir. Manevi nehir sebebiyle mürşidin bâtınından devamlı feyzin akması hasıl olur. Bu manevî nehrin genişliği müridde bulunan muhabbetin azlık ve çokluğuna göredir. Çünkü bazan muhabbet galeyana gelir manevi nehir deniz gibi olur. Müridin kalbi mürşit tarafımı teveccüh ,eder. Belki de muhabbetin galebesi sebebiyle mürid şeyhte yok olup mürşidin bütün halleri bir defada müridin kalbine akseder. Çünkü mürşide muhabbet ancak Allah için olur.
8. Mürşide sevginin(ibadetin) ve tasavvuf dininin emrettiği sekiz şart.(s.132)
«Bir şeye muhabbet gözü kör kulağı sağır eder. Yani kişi sevdiği kimsede kusurda görmez, zemmini de işitmez» demektir.
Malûm olsunki mürşit hakkındaki edep bir kaç vecih üzeredir. Birincisi, niyette edep, ikincisi, Rabıtada ve hizmette edep, üçüncüsü, mürşit ile huzur edebi, dördüncüsü, mürşit ile konuşma edebi. Beşincisi, mürşidin ihtiyaçlarına hizmet edebi, altıncısı, Berayi istifaza istihzarı kâlb keyfiyeti Ihlâs ve talep edebi, yedincisi, vird ve hatim edebi, sekizincisi, sülük ve mücahede edebidir.
9. Allah u Teala cismimi yarattığında 5 latifeyi(duyguyu) ayrı ayrı yerlere asmıştır yalanı.(S.134)
Meşayıh şeyhin cemidir. Yaşça büyük, İlimce büyük ve amelce büyük manalarından birinde kullanılır. Burada amelen büyük kimse için kullanılmıştır. «Kaddesallahü esrârahüm» sözündeki «esrar» sırrın cemidir. Manası: Alahu Teâlâ Hazretleri o üstazların sırlarını pak etsin demektir. Sır letaifi hamseden biridir. Latâifi hamse: Kalb, ruh, sır, hafi, ahfâdır. Allahü Teâlâ Hazretleri cismimizi halk ettiğinde beş latıfe'yi de ayrı ayrı yerlere asmıştır.. Kalbi sol memeden iki parmak aşağı; sol tarafa meyyal, Rûh'u sağ memeden iki parmak aşağı; sağ tarafa meyyal, sol meme hizasında iki parmak ara ile göğüs tarafına meyyal, Hafiyi sâğ meme hizasında iki parmak ara ile göğüs tarafına meyyal, Ahfâyı ise göğüs ortasınâ astı.Sahibi Reşahat «aleyhirrahme» der ki, mürid zata müteveccih olduğunda sıfata teveccühü sahih olmaz. Çünkü zata teveccüh etmek sıfata teveccüh mertebesinden daha yüksektir.
10. Mürşidin manevi yüzü müridin kalbinde hiçbir zaman kaybedilmeyecektir gafleti.(S.134-5)
Rabıta edebi: Rabıtanın tam şekli: İki gözün arasında bulunan bütün düşünce ve hayallerin hazinesi ve toplandığı yer ile mürşidin ruhani yüzlerine bakılacaktır. Çünkü mürşidin manevi yüzü ruhani feyiz kaynağıdır. Sonra mürşid vesilesiyle mürşidin ruhaniyyeti, hayal ve düşünce hazinesine sokulacak o anda kalb derinliğine devamlı bir şey iniyor diye düşünülecek, ötesinden yavaş yavaş inilip o kalbde kaybedilmeyecektir. Hatta nefsden gaib (bile) olunacaktır. Çünkü kalb derinliğine nihayet yoktur. Ve Allah'a seyr, kalbden hâsıl olur.Şimdi burada kastolunan zat. Bari-i Teâlâdır. Rabıta ise Allah'a gitmeye bir vesiledir, bir sebeptir.
11. “Rabıta ibadettir” demek Allah’a ve kitabına büyük bir iftiradır.(S.135)
Rabıta her an ve her yerde yapılması mümkün bir ibadettir. Zikri kalbi ile beraber yirmidört saatte bir defa yapılanına vazife denir. Ve şöyle yapılır; Abdestli ve temiz olarak ve tenha bir yere kıbleye dönük eller diz üstünde oturulur. Euzü besmele ile bir Fatiha üç ihlas-ı şerif okunup Silsile-i Saadât Efendilerimizin (K.S) ve yaşadığımız asırdaki mürşidi kamilin ruhlarının makamlarına hediye edilir. Usulü ile 7 istiğfar ve 7 salavat okunur. Gözler kapalı baş öne ve kalb üzerine eğik olarak durulur. İki kaşımızın arasındaki bütün vesvese ve düşüncelerin çıkış noktası olan Nelis, kalbe, kalb de Mürşidi Kâmilin kalbine bağlanır. Dil damağa yapışık olarak ve kalbine, Cenab-ı Hakkın ihsanı olan feyzin mürşidinin manevî kalblerinden kendi kalbine aktığı tahayyül edilerek en az çeyrek saat durulur. Bu hallerde mürşitle diz dize durma en iyi şekildir. Sonra Dil damağa tam yapışık olarak yalnız kalb ile, (verilen miktar ne ise) teşbihle lafza-i celâl (Allah lafzı) kalb de zikredilir. Zikir ânımla masivadan hiçbir şey düşünülmemelidir. Eğer her hangi bir düşü nce gelecek olursa zikri bırakıp 3 - 4 dakika daha rabıta yapıp sonra zikre devam edilir. Zikir bitince en az elli en çok beşvüz ihlası şerif okunup dua yapılır. (Abdülkadir Dedeoğlu)
12. Bu mertebede mürid ile mürşid arasında ikilik kalkar iftirası.(136)
Tarikat büyüklerinin çoğu rabıtayı bu zikrolunan şekilde beyan etmişlerdir. Fakir, Muhammed bin Halil derimki, rabıtanın manası odur ki, mürid mürşidine, zatına, ef'aline, taatına tam muhabbeti olup o derece ki, müridin hayalinden mürşidin ruhaniyeti kat'iyyen ayrılmamalıdır.. Çünkü :
buyurulmuştur. Hatta mürid o muhabbeti sebebiyle mürşidi vesilesiyle seyrü sülükünde şeyhi ile beraber olmayı kastedip o beraberlik berekâtıyla mürid Hak Teâlâya kolayca ulaşmayı itikat etmelidir. Bu birlikte olmayı kasta rabıta ismi verilir. Hatta mürid bu mertebede mürşide muhabbetinden nefsini unutup, daima mürşidi hatırında olur.. Bu mertebede mürid ile mürşit arasında ikilik kalkar. Müride fena fişşeyh (şeyhinda yok olma) Şeyhe hasıl olan feyz, müride de hasıl olur.
13. Mürid için Hak Sübhanehu Teala Hz. Dört mertebe ihsan eder, iftirası.(S.136)
Müridi kâmil için Hak Sübhanehü Teâlâ Hazretleri dört mertebe ihsan eder. Birincisi fenafişşeyh mertebesidir. İkincisi fena filpiir mertebesidir. Üçüncüsü fena firresül mertebesidir. Dördüncüsü fena fillah mertebesidir. Zikrolunan fena fişşeyh mertebesini diğer mertebeler kıyas olunsun.
14. Rabıtanın isbatı diye Kur’an’ın iki ayetini tarikatlarına alet etmeleri sapıklığı.(S.136-7)
Eğer denilirse, rabıtaya sabit, delil var mıdır? biz de deriz ki evet vardır. Kitap, sünnet ve kıyası fukaha ile delil sabittir. Kitap ile sübutû Hak Teâlânın:
kavli şerifidir. Manayı latifi: «Allahü Tealinin tarafına, takarrub ve yaklaşma için vasıtayı arayınız» demektir.
Eğer burada vesileden murat rabıtadan başka şeydir denilirse; biz
deriz kî:mana umûmîdir. Vesile aramakla emir sabit oldu ise, rabıta vesilelerin en faziletlisidir. Çünkü vesile, «Peygamberimiz» sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemdir yahut vekilleridir.
Yine Hak Teâlânın:kavli şerifi de rabıtaya işarettir. Resülüllah Efendimiz Yahudileri feci azabla korküttuğunda yahudiler: «Bîz Allah'u Tealayı severiz. O Allah ise kendîni seveni azab etmez" deyince bu ayeti celile inzal buyuruldu. Manayı şerifi: «Ya Muhammed!.. Yahudi ve Nasâra'ya söyle: «Eğer siz Allah Tealayı severseniz bana tabi olun ki Allâhü Teâlâ da sizi sever ve günahlarınızı mağfiret eder. Allah Azîmüşşan rahmet ve merhamet edicidir." demektir.. Bu kavli şerif rabıtaya işarettir" dedik. Çünkü, tabilerin itbaı metbuunun ru'yetini veyahut tahayyülünü iktiza eder. Eğer öyle olmazsa itbâ sayılmaz. Yani, bir kimseye tâbi olabilmek için tabi olunan o kimse ya görülmeli yahut da tahayyül: edilmelidir ki, ancak o zaman tâbi olmak sahih olur. Peygamberimize tâbi de öyledir. Cismani yüzü görülmüyorsa ruhani yüzü tahayyül edilmeli ki tabi olunabilinsin. Bu da rabıta demek olur.
15. Sünnet ile isbatı diye Allah’a, Rasulüne(s) ve Ebubekir(ra)’a büyük iftira.(S.137-8)
İmamı Buharı Hazretlerinin zikrettiği vecihle Ebu Bekri's-Sıddîk «radıyallahü anh» bir gün Hazreti Rafûlü Ekrem «sallallahü aleyhi ve sellem»e «Ya Rasülellah!. Ruhâniyetiniz hasebiyle hayalimden hiç bir an ayrılmıyorsunuz» buyurdu, ruhaniyyet hasebiyle hayalde olmaktan murat anlattığımız rabıtadan ibarettir.Malûmdur ki sünnet, ya kavli nebidir, ya fiili nebidir, yahut takriri nebidir. Kavli nebi Resulü Ekrem Efendimizden sâdır olan sözlerdir. Fiili nebi Resulü Ekrem Efendimizden sâdır olan iştir. Takriri nebi Bir kimseden sadır olan işi Resulü Muhterem «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem» Efendimiz Hazretleri görüp o işi men etmemesidir. Bu makamda zahiri sünnetten murat takriri sünnet olmasıdır. Çünkü resülü Ekrem Efendimiz, Hazreti Sıddîki bu tahayyülden men etmedi.
16. Bir kimsenin diğer kimse suretine girerek görünmesi yalanı.(S.138)
Maksud - bizzat'a, vesiyle ve maksuda muayyen olan şeyleri (vesile olduğu haysiyetle) tahayyül etmekte bir beis yoktur. Ancak yasak olan, vesileyi, maksud bizzat kılmaktır. Fakat bu makamda hal böyle değildir. Münkirlerin ise bu iki şeyin arasını ayırmaya akılları yetmiyor.
Bazı tarikatlarda beyan olunduğu gibi rabıta temessül yolu ile de olur. Birkimsenin diğer "bir kimse suretine girmesine temessül denir. Eğer murîd mürşidinin suretinde kendisini tahayyül ederse ona temessül yolu ile rabıta denir. Bu şekil yapılan rabıta bazılarının irat et- tiği üzere şüpheden uzaktır.
Rabıta galip ve kuvvetli olduğu zamanlarda Mürid her neye baksa şeyhini görür. Yani her ne şeye nazar etse o baktığı şey müride şeyhinin suretiyle görünür.
Bu fakire şeyhim rabıtayı temessül ile Hazreti Sıddîki Ekber Efendimize rabıtaya emir verdiler. Sıddîki Ekber Hazretlerinin simaî âlîlerini şöyle tarif ve beyan ettiler: Mübarek sakalları ak, mübarek alnı mihrab gibi bir miktar çukurca ve mübarek vechi saadetleri nûranî ve Berrak idi.
17. Mürid ister uyanık ister uykuda olsun mürşidin ruhaniyeti müridden ayrılmaz yalanı.(S.140)
Mürşidin rûhaniyyeti talibin kemali muhabbetinden dolayI kendisiyle beraber ve nerede olursa nazarında olduğunu kati ve iyi bile. Belki makbul müridden uyur ve uyanık halinde rûhaniyyeti mürşit ebedî ayrılmaz.
MÜRŞİD, MAKSUDA VESILE OLDUĞUNDAN DOLAYI MÜRİD MÜRŞİDİ «TARFETÜ AYN» MİKTARI YANİ GÖZ AÇIP KAPAYACAK KADAR GAİB EYLESE MÜRİDİ MAKBUL OLAMAZ» DENİLDİ.
18. Her müridin, mürşidin kalbinde yeri ve me’vası(mekanı) vardır, iftirası.(S.143)
Mürşin huzuruna varıldığında, kalb gafil, yahut nefsinde meylsizlik ve kerahat olmamalıdır. Çünkü bunların hepsi mürşidin kalbini müridden nefretini mucip ve mürşit nazarından düşmeyi ve kalbinden çıkmayı icab eder. Çünkü her müridin mürşidin kalbinde yeri ve me'vası vardır.
Denildi ki, yedi kat semâdan yere düşmek erbabı batının kalbinden düşmekten iyidir. Geçmişte işaret olunduğu gibi talebei ulumun üstazlarına hürmetleri feyzlerini çoğaltıp, tazimde kusurları ise feyzlerine mani olduğu gibi; güruhu dervişân da mürşitlerine ihlâs üzere tazimleri, terakkilerini ve nefslerinde mürşidi kerih görmeleri de alçalmalarını mucip olacağı aşikârdır.
19. Müridin, mürşidine ‘Bu niçin böyledir’ demeye hakkı yoktur yalanı.(S.145)
Mürid huzurda iken Mürşidin konuşmasını kalb ve lisanıyla tasdik edip lafzan veya kalben «niçin böyle diyor» diye karşılık vermemelidir. Çünkü erbabı tahkik demiştir ki, mürşide “Niçin böyle diyor” diye mukabele eden mürid ebedî iflah olmaz.
20. Mürşide iman ve itikat etme sapıklığı.(S.146)
Mürşide mal ile hizmet edebi: Hak Teâlâ'nın kendine verdiği bütün mal ve evlât, âlemi ezelde mürşidin ruhaniyyeti berekâtıyla olduğunu itikat etmeli, Mal ve evlâdın hepsinin mürşidin olup, kendisi onun kölesi, yediği ve giydiği mürşidin kereminden olduğunu itikat etmeli ve mürşide bir şey verdiği halde, mürşit mahcub olacak yerde vermemeli, mürşide yaptığı ikramı açıklamamalı ve yine bizzat mürşide vermeyip hizmetçisine teslim etmelidir. Verdiği şeyin mürşid tarafından kabulünü kendine nimet addeylemeli. Bunun karşılığında Hak Teâlâ'ya şükür etmelidir.
21. Tasavvufun İslam içerisinde ayrı bir din olduğuna bir örnek.(S.147)
İhlâs: Mürid o mertebede olmalı ki, mürşidini kemalata ermiş, Resülüllah «sallallahü aleyhi ve sellem» in vekili ve zıllullah fil alem demekliğe şayan olduğunu bilip, mürşid kendisini red ederse Allahü Teâlâ ve Resulünün de kendisini red eyleyeceğini ve kabul ederse yine Allahü Teâlâ ve Resulünün de kabul etmesini itikat etmesi, inanmasıdır. İhlâs edebi budur.Yukarıda geçtiği gibi bir müridi şeyhi red ettiğinde şeyhinin şeyhi de kabul etmeyip hatta Resülüllah «sallallahü aleyhi ve sellem» dâhil onu hiç kimse kabul etmez, diye inanmak lâzımdır. Yine ilim taleb ettiği üstazına ihlâslı bir hal ile olmalı ki, Üstazı o derece tam ki, bütün fenler kaybolmuş olsa yeniden o fenleri te'lif edip yazmağa muktedir ve bu derece ilmiyle âmil ki kendinden şeriata zıt bir şey sadır olmaz. Onun ilmi sayesinde feyze nail olup ilim tahsil etmiş olduğuna itikat etmelidir.
Mürşidi kâmilde bir ruhaniyyet vardır ki bütün hallerde müridden ayrılmaz. Hatta ihvanımızdan bazıları ruhaniyyeti mürşit üzerlerinde hazır ve kendilerine nazır olduğunu bildikleri için uykuda bile ayak uzatmazlar. Eğer bir mürid bu haleti görmezse görür gibi inansın. Çünkü bu inanç sebebiyle edeplendiği için, görmüş olan mürid ile feyzde müsavi olur. Ruhaniyyeti mürşid, müridin ruhu çıkacağı ve şeytanın tasallutu vaktinde hazır olup şeytanı defeder.
22. Tasavvuf dinine bağlı, Nakşibendi tarikatının, Halidiye kolunun üstazlar silsilesi olan ruhbanlar sınıfı.(S. 163-4)
Bu zikrolunan Altun Silsile Nakşıbendiyyenin Hâlidiyye kolunda seyr-i sülük edenlere göredir. Bu kitabı osmanlıcadan sadeleştirenin büyüklerinden duyduklarına göre ise Peygamberimiz «Suilallahü aleyhi Vesellem in zamanından kıyamete kadar 33 adet büyük -zat-gelecek-tir. 33 adet olması sırlardan bir sırdır ve ehline malu- ıdur. Resülüllah sallallahü aleyhi ve sellem bu Otuzüçün içine dahil değildir. Çünkü o peygamberler silsilesinin son halkasıdır. Bütün feyizlerin menbağı odur.
Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Hazretleri 1304 yılında Silistre'de dünyaya geldiler. Ceddi İdris Bey'e dayanan şerefli ve soylu bir ailedendir. İdris Bey, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından Tuna Han'ı nasbedilmiş ve üstelik kendisine kız kardeşi tezvic edilmiş bir zattır. Süleyman Efendi'nin dedeleri Kaymak Hafız nâmıyla mâruf bir zat olup 110 yaşına doğru vefat etmiştir. Pederleri Osman Efendi ise, tahsilini İstanbul'da tamamlamış ve Silistre'nin Satırlı Medresesi'nde yıllarca müderrislik etmiş mâruf bir zattır.
Süleyman Efendi, ilk tahsilini Satırlı Medresesi'nde ve Silistre Rüştiyesi'nde yaptı. Daha sonra tahsilini tamamlamak üzere pederleri tarafından İstanbul'a gönderildi. Pederleri kendisini İstanbul'a gönderirken:
«— Oğlum! Usûlü Fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun, Mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun» diye tavsiyede bulundu.
İstanbul'da Fatih Dersiamlarından ve o devrin meşhur âlimlerinden Bafralı Ahmet Hamdi Efendi'nin ders halkasına oturan Süleyman Efendi, Ahmet Hamdi Efendi'den birincilikle icazet aldı.
Bilâhare o zamanın tâbiri ile dersiam olarak yetişmek, yani ihtisasını (doktorasını) yapmak üzere Süleymaniye'deki Medresetü'l-Mütehassısîn'in -Tefsir ve Hadis kısmına girip oradan da birincilikle mezun oldu. Medrese-i Süleymaniye'ye girmeden önce Medresetü'l-Kuzat (Kaadi yetiştiren mekteb) in de giriş imtihanını birincilikle kazandı, fakat bunu büyük bir sevinçle pederine mektupla bildirdiği zaman O'ndan aldığı telgraf şu oldu: «— Süleyman, ben seni Cehenneme göndermek için İstanbul'a göndermedim.» Pederleri bu telgraf ile kendisine, Peygamberimizin: «— Üç Kaadiden ikisi Cehennemde birisi Cennettedir.» Mealindeki hadis-i şerifini hatırlatmış oluyordu. Süleyman Efendi (K.S.) pederine verdiği cevapta, kendisinin asla Kaadilik (Hâkimlik) mesleğine sülük etmeye niyetli olmadığını, maksadının devrinin bütün zahiri din ilimleri sahasında kemâle ermek olduğunu bildirdi ve Medrese-i Süleymaniye'nin Tefsir ve Hadis kısmından diplomasını alıp Dersiam olduğu gibi, Medresetü'l-Kuzât'dan da diplomasını iyi derece ile alıp, Kaadılık rütbesine ulaştı. Böylece devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi ihraz etmiş bulundular.
Süleyman Efendi (Kuddise sirruh) tahsili esnasında yüksek zekâ, çalışkanlık ve takvâsıyla talebeler arasında temayüz ederek hocalarının dikkat nazarlarını çektiler.
Ezelî takdir olarak, Seyyidler zincirinin 33'üncü halkası kendilerinin nasibi olduğundan, bâtınları da ilâhi füyuzât ile alâkalanarak Seyyidler zincirinin 32'nci halkası ve bu zincirin 9'uncu büyük rütbesi Selâhüddin Ibn-i Mevlânâ Sürâcüddin(K.S.) Hazretlerinden seyr-i sülüklerini tamamladılar. Kendilerine vâki tecelliyâtın büyüklüğünden, Selâhüddin İbn-i Mevlânâ Sürâcüddin Hazretleri tarafından Müceddid-i Elf-i Sânî İmam-ı Rabbani Ahmed-i Fârûki-i Serhendi Hazretlerinin nisbet-i rûhâniyesine teslim edildiler. Bu suretle Seyyidler zincirinin 33'üncü ve sonuncu halkasını teşkil ederek: dünyanın şu son zamanlarında ilâhî feyizden nasipleri bulunan insanları yüksek himmetleriyle küfrü dalâl çukurundan iman ve ihlas sahasına cekip çıkardılar, hâlen de çıkarmaktadırlar.
Seyyidler zincirinin 33'üncü ve sonuncu halkası Ebü'l-Fâruk Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S.) Hazretleri 16 Eylül 1959 da irtihal buyurdular. (Kaddesallâhu sirrehül-eazz)
24. Süleyman Efendinin batın ilmi.(S.187) Ebü'l-Fârûk Süleyman Hilmi Silistrevi Hazretleri'nin bâtın ilmi ile alâkalı olarak damadı ve bağlısı Kemal Kaçar tarafından (Son Devrin Din Mazlumları) isîmli kitap için Necip Fazıl'a verilen notlardan bir pasajı ehemmiyetine binâen okuyucularımız'ın ittilaına arzediyoruz:
«Süleyman Efendi'nin bâtın ilmine, yani tasavvuftaki mânevi cephesine gelince, şüphesiz bu husus ehline malûmdur. Zahiri akıl ve zekâ ile idraki mümkün olamaz. Öyle kî, bir insan müslüman olabilir, tahsilli ve akıllı olabilir, hattâ iç hayatı münkir olmaz da; yine tasavvuf ve irşada ehil bir zat ile karşılaştığı halde, o zat ilâhî irâdeyle kendisini ona bildirmezse dünyalar bir araya gelse onun feyizlerinden haberdar olamaz. Bizim ise kendisinin mânevi cephesi üzerine zerrece tereddüdümüz yoktur! Kendisini öz ruhumuzda ve vücûdumuzda hissetmiş bulunuyoruz.. Allahın bu husustaki lütfuna mahzar olduğumuza, kendilerinin kâmil, mükemmel mürşid olduğuna, "Silsile-i Saadad: Büyükler Zinciri» kolunun 32'nci ferdi Salâhüddin İbn-i Mevlana Süracüd-diyn'in cismânî nisbet, imam-ı Rabbani Hazretlerinin de ruhanî nisbetle vârisleri bulunduğuna imanımız tamdır. Kendisinin bu cephesini anlamıyanların, anlamakta acz gösterenlerin, hiç olmazsa aksini iddia etmemelerini ve kendisinde bir mürşid hali görmediklerini söylemekten çekinmelerini dünya ve âhiret yıkımına uğramamaları bakımından tavsiye ederiz.»
Bir ara Rize’nin Günaysu bucağından yine bir hısmımın evine misafir edildim. Söz arasında “bu mevzuu bilen var mı?” diye söz ettim. Meğer ev
sahibi, İstanbul’da bulunuğum bir sırada, Sülayan efendi ile bizzat görüşmüş, onun elini öpmüş, bir kimseymiş. Kendisinden gördüklerini duyduklarını anlatmasını rica ettiğimde dedi ki:Bir kaç yıl evveldi; bazı arkadaşlarla birlikte Hacı Süleyman efendiyi evinde ziyarete gitmiştik.Şüphesiz hepimiz de bermutad hatırı sayılır birer hediye götürmüştük. Gayet mükellef ve müdepdep bir şekilde döşenmiş olan evinde bizi kabul eden bir arkadaş, bir zaman evvel ölen
pederinin i ahirettek i durumunu, şeyh efendiden sordu Süleyman efendi çenesini göğsüne dayaraka gözlerini kapadı ve birkaç defa da, keçi hapşırığına benziyecek şekilde hapşırdıktan sonra başını kaldırdı ve cevap bekliyen o arkadaşa hitaben “Senin baban Cenneti alada dır, ondan merak etme.”
Diğer bir arkadaş, da ölü bir akrabası hakkında aynı çeşit bir soru sordu. şeyh efendi yine ayni minval üzere hareket ettikten sonr a bu arkadaşa da
“senin o akraban zahmet içindedir. Onu kurtarmanız için, sadaka vermeniz lazım” dedi. Bana gelince; bu zırvalara inanmadığım için, hir bir şey sormadan ve beraberce evden ayrıldık.)“Sönmez neşriyat” şirketi ortaklarından ve ayni zamanda da bu şirketin müdürlüğünü yapmış ve halen İZmir’de 1331 S. 9 No nakletmiş, olan muhtereme Hacı Raif beyden dinlemiştim. O zaman Sayın Hacı Raif Cilasun demişti ki:
Hakkında bir efsane yaratıan Süleyman efendiyi görmek arzusu ile ve beraberim de de, İstanbul İmam-Hatip Okulununu yanındaki caminini imamı Halit Efendi olduğu halde Süleyman efendiin evine gitti. Bir ara sopbet “vahdeti vücut” meselesin e intikal etti. Bu mevzuda izahata kalkışan Süleyman efendinin vukufsuzluğu açıkca görülüyordu.
Arkadaşım Halit efendi meğer “varlığın birliği” manasına gelen “vahdeti vücut” meselesin i iyice etüd etmiş bir kimseymiş. Cevap vermeğe ve Süleyman efendinin i fikir ve bilgileri ni cerhetmeğe başlıyan arkadaşım Süleyman efendiyi terletiyordu.
Bu defa Süleyman efendi arkadaşa hitaben /”molla seni hangi cahil okuttu?” dedi. Esasen büyük alim olarak hayalinde canlandırdığı Süleyman efendiyi diniledikten ve onun cehlini de gördükten sonra bu zata hitaben “beni okutan alim bir kimsedir ama siz, hayalimde nadir alimlerden bir kimse olarak canlandığım kimse değilsiniz.”
dedi ve ayağa kalkarak a bana hitabeden arkadaşım Halit efendi “siz ister gelin ister gelmeyin ben gidiyorum” diyerek çıktı gitti.”
(Sülaymancığıın içyüzü) nün yazarı olan Erdemli ilçesinden Ali Büyük güdük anlatıyor:
“Ben, 1950 yılında Alanya kazasındaki Süleymancıların Kur’an kursunayazıldım. Dört seneye yakın aralarında kaldım. Bu münasebetle onları iç
durumlarına tamamen vakıf oldum. Bu müddet zarfında Süleymancılarıngerek bana ve gerekse diğer talebeler e yaptıkları telkinler in
Kur’anı Kerim ve Hadisi şeriflere uymadıklarını, daha doğrusu İslam dinini ana yolundan -hariciler- gibi saptıklarını anladım. Bu bakımdan
aralarından ayrıldım.şimdiyse gerçeklerin umumi efkarca bilinmesi için onların iç durumlarını açıklıyorum:
Türkiyede 1945 yılında olak üzere Silistred en göçmen sıfatiyle gelen Süleyman Hilmi Tunahan ve bazı şahıslar tarafından Nakşibendi tarikatı adı ile gizli bir tarikat kurulmuştur .
Bu takirata, Süleyman Hilmi Tunahan’a izafeten “ Süleymancılık”adı verilmiştir. Aslında bu tarikatın esası ve gayesi “Batınilik” tir. Bu
batıl tarikata bağlı olanlar S. H. Tunahanı “Mehdi-i Resul” olarak kabul etmekte ve onun baba tarafından Peygamber efendimiz e ana tarafından da Sultan Fatihe ensup olduğuna inanırlar.
Bundan başka Süleymancılar, S. H. Tunahan’ın Peygamber efendimiz in vekili ve velilerin de, en faziletli si olması hasabiyle haftada bir kaç defa Hz. Allah’la cc. ve Hz. Peygamber ile görütüğüne ve bu cihetle dini de yeniliyec eğine inanırlar.S. H. Tunahan’ın “Bana rabıta yapan Cehenneme giderimi diye korkmasın.
Benim müritlerimden Cehennem korku taşıyan bana bağlanmamıştır.” dediği bir hadis gibi deli gösteren Sülaymancılar, kendileri ni, Cennetlik, diğerlerini ise Cehennemlik olduklarını iddia ederler.
Rabıtanın tarifi:
Süleymancıların esası, S. H. Tunahan’a “rabıta” yapmaktır. Rabıtayı şöyleyce tarif ederler.
S. H. Tunahan’ı, İStanbul”da ve herhangi bir evde oturuyor gibi hayalinde canlandıracaksın. Sonra o evin kapısını açanın sana”gel” diyen bir
sesini hissedere k içeri girecek, şeyhin önünde diz çöküp üç defa elini öptükten ve “destur ya hazret” dedikten sonra 7 kerre istiğfar, üç ihlası erif ve bir de fatihai şerife okuyup şeyhin ruhuna göndereceksin.
Bu esnada Süleyman efendi hazretler ini kalbini nurdan bir çeşme, kendi kalbini boş bir tas kabul edeceksin . Boş olan kalbini Süleyman efendini bu nur çeşmesini (kalbinin) altına tutacaksın. Baş, sol göğüs üzerine eğik, nefes kesik, göz yumuk olduğu halde S. efendiyi karşısında canlandıracaksın.
Daha sonra “destur ya hazret” deyip euzü besmele ile (Ya eyyü hellezine amenü isbirü ve sabiru ve rabitu) akeyini okuyacak, peşinden 7 kere isteğfar edip, 7 salavati şerife getirdikt en sonra Rabita ayetini tekrar 2 defa daha okuyacaksın. “Rabıta “ denin bu usul, herkesin tahamümülüne göre ayarlanır. Dünyanın
neresinde olursa olsun, rabıta yapanlar Süüleyman efendiyi yanlarında ve her dertlerin e çare olur inancındadırlar.
Süleymancılıkta ki diğer itikatlar:
Her işe başlarken, besmele-i şerife yerine S. H. Tunahana rabıta yaparlar. Yaptıkları bu rabıtayı, muvaffaki yet seebi sayarlar. “Asrın bütün evliyalarını, ruhundan feyiz aldıkları bir şahsı muhterem olduğu için, efendi hazretlerini dediği mutlaka olur” diyen Süleymancılar S. H. Tunahanın, Allahın (cc)
Kudret sıfatlarını taşıdığına, Allaha (cc) en son mertebeye kadar yaklaşmış olduğuna, bu sebeplerle ona bağlananların senetli cennetliklerden olduklarına inandıklarından başka, S. H. Tunahanın gayibi ve müritlerinin kalplerin den geçenleri bilir olduğuna da inanırlar.
Erdemli ilçesi Elbeyli köyünde molla Tüzelin Süleymancıların kursunda duyduğu söylentiler:
İbadet sistemleri:
S. H. Tunahana “hatemül evliya” yani evliyaların sonu derler. artıkkıyamete kadar baka evliyanını gelmiyeceğine, diğer takrikatl arın batıl, diğer insanların sıpıklıkta, İmam-Hatip okulu, yüksek İslam enstitüsü ve İlihiyat fakültesinini “Deccal mektepler i” olduklarını, kendileri ni irfan ve Mehdi ordusunu teşkli ettikleri ni, S. H. Tunahana intisab edip rabıta yapanların cennetlik, sırları dışarı verenlerin ise katli vacip bulunduğunu söyler ve telkine çalışırlar. S. H.Tunahana yapılan ibadete “Rabıta “ adı verilir ve gizli tutulur.
Beş vakit namaz gibi en az günde bir defa da “rabıta” yapmağı farz sayarlar.
Rabıta yapmıyanı Müslüman saymazlar . En çok rabıta yapan, teşkilatça en makbul insan olarak tanırır.
Süleymancılık:
Süleymancılığın kurusucu Süleyman Hilmi Tunahan’dır. Kendi tarikat mensupları Romanya’dan Türkiye’ye gelmiş bir muhacir olduğunu söylüyorlar.
Silistre’li Süleyman Hoca diye tanınmıştır. Silistre şehrinden gelen ve oradaki adı Salamon olan bir yahudi olduğu iddiası da vardır.[/b[b]]Tamamen SACMA Fakat bu iddia doğru olması gerek. Çünkü Batılılar Davud’u David, İbrahim’i Abraham şeklinde telaffuz ettikleri gibi Süleyman’ı da Salamon şeklinde telaffuz etmişlerdir. Yahudiler de Süleyman’a Salamon derler. İsmini bu şekilde telaffuz edilmesi onun yahudi olduğuna delalet etmez. Zaten,
yahudi olduğunu isbat edecek başka bir delil de yoktur.Şüphesiz Süleyman Efendi, İslami ilimlere vakıf bir adam idi. Fakat onun kötü tarafı bir tarikat şeyhi olarak ortaya çıkması ve tarikatını yaymak için gizli faaliyetl erde bulunması ve tarihi bir bid’atı tekrar etmesidir .
Bütün tarikat şeyhleri gibi ona da pek çok kerametler atfedilir . Mesela ona atfedilen kerametlerden birini burada nakledelim: Torosların içinde bir mağarada gizlice Kur’an okutarak tarikatını yürütürken, bundan şüphelenen zamanın ve mahallin devlet adamı bir jandarma müfrezesi gönderir. Başçavuş Süleyman efendiyi yakalıyarak karakola getirir. Karakolun ortak direğine bağlıyarak jandarmal arla dövmeleri için emir verir. O anda karakolda ne kadar sandalye, masa ve benzeri eşya varsa havada uçmaya ve çavuşun kafasına vurmaya başlar.Çavuş neye uğradığını anlıyamaz, şaşkın halde üstadın ayaklarına
kapanır, af diler. Üstad: “Elime resmi bir kağıt vermezsen senibırakmak” der ve nihayet üstadnı arzusu yerine getirilir . Ona buna benzer daha pek çok keramet isnad edilmiştr.Süleymancılık bir tarikat mıır? Süleymancılar süleymancılığın bir tarıkat olmadığın, maksatlarını Kur’an nurunu bütün Türkiyeey yaymak olduğunu söylüyorlarsa da, diğer takiratlarda görülen özelikler onlada da görüldüü için, Süleymancılığı bir tarikat saymamız mümkünmüdür. Mesela, kendisini şeyh olarak tanınması ve Alanyalı Çırpanlızade Mustafa Efedinin şeyhin önünde 9 gün kitap karıştırması ve ilimden bihaber olduğu halde 9 günde alim olması, sonra Süleyman Efendinin halifesi olarak Alanya’ya yer altında bir kusr açmak ve şeyhin tarikatını yaymak üzere gönderilmesi iddiamızı kuvvetlen diren delillerd en biridir.
Süleymancılar, Türkiye deki Kur’an kurslarının çoğunu ele geçirmişlerdir. Burada okuyan talabeler i gayelerin egöre yetiştirirler ve yabancıları denemeden aralarına almazlar. Uzun bir tecrübeden sonra hiç kimseye sırlarını çıkarmayacağına emin olurlarsa ona rabıta verip tarikatla rına alırlar.Gizli kurslar açan ve Diyanete bağlı resmi Kur’an kurslarını bir çoğunu eline geçiren Süleymancılık teşkilatı, İslam dini yanında kendi hurafeler ini de Camii kürsülerinde halka telkinden geri kalmamşıtır. Bunlar dini tedrisat yapan resmi devlet okullarından mezun din adamlarını beğenmezler, onlara zındık nazariyle bakarlar. Halk arasına tefrika sokarak ikilik çıkarırlar. Bu teşkilata mensub müftü, imma, müezin ve Kur’an Kursu öğretmenleri vardır. Fakat bunların faaliyetl eri dini tedrisat yapan resmi okul menzunlarını çoğalmasıyla günden güne azalmakta dır.
Süleymancılar Hacı Süleyman Efendiye “Hametemü’l-Evliya” yani velilerin sonuncusu derler. Ondan sonra artık Kıyamete kadar evliya gelmiyece k sanırlar. Diğer tarikatla rın tamamın batıl, kendi tarikatla rın ise hak olduğuna inanırlar. Tarikatlarından olmayan diğer insanları sapık sayarlar. Onlara göre imam Hatip okulu, Y. İslam enstitüsü ve İlahiyat fakültesi deccal mektebler idir. Bir çok partiler komünist, kendileri ise irfan ve mehdi ordusudur .
Bu zavalların gerçek müslümanlıkları ilim ve irfandan ve komunizmi n ne demek olduğundan haberleri yoktur.
Onlara göre Hacı Süleyman Efendiye intisab eden ve rabıta yapan doğrudan doğruya Cennetlik tir. Sırlarını dışarıya çıkaranın katli vacibtir. Hacı Süleyman Efendinin şahsına yapılan ibadetlere rabıta ismi verilerek gizli tutulur. Bu bir sırdır. Sırrı söyleyen dinden çıkar, kafir olur. Hacı Süleyman Efendinin mehdi olduğuna inanırlar. Beş vakit namaz nasıl her müslümana farz ise, rabıta ismi ile en az bir defa olmak üzere şeyhe ibadet farzdır. İslamiyette rabıta ve vesilenin hiç bir yeri olmadığını yukarıki bahislerd e göstermiştik. Burda daha fazla izaha lüzum görmüyoruz.
Süleymancıların dillerind en düşürmedikleri bir tekerleme yi burada zikretmem iz yerinde olur.
Gelin kardeş biz çekelim zahmeti,Üstadın hazır olsun o ali himmeti,
Mürşid demiş ona Rasul Hazreti,Süleyman Hilmi gibi sultan bulunmaz.
Bu şiirin bir hadise dayanmış olması gerekir. Halbuki Rasululla h’dan Süleyman Efendi isminde bir zatın mürşid ve tarikat şeyhi olarak zuhur
edeceğine dair bir rivayet yoktur. Süleymancılar da böyle bir hadis gösterememişlerdir.
Yukarda suçlanan suçlamalar dan Rabıta ve Tevessül konuusn da Ehli tarikat ile zahiri alimler arasında anlayış farkı olduğu doğrudur fakat, bunu şirk ve tekfir boyutuna taşıyanlar islam düşmanı ya da vahhabilerden başkası değildir.
TENKİDLER
Süleymancıların yurtlarından yetişen talebelerin milli duygulardan uzak
yetiştirilmesini asla doğru bulmam.Eğer bu durum böyleyse, önüne geçmek gerekiyor,kimileri askerlikten kaçan,kimileri vergiden kaçıran,faiz haram değil,alabilirsiniz gibi söylemler ve dış ülkelerin politikalarıını kabüllenmiş bir nesil.Çok Korkunc olur.
Ayrıca maddi destekten mahrum kalınca,durum nekadar vahim!
İdarecilerin bu yurtlar ile ilgili politikalar gelkiştirme zamanı gelmiştir...!
Yukarısı yine iyi Parti ittifakını desteklediği yada desteklemediğini bilmiyorsuz,sonandan emir gelir..ayrı karar verenlerde kendi aralarında Öcü gibi gösterilmekten,cehennem ile korkutulmakta olduğunu biliyoruz.Tehlikeli Örgütlerde zaten böyle davranıldığını biliyoruz!
Devlete karşı sivil itaatsızlık onları temsil edenleri tanımamak yaparlarsa bu büyük hata olur.
Bayanlara gelince durum daha da içleracısı:
Çoğunun ilkokul mezunu olan bir topluluğa denilenler şunlarsa;
Kadınlar için Hacca gidemezsin..Kocayın dediğini gözükapalı sorgulamadan yapacaksın..Abileri en iyisini bilir..emir yukarıdan geldi..doğru mu yanlışmı araştırmak yasak.Yapamazsın.
Doktora bayan muayenesi haram,yasak..Dr..gidemezsin.Süleyman ef..nin evlatları,torunları sorgulanamaz..Her işi yapmaktan serbesttirler..onlar hata etmezler..
Yolumuz ve davamiz için her türlü yalanı söyleriz..Yalan söylemiyen kendi cezasını çeker..
Bizden başka yollara gidenler şeytani yola giderler..Bizden başka hak yol yok..Artık şeyh diye biri yok..Allah dostu diye biri yok..onlar kıyamet alameti olan sahte şeyhler..En iyi yol bizim yolumuz..Yolumuz dan mürted olanlar dinden mürted olmuş gibi belki daha da tehlikelidir.Bu yola ancak cennete girmek için gelirler,diğer yollar hepsi cehenneme götürür.Bu yazdıklarımdan ben de ürpermeye
ve korkmaya başladım..Uyan Süleyman efendim!.Evlatların ne hale gelmiş..Korkunc bir eğitim..Yetişenler dünya emperyalist güçlerin emir kulu haline geldiler..Sen bunu istermiydin!..Süleymancılar kendilerinden başka diğer islami gurpları sevmezler,Başka islami gurupların parti kurmasına kızar ve onların iktidarından korkarlar onlara karşı MASONİK ittifakları desteklemek v e Oy vermekten çekinmezler..Bu iddialara verecek bir cevabım yoktur ancak,dileğim odur ki artık İSlami Gücün farkına varmalarıdır.