Tasavvuf da Yüz Mertebe 1.0/Nakil

#1 von Kurban , 24.04.2015 09:44

Tasavvuf da“Allah c.c Kâinatı bir sperm/nutfe de toplayıp insanı meydana getirmiştir, insan da o kâinatı
kendinde toplayıp tekrar kendini kendinde bulursa miracını yapmış olur. Bu olay
peygamberlerde görülürse miraç, sâliklerde görülürse de seyr-i sülûk denilmiştir,” denir.

Tasavvuf geleneğinin Kuran ve kudsi hadislere dayandırarak mertebelendirdiği seyr-i sülûk—
dört kapı kırk makam veya seyr-i nüzûlî, seyr-i urûcî şeklinde, ilmel yakin, ayn-el yakin ve
hakk-el yakin olarak yakin mertebeleri veya tevhid-i efal, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat ile tevhid
mertebeleri olarak tanımladığı süreç—özünde safiyet, irfaniyet ve aşk olarak dakarşılanmıştır.

Gezme, gezinme, temâşâ etme mânâlarına gelen seyr kelimesiyle; bir yola girme, bir kimseyi
veya bir yönü takip etme, bir düşünce ve bir sisteme bağlanma anlamındaki sülûk
sözcüğünden mürekkep olan seyr-i sülûk’un diğer bir ifadesi, “belli bir usul dairesinde vuslata
erebilmek için Kuranî ahlâkla ahlâklanmanın unvanı” olagelmiştir.

Seyr-i sülûk’un iki yönü, iki farklı yol olarak da tanımlanmıştır: birincisi “Nefsini bilen kendini
bilir”, ikincisi ise “Rabbini bilen nefsini bilir” şeklindedir. Birinci yolda, kendini bilen Rabbini
öğrenmiş olur, ikinci yolda ise önce Rabbini öğrenip oradan kendini bilir hale gelir. Birinci
yola “Halktan Hakk’a çıkış”, ikinci yola ise “Hakk’tan Halka iniş” denmiştir.
İlâhî tecelliler ve sâlikin bu tecellilere mazhariyeti açısından seyr iki şekilde mütâlâa
edilegelmiştir: seyr-i nüzûlî ve seyr-i urûcî.
Seyr-i nüzûlî: Mukayyed ve mümkün olan varlığın zuhur etmesi için, mutlak ve vacib olan
vücudun tecelli ve feyiz ifâzası mânâsına bir seyirdir ki, küllî dairede Vâhidiyet-i Hakk’ın, cüz’î
dairede de Hazreti Ehadiyet’in bî kem u keyf kesret ufkuna nüzûlünden ibarettir. Buna
Vacib’in imkân mertebelerine, Mutlak’ın mukayyed dairelerine doğru bir inbisât-ı tecelli ile
inkişaf ve zuhuru da diyebiliriz. Bu seyir, taayyün-i evvelden, “Allah’ın ilk yarattığı Benim
nurumdur” mertebesine, ondan da topyekûn kâinat ve insan mertebelerine kadar süren bir
tecellidir.
Seyr-i urûcî ise; varlık ağacının en câmi meyvesi olan insanın, upuzun bir seyr-i sülûk-i
ruhaniyle yeniden irade, his, şuur ve latife-i Rabbaniye uğrunda kaynağına ve menziline
yönelerek, Hazreti Vacibü’l-Vücud’un ziyâ-i vücudunda beden ve cismanî arzular itibarıyla
tamamen yok olmasıdır ki, mebde’den müntehâya, seyr unvanıyla dört mertebede bu
yolculuğu tahlil etmeye çalışacağız:
Birinci mertebe:
Seyr ilallah mertebesidir ve Hakk’a yürümenin başlangıcı olması itibarıyla
buna sefer-i evvel de denir ki, Müsemmâ-yı Akdes de diyebileceğimiz Hazreti Zat mülâhazası
mahfuz, ef’âl âleminden isimler ufkuna, sonra da bu isimlerin gölgesinde mebde-i taayyün
olan isme ulaşmakla nihayet bulan bir yolculuktur. Bu seyahat ister sülûk unvanıyla seyr-i
afakî olsun, ister cezbe namıyla seyr-i enfüsî şeklinde tecelli etsin, yolculuk sona erince sâlikin
kalbinden mâsivâ alâkası büyük ölçüde silinir gider ve Hakk yolcusu kendini fenâ fillah gelgitleri
içinde bulur ki, erbabı bu mazhariyete vilayet-i suğrâ diye gelmişlerdir.

İkinci mertebe:
Seyr fillah mertebesidir ve yine bir hamle hazırlığı ihtiva ettiğinden dolayı da
buna ikinci yolculuk mânâsına sefer-i sânî dendiği gibi cem’ de denmiştir ki—fâni, bâki
gerçeği mahfuz—sâlikin beşerî sıfatlardan tecerrütle ilâhî sıfatlarla vasıflanması, istidadı
ölçüsünde esmâ-i ilâhiyeyi temsil ile Kurân ahlâkıyla tahalluk ederek—buna Allah ahlâkı da
diyebiliriz— ufk-i âlâ’ya ulaşmasıdır ki, bu yolculuğun son konağına erenlere büyük ölçüde
varlığın perde arkası inkişaf eder ve onların gönüllerine ilm-i ledün akmaya başlar ve Hakk
yolcuları isimler, sıfatlar, zâtî şe’nler âlemlerine ait mârifet şuâları karşısında eriye eriye
nisbet-i tâmmenin zuhuruna ererler ki, böyle bir mazhariyete de bekâ billâh denegelmiştir.
Üçüncü mertebe:
Seyr maallah ve diğer namıyla sefer-i sâlis veya fark maa’l-cem’
mertebesidir ki
, bir vâsıl için bu mertebede bî kem u keyf sadece O görülür, O bilinir, O
duyulur, her yanı O’nun marifet nurları sarar ve âdeta sübühât-ı vech her şeyi siler de her
tarafta “Artık yeryüzünde olan her nesne fena bulmuş ve sadece senin Rabbinin Zâtı bekâsını
devam ettirmektedir,” (er-Rahman, 55/26-27) hakikati nümâyan olmaya yüz tutar. İşte bu
ölçüde, Hakk erinin nazarında bütün zıtların yok olduğu böyle bir mertebenin nihayeti de
aynü’l-cem’ unvanıyla yâd edilir.
Dördüncü mertebe:
Seyr anillah mertebesidir; bu seviyedeki seyr’e sefer-i râbi’ dendiği gibi
telvin ba’de’t-temkin de denegelmiştir. Bu pâyeyi ihraz eden bir vuslat eri, vahdetten sonra,
yine vahdet yolunda, yeni yorumlarla kesrete yönelir. Diğer bir tabirle, vahdet ve izâfî
vuslatta duyup zevk ettiği mânevî hazlarını başkalarına da duyurmak, başkalarını kurtarmaya,
hazîretü’l-kuds’e yükseltmeye, erdiklerine erdirmeye, gördüklerini gördürmeye başlar.
Mütehayyirleri ufuk ötesine irşâd etme, talipleri terbiye, râğipleri itminana ulaştırma,
yoldakilere rehberlikte bulunma, zulmette bocalayıp duranlara nur gösterme, nura ermişleri
mârifetle şahlandırma, mârifet şehsuvarlarını da zevk-i ruhanî yamaçlarında koşturma
mefkûresiyle gerçekleşebilen böyle bir Hakk’tan halka rücû, peygamberlerin has çıraklarına
mahsus bir hâldir ve ilk donanımla teklif arasındaki tenasübe de iyi bir örnektir. Bu yüce
payeyi, bazı tasavvuf erbabı bekâ billâh maallah veya fark ba’de’l-cem’ şeklinde
isimlendirmişlerdir.
Bu ufka erenler, vahdeti kesrette, kesreti de vahdette görür, tek yüzlü iki derinliği birden
yaşar, kendi maiyetiyle beraber, maiyete taşıdıklarının lezzat-ı ruhanîsiyle her lâhza ayrı bir
vuslata bismillah der, ne iltibas, ne şatahat ne de naz, niyazla oturur kalkar ve sürekli temkin
soluklar. İlallah’ta fillah esintilerini duyar; maallah’ta minallah veya anillah gerçeğini
müşahede eder, hem vâcid yaşar, hem fâkid bulunur, hem mehcûr görünür, hem vâsıl
bulunur ve kurb-bu’du bir arada duyar.
Başta ifade edildiği üzere seyri sülûk, her anlayışın kendi meratibi, meşrebi ve neşvesiyle
kelâma intikal ettiğinden her yol kendine münhasır bir seyranın siyeri olmuştur.
Kaynaklar:
Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu, IV. Kitap
Cavit Sunar, Tasavvuf Felsefesi veya Gerçek Felsefe
Sızıntı Dergisi, Seyri Sülûk (1999)
İbn Arabî, Füsus-el Hikem
İbn Arabî, Fütuhat-ı Mekkiye, II. Cilt

 
Kurban
Beiträge: 1.014
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 04.05.2015 | Top

   

Minhacü'l Fukara adlı eserden Merâtib-i sülûk (Sülûkun mertebe)

Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz