Şura Süresi Meal Ve Tefsir 1
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ ﴿١٤﴾
14.Geçmiş ümmetler ancak kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık ve ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden belirli bir vakte kadar azabın ertelenmesine dâir önceden verilmiş bir karar olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm çoktan verilmiş ve işleri bitirilmiş olurdu. Onlardan sonra kitaba mirasçı olanlar ise hâlâ kitap hakkında derin bir şüphe içindedirler.
Tefsir
Dinin özünde bir ayrılık olmamasına rağmen insanlar bu konuda ayrılığa düşmüşler; çeşitli mezhep ve fırkalara ayrılmışlardır. Bunun sebebi, kitabın, peygamberin veya gerekli ilâhî tâlimatların bulunmaması değildir. Bilakis onlar Allah’tan vahiy ve ilim geldikten sonra şahsî çıkarlar, çekememezlik ve ihtiras yüzünden parçalanmışlardır. Dolayısıyla bunun sorumluluğu Allah’a değil kendilerine aittir. Çünkü Allah Teâlâ’nın açıkça bildirdiği şeriatten saparak çeşitli mezhep ve fırkalar kurmuşlardır. Bunlara, Allah’ın emrine karşı geldiklerinden dolayı hak ettikleri cezanın hemen verilmeyip büyük nispette kıyamet gününe ertelenmesi, Cenâb-ı Hakk’ın bu konuda verdiği bir karardan dolayıdır. “Kitaba mirasçı olanlar”, yani peygamberlerden sonra gelip, onların bıraktıkları ilâhî kitap elerinde bulunanlar, onu hakkiyle okuyup tatbik etmedikleri gibi, üstelik onun hakkında derin bir şüphe içine düşmüşlerdir. Yahudi ve hıristiyanlar bunun en açık bir örneği olduğu gibi, aynı tehlike Resûlullah (s.a.s.)’in bize emanet ettiği Kur’ân-ı Kerîm ve ona vâris olanlar için de geçerlidir. Halbuki Kur’an, hakkında şüphe dilecek bir kitap değil, öğrenilip tatbik edilecek ebedi hidâyet rehberidir.
فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ ﴿١٥﴾
15. Bunun için Rasûlüm, sen insanları tevhide dâvet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına uyma. De ki: “Ben Allah’ın indirdiği bütün kitaplara inandım. Bana, sizin aranızda adâletle davranmam emredildi. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize sizin yaptıklarınız sizedir. Aramızda tartışılacak hiçbir şey yoktur. Nasıl olsa Allah hepimizi bir araya toplayacak ve aramızda hükmünü verecektir. Çünkü herkesin nihâî dönüşü O’nadır.”
Tefsir
Bu esasları şöyle hülasa edebiliriz:
İnsanları tevhide davet etmek,
Allah nasıl emrediyorsa o şekilde dosdoğru olmak, istikamet üzere kulluğa devam etmek,
Allah’ın emir ve yasakları yanında başkalarının arzu ve isteklerine tabi olmamak,
Allah’ın indirdiği tüm ilâhî kitaplara, Kur’an’ın ihtiva ettiği bütün âyetlere aynı derecede inanmak,
Âdil olmak, insanlar arasında adâletle muamele etmek,
Allah’ın rubûbiyetini tanıyıp O’nun râzı olacağı ameller yapmak ve işin farkında olmayan cahillerle tartışmamak. Çünkü mahşer günü Allah herkesi huzurunda toplayacak ve haklı ile haksızı birbirinden ayıracaktır.
Bu âyet-i kerîme, bir bakıma şu âyet-i kerîmenin bir tefsiri mâhiyetindedir:
“De ki: «Ey Ehl-i kitap! Sizinle aramızda ortak olan bir söze, şu ortak noktaya gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.» Eğer yüz çevirirlerse: «Şâhit olun ki, biz elbette müslümanlarız» deyin.” (Âl-i İmrân 3/64)
Eşyalar tartıldığı ve ölçüldüğü gibi, âhirette de ameller bu ölçüye göre âdil bir şekilde tartılacak, gerçek hüküm ortaya çıkacak ve ona göre karşılık verilecektir. Buna göre hayatın dengesini en güzel şekilde kurmayı öğreten “Kur’an” ile “mizân” arasında, diğer taraftan dünya ile âhiret arasında tam bir irtibat olduğu; âhiretteki hayatın dünyada yapılan amellere göre düzenleneceği; o halde dünya hayatının Kur’an ölçülerine göre yaşanmasının ehemmiyeti ortaya çıkmaktadır. Zaten “Ne biliyorsun, belki de kıyâmetin vakti yakındır!” (Şûrâ 42/17) ikazı buna işaret etmektedir. Fakat bu ilâhî ikazlar, ancak iman edenler için bir mâna ifade eder. Onlar Allah’ın haber verdiği şekilde kıyâmetin mutlaka kopacağını bildiklerinden ondan çok korkar, amelleri tartılırken mizanlarının hafif gelmesinden titrer ve güzel amellerini artırarak daha fazla sevaba nâil olmak için gayret gösterirler. İman etmeyenlerin böyle bir derdi yoktur. İnanmamaları sebebiyle, kıyamet kopmuş ya da kopmamış onlar için fark eden bir şey yoktur. Hatta hâl ve kalleriyle bir an önce kopmasını da ister dururlar. Öyle derin bir şüphe, sapıklık, şaşkınlık ve gaflet içindedirler.
Sebebi Nuzül
Bu ayeti kerime Velid ıbnul Müğire Ve Şeybe ibn Rabia hakkında nazil olduğu söylenir.Bu ayet,davetinden vazgeçmesi durumun da kendisine mal ve kızlar teklif ettikleri anda inmiştir.Kurtubi age.XVI.11
وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ ﴿١٦﴾
16. İlâhî dâvet dürüst ve faziletli insanlar tarafından kabul görüp iman nûru kalplere yerleştikten sonra hâlâ Allah’ın dini hakkında tartışmaya kalkışanların itirazları ve sözde delilleri Rableri yanında geçersizdir. Onların üzerine bir gazap çökmüştür ve onlar için pek şiddetli bir azap vardır.
Tefsir
İkrime den yapılan rivayete göre:Medine de peyğamberimiz ile tartışan topluluklara cevap olarak inmiştir.Alusi.age.XXV.25
اَللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ ﴿١٧﴾
17. Allah, gerçekleri ortaya koymak için kitabı indirmiş ve insanlar arasında doğrulukla hükmedilmesi için adâlet kanunlarını bildirmiştir. Ne biliyorsun, belki de kıyâmetin vakti yakındır!
Tefsir
اَلْكِتَابُ (kitap)tan maksat, peygamberlere gelen ilâhî kitaplar ve vahyedilen diğer bilgilerdir. Hususiyle de Kur’ân-ı Kerîm’dir. Allah Teâlâ onu doğru bilgileri ve gerçek hükümleri bildirmek üzere indirmiştir. اَلْم۪يزَانُ (mizân) ise “adâlet ve ölçü” demektir. Bu sayede dünyada insanlar arası alış verişlerde eşyalar tartıldığı ve ölçüldüğü gibi, âhirette de ameller bu ölçüye göre âdil bir şekilde tartılacak, gerçek hüküm ortaya çıkacak ve ona göre karşılık verilecektir. Buna göre hayatın dengesini en güzel şekilde kurmayı öğreten “Kur’an” ile “mizân” arasında, diğer taraftan dünya ile âhiret arasında tam bir irtibat olduğu; âhiretteki hayatın dünyada yapılan amellere göre düzenleneceği; o halde dünya hayatının Kur’an ölçülerine göre yaşanmasının ehemmiyeti ortaya çıkmaktadır. Zaten “Ne biliyorsun, belki de kıyâmetin vakti yakındır!” (Şûrâ 42/17) ikazı buna işaret etmektedir. Fakat bu ilâhî ikazlar, ancak iman edenler için bir mâna ifade eder. Onlar Allah’ın haber verdiği şekilde kıyâmetin mutlaka kopacağını bildiklerinden ondan çok korkar, amelleri tartılırken mizanlarının hafif gelmesinden titrer ve güzel amellerini artırarak daha fazla sevaba nâil olmak için gayret gösterirler. İman etmeyenlerin böyle bir derdi yoktur. İnanmamaları sebebiyle, kıyamet kopmuş ya da kopmamış onlar için fark eden bir şey yoktur. Hatta hâl ve kalleriyle bir an önce kopmasını da ister dururlar. Öyle derin bir şüphe, sapıklık, şaşkınlık ve gaflet içindedirler
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ ﴿١٨﴾
18. Kıyâmete inanmayanlar onun bir an önce gelmesini istiyorlar. İman edenler ise ondan korkuyor ve onun gerçek olup mutlaka geleceğini biliyorlar. Dikkat edin, kıyâmet hakkında tartışıp onu inkâr edenler, elbette derin bir sapıklık ve aldanış içindeler.
اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟ ﴿١٩﴾
19. Allah kullarına karşı çok lutufkârdır. Dilediğini istediği şekilde rızıklandırır. Çünkü O çok kuvvetlidir, kudreti dâimâ üstün gelendir.
Tefsir
Yüce Rabbimizin اَللَّط۪يفُ (Latîf) ismi şu mânalara gelir:
› Kullarına karşı çok şefkatli ve merhametlidir, çok lutufkârdır.
› Kullarının en küçük ihtiyaçlarını bile öyle dikkat-i nazara alır ki, kendileri bile ihtiyaçlarının nasıl karşılandığının farkına varmazlar. Buradaki “kullar”dan maksat tüm insanlıktır. Allah’ın lütfu tüm dünyaya şamildir.
› Kullarının güzel hallerini yayan, kötü hallerini örtendir.
› Azı kabul eden, buna karşı pek çok ihsanda bulunan, kalbi kırık olanın kalbini onaran, zor şeyleri kolaylaştırandır.
O, dilediğine rızık verir, dilediğini mahrum bırakır. Bunun da nice hikmetleri vardır. Bu taksimat Allah’ın karşı gelinmez kuvvet ve kudretine dayanmaktadır. Kimsenin bunu değiştirmeye gücü yetmez. O halde kullar için O’nun hâkimiyet, tasarruf ve tâlimatlarına teslimiyet göstermeleri kendi faydalarına olacaktır.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ ﴿٢٠﴾
20. Kim âhiret kazancını isterse onun kazancını artırırız. Kim de âhireti bırakıp sadece dünya kazancını isterse ona da ondan bir parça veririz; fakat onun âhirette bir nasîbi olmaz.
Tefsir
TEFSİR:
اَلْحَرْثُ (hars), toprağı sürmek, tohum ekmek demektir. Çiftçiye de اَلْحَارِثُ (hâris) denir. Ekilen tarlaya ve ekimden elde edilen mahsule de “hars” denir. Kelimenin asıl mânası budur. Bundan hareketle bir benzetme yapılarak, neticesini ileride görmek üzere yapılan çalışmalara ve onların sonuçlarına da “hars” denilmiştir. Dolayısıyla âyette “hars” kelimesi amellerin ürünü, sevabı anlamınadır. Demek ki dinin emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak, neticede bir şeyler elde etmek üzere yapılan bir ekim işidir. İşte kim iman ve sâlih amelleriyle âhiret ürününü isterse Allah ona âhiret sevabı verir; onun yaptığı işleri kat kat ödüllendirir. Fakat yaptığı işlerde, âhireti hesaba katmayıp, sadece dünya kazancını ve refahını isteyen kimseye de dünyada geçici bir karşılık verilse de âhirette herhangi bir mükâfat verilmez. (bk. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, VIII, 186-187)
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Kim sadece şu peşin ve geçici dünya zevkini isteyip onun ardına düşerse, biz dilediğimiz kimseye takdir ettiğimiz miktarda o zevki tattırır, sonra da cehennemi ona mekân kılarız. O da kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak Cehenneme girer. Kim de âhiret hayatını ister ve bir mümin olarak bütün gücüyle onu kazanmaya çalışırsa, işte bunların çalışmaları Hak katında kabul görüp güzel karşılık bulur.” (İsrâ 17/18-19)
Resûlullah (s.a.s.), insanları fânî şeylerden uzaklaştırıp Allah’a kulluğa yönlendiren bir hadis-i kudsîyi şöyle nakleder: “Yüce Allah buyuruyor ki: «Ey Âdem oğlu! Kendini ibâdetime ver ki gönlünü zenginlikle doldurayım, ihtiyacını gidereyim. Böyle yapmazsan seni faydasız işlerle oyalarım, ihtiyacını da gidermem.” (Tirmizî, Kıyâme 30; İbn Mâce, Zühd 2)Ömer Çelik